29 Aralık 2014 Pazartesi

SADE TÜRKÇE İLE YAZILAN TARİH KİTABI


Basiret Gazetesi’nden. Mehmed Mazhar Fevzi’nin “Haber-i Sahih” adını verdiği tarih kitabının dördüncü cildi yayınlandığında verilen bir ilan. Burada dikkat çekici husus “Osmanlı” tarihinin “sade Türkçe” ile kaleme alınmış olduğunun bildirilmesidir. Neden “Osmanlıca” dememiş acaba. Mazhar Fevzi Efendi kendinden çok önce kaleme alınmış tarih kitaplarının büyük kısmının lisanını ve üslubunu beğenmiyor da ondan. Dillerini ağdalı, konuları anlatışlarını akla uzak hikaye anlatır gibi buluyor.

İLAN METNİ


“Haber-i Sahih” nâm Osmanlı Tarihi’nin bu kere dördüncü cüz’ü dahi tab’ olunup meydân-ı intişâra çıkarılmışdır. Tarih-i mezkûr sade Türkçe ibare ile kaleme alınmış olduğundan mutâlaasından herkes istifade edeceği ve husûsiyle cüz-i mezkûr bir takım vekâyi’-i mühimmeyi hâvî olduğu erbâb-ı mutâlaaya ihtâr olunur. [Yandaki 2 rakamı ilanın ikinci kez yayınlandığını gösterir]

BASİRET GAZETESİNDEN


HABER-İ SAHİH, MEHMED MAZHAR FEVZİ, 4. CİLT. SENE 1291


MAKUL ŞÜPHE! ÖNÜNE GELENİ SUÇLU SUÇSUZ DEMEDEN ASMAK YAKIŞIR MI KOCA KANUNİ’YE!



İstanbul’da misli görülmemiş bir zulmün, haksız hukuksuz yere idam edilen 800 kadar masumun hikâyesini bilir misiniz?

1527 yılında Osmanlı tahtında Kanuni, sadarette Makbul İbrahim Paşa (Pargalı), şeyhülislamlıkta da İbni Kemal’in bulunduğu zirve yıllarıdır. Bu devirde adalet olmayacak da ne zaman olacak. Gelin görün ki Sultan Selim semtinde hırsızlık amacıyla girilen bir evin sakinlerinin öldürülmesi üzerine İstanbul’da dehşetli bir devlet terörü yaşanmış. İstanbul’da sakin ne kadar ırgat, ekmekçi, mumcu, aşçı, odun yarıcı gibi genellikle bekârların icra ettikleri meslek mensupları devletin gözünde bir anda suçlu ilan edilmişler. İçlerinden birisine dahi işlenen hırsızlık ve cinayetin faili olmak suçlaması yapılamamış olsa da toplatılanlardan durumları şüpheli görülen 800 kadar insan çarşıda, pazarda, sokaklarda idam edilerek katledilmişler. Sözde bu katliamla halka etkili bir gözdağı verilmiş. Ya o masumların dökülen kanının hesabı ne olacak. Allah bilir…

METİN

934 senesi mümkün mertebe âsudelikle geçmiş, yani dâhili ve hârici muharebat vuku bulmamış ise de zîrde söylenecek vukuat bu senenin safha-i eyyamında kanlı bir gadr lekesi bırakmıştır. O da şudur:

Mah-ı Cumadessani’de İstanbul’da Sultan Selim Mahallesi’nde bir haneye geceleyin hırsız duhul edip içindeki zükur ve inas hane halkı idam ve eşya-yı mevcude sirkat olunmuş olduğundan, bu facianın mütecasirleri bulunmak içün İstanbul’da ne kadar ırgad, ekmekçi, mumcu, aşçı, odun yarıcı makulesi var ise hükûmetçe toplatıldı. Eğerçi içlerinde şer’ ve kanuna uyar surette fail-i fezahat tebeyyün ettirilememiş ise de toplanılan eşhasın içinde hallerinden şüphe olunan 800 kadar insan çarşılarda sokaklarda ve cemiyet yerlerinde salb olunmağla halka ibret-i müessire gösterildi.








28 Aralık 2014 Pazar

BEYOĞLU'NDA TÜRKLER MÜLKLERİNİ AZINLIKLARA NASIL KAPTIRDI?

Beyoğlu, Galata, Kasımpaşa ve Tophane civarındaki emlake dair Ahmed Safi Bey’in eseri "Sefinetü's-Safi"den aldığım bir yazıyı naklediyorum. Kendileri Maliye-Defter-i Hakani memuru olduklarından rakamlara aşina ve kaynakları elinin altındadır. Şimdiki Kuyud-ı Kadime’miz de bunları bal gibi biliyordur ama bu yazının en altında yer alan sıfatlarla fazlasıyla donanmış olduğumuzdan ne bir hamimiz var ne de bunları ortaya çıkaracak cesur adamlarımız... Maalesef…(Ahmed Safi Bey’in kitabının aslı kaybolmuştur ve günümüze kalan mikrofilmlerinden okuyabildiğimiz metin maalesef çok kötüdür. Tabloda ara sütunlardaki bazı rakamları seçemediğimden yanlış okumuşum ki mizan tutmuyor. Yekün kısmında bir sorun yoktur. )

EMLAK-İ İSLAMİYE

Galata, Beyoğlu, Beşiktaş, Kasımpaşa, Boğaziçi ve buraların civarında evveli gayrimüslim uhdesinde emlâk yok idi. 1250 tarihinden itibaren Müslümanlar uhdelerinde bulunan emlâki bittedric milel-i saireye satmağa başladılar. Hatta merhum pederim Müslümanların ol vakitler Galata’nın üst taraflarında ve Beyoğlu’nda beher arşını yirmi-otuz paraya pek çok araziyi Hıristiyanlara sattıklarını hikâye eder idi. 1279 tarihinde bağlardan ibaret olan Kadıköyü’nde beher arşını kırk paraya ve 1282 tarihinde Makriköyü’nde Sakızağacı’nda beher arşını altmış paraya ve Şişli’de beher arşını on beş-yirmi paraya ve şimdi Seyr-i Sefain nâmı verilen İdare-i Mahsusa’nın takriben 1284 senesinde Adalar’a ilk defa olarak vapur işlettiği zaman Adalar’da beher arşını on paraya arazi satıldığını fakîr bilirim. Müslümanların şimdiki halde buralarda emlâki var ise de çe faide ki bunları da yakın vakitte satarlar. Ahali-i İslamiye’nin zamaneye lazım olacak san’atı bulunmadığından fakir düştü. İhtiyac-ı şedîde düçâr oldu. Aç ne yapar; neye mâlik ise satar, yer. Zîrdeki cetvel kuyûd-ı resmiyeye müstenid olarak tanzim edilmiştir. (Sayfa kenarı haşiye: Milel-i gayr-i müslimenin sakin oldukları haneler ve ticaret ettikleri dükkan ve mağazalar kâmilen ehl-i İslam uhdesinde olup sonraları alâ-tarîk-ı mevâni’a milel-i saireye satılmış ise de Defter-i Hakanî kuyûdunda umûmen Emlâk-i İslâm uhdesinde mukayyed idiler. Daha sonraları iş çığırından çıkmış Emlâk-i İslamiye resmen milel-i sâireye geçmiştir. )

1336 SENESİ GAYESİNDE BEYOĞLU EMLÂKİNİN MUTASARRIFLARININ MİLLİYETİNE GÖRE MİKDARI

ŞUUBAT
[ŞUBELER]
ECNEBİ
aded
MUSEVİ
aded
ERMENİ
aded
RUM
aded
İSLAM
aded
İCMAL
aded
TAKSİM
143
50
730
786
721
2385
KAMER HATUN (TATAVLA)
196
90
411
2239
566
3421
KASIMPAŞA
84
50
85
408
4369
4171
TOPHANE
82
190
250
495
2127
2973
BEŞİKTAŞ
2
1
120
236
2600
2959
MİRGÜN
38
12
173
668
863
1754
BÜYÜKDERE
211
19
346
1109
2628
4363
HASKÖY
7
574
277
202
1422
2482
ARNAVUTKÖY
53
36
135
747
165
1236
FERİKÖY
186
14
1347
716
2389
4652
GALATA
76
116
166
177
508
1043
ORTAKÖY
25
324
183
334
963
1819
GALATASARAY
159
89
255
334
621
1451
KULE KAPISI
240
113
76
148
1046
1261
TARLABAŞI
93
29
799
1070
307
2308
YEKÜN
1595
1365
5353
9669
21315
39297



Cedvelde görülen 39297 kıta mevcud emlâkden ahali-i İslamiye uhdesinde bulunan 21315 parçası tenzil edilir 17982 parça emlak milel-i saireye intikal etmiştir. Bu neden ileriye geliyor. Zaruretten değil mi? 1337 senesinden şimdiye kadar kim bilir ne miktar emlak İslam uhdesinden çıkmıştır. 

İstanbul’da ise muteber mahallerden olan Yenicami, Balık Pazarı, Bahçekapısı, Köprü civarı, Tahmis Önü, Hocapaşa ve sair yerlerden ne kadar emlâk Hıristiyanların tasarruflarına geçmiştir. Kuyûd-ı resmiyeye müracaat et de bak!! 

İstitrad kabilinden olarak şunu da beyan ederim ki Beyoğlu’nda Taksim denilen mahalli pek çok kimseler bilir. Orada Rumların bir kilisesi vardır. Bu da malum. Kilisenin bulunduğu arsaya bu kilise nasıl yapıldı bilir misin? Kırk para ile.

Rumlar Abdülmecid evail-i saltanatında hükûmete müracaatla bu arsaya bir kilise yapılmasına müsaade isterler. Halbuki hükûmet yeniden kilise inşasına öteden beri müsaade etmez idi. Tervic-i meram için Rumlar her nereye müracaat ederler ise de matlublarını istihsal edemezler fakat Galata Mahkeme-i Şer’iyesi başkatibi bu işi yapabileceğini anlarlar. Mahkeme başkatibine müracaat ederler. Uzatmayalım pazarlık uyar. Başkatip alacağı rüşveti aldıktan sonra bunlara der ki «İki nefer Rum delikanlısı hazır edin!! Bunları Taksim’de sizin arzu ettiğiniz arsada kavga ettiriniz» Zabtiyeler kavga eden o iki Rum delikanlısını tutarlar. Mahkemeye getirirler. “Siz nerede ve ne için kavga ettiniz” diye sorarlar. Onlar da “Taksim’deki eski Rum kilise arsasında alacak meselesinden dolayı kavga ettik” derler. Bunu mahkemenin siciline, zabtına geçirirler. Kaydeden ancak kiliseyi bu tarihten otuz sene sonra yaparsınız. Rumlar da kiliseyi yapalım da varsın otuz sene sonra olsun derler. Vakta ki otuz sene mürur eder. Abdülaziz’in evahir-i saltanatında Rumlar tekrar hükûmete müracaat ile bu arsaya kilise inşa edeceklerinden bahisle ita-yı ruhsat talebinde bulunurlar. Hulasa-i kelam mezkûr arsanın kadîmen kilise arsası olduğu ve bunun Galata Mahkeme-i Şeriyesi’nde kaydı bulunduğunu iddia ederler ve ne yaparlar ise yaparlar ruhsat alırlar. İhtiyar bir Rum mezkûr arsada bir mendil serer. O mendilin içine bir aded çil Mecidiye kuruşu koyar ve Rumlara hitaben «şu mendil içinde bulunan kırk para ile buraya bir kilise yapacağım siz de iane ediniz» der. Filhakika az bir zamanda kilise yapılır, meydana çıkar. Biz Müslümanlar ise mamur olan camilerimizi tahrip ederiz. Samipaşazade Subhi Paşa Evkaf Nezareti’nde bulunduğu zaman Beyoğlu’nda muhterik cami arsalarını ve oradaki mekâbir-i Müslimin’i Frenklere sattı. Şimdi de gazetelerde okuyoruz ki elyevm mevcud olan mekâbir-i Müslimin’den bazılarını ebniye inşa etmek için Evkaf Nezareti bir bedel mukabilinde taliplerine satacak ve oralardaki mevta kemiklerini başka mekâbire nakledecektir. Sen ne dersin azizim?

21 Saferülhayr sene 1340 Pazar ve 23 Teşrin-i Evvel 1337/1921

Ez’afü’l ibâd
Ahmed Safi
Camiü’l-Hurûf

(İLAVE): «Küllü nefsin zaikatü’l-mevt» her zî-ruh fânî, dünya da fânîdir, mutlaka ölür. Ölümü ise hiçbir millet inkar etmez, edemez. Fakat yatacak yer intihab et. Ahlâf senin çürümüş kemiklerini mezardan çıkarıp hakaret etmesinler. Ben öldükten sonra cesedimi ne isterlerse yapsınlar deme!! Zira insanın mezarı kendisinin halvethanesidir. Galata’da, Kasımpaşa’da şu birkaç gün içinde beş on kadar mekâbir arsasıyla cami arsasını Evkaf sattı. Fakat mevta kemikleri ne oldu? Ve bu alışveriş ne suretle ve ne şartlar ile yapıldı? Burası malum değil. Ey din kardaşım, Hıristiyanlar hiç böyle bir şey yaparlar mı? Emin ol, yarın Eyyüb-i Ensari ve civarı mekâbirini de satarlar. Bu milletin aklı olmadığı ve gayetle korkak olduğu cihetle cesareti ve sahibi ve hamisi de yoktur vesselam. Evkaf hiçbir hakkı olmadığı halde mekâbir arsalarını nasıl satıyor bilemem. (İNTİHA)


OSMANLI ARŞİVİ BİNALARI BABIALİ'YE YAKIŞIR

Taksim Kışlası'nı yeniden inşa edip tarihi ihya etme projesi gündeme gelinceye kadar şu mübarek Osmanlı'nın Babıali'sini ihya edip Valilik kompleksini tümüyle Osmanlı Arşivi yapmak akla gelseydi yarınlarımızdan daha emin olurduk. Bakın ne güzel binalarmış. 1911 yangınından sonra bir daha belini doğrultamayan Babıali tez zamanda ihya edilmelidir. Şu güzelim binaların yerine gündüz gündüz kondurulan AFAD ucube binaları acilen oradan çıkarılmalıdır. Güzel bir projeyle devletin buraları yeniden Osmanlı Arşivi'ne kazandıracağı günde bir kurban adağım olsun.








TAYYİP ERDOĞAN'IN KÜRSÜDEN GÖSTERDİĞİ ARŞİV VESİKASI

Dört sene önceki bütçe görüşmelerinde o zamanın başbakanı Tayyip Erdoğan, Osmanlı Arşivi'nden temin edilmiş bir belge fotokopisini TBMM'de milletvekillerine gösterip sözlerine delil getirmişti. Ben de saf saf sevinip, arşivin önemini kavrayan devletin âlî makamları bundan böyle en azından "ARŞİV KANUNU"nu çıkarırlar, personelin yıllardır gasp edilen özlük haklarını, hakkaniyet çerçevesinde geri verirler ümidine kapılmıştım. Heyhat, "hakkaniyet çerçevesi" yerine bu "fotoğraf çerçevesi" elimizde kaldı. Bizim koca Osmanlının belgesi de muhalefetin susturulmasından sonra bilmem ki nereye atıldı.

Yine de Arşiv'in ne büyük bilgi hazinesi olduğunu ilk anlayan, gerek Dersim olayları yüzünden, gerekse genel olarak CHP dönemini eleştirirken muhalefeti etkisizleştirmek için bol bol arşiv vesikası kullanan ilk siyasi lider Erdoğan'dır. Kendisi anlamadıysa bile o metinleri eline tutuşturanlar anlamış en azından.



MEHMED AKİF'İN KASTAMONU NASRULLAH CAMİİ VAAZI

Mehmed Akif, Milli Mücadele'ye katılmak üzere İstanbul'dan Ankara'ya geldiğinde Sebilürreşad Dergisi'ni de Ankara'da çıkarmaya başlamıştı. Burdur Milletvekili olarak aynı zamanda Anadolu'nun çeşitli yerlerinde vaazlar vererek halkı aydınlatma ve Milli Mücadele saflarında yer almaya teşvik ediyordu. Kastamonu Nasrullah Camii'nde verdiği vaaz daha sonra Sebilürreşad Dergisi'nde neşredilmiş ve üç baskı yapıp ordulara dağıtılmıştır.











KKTC MİLLİ ARŞİV VE ARAŞTIRMA DAİRESİ-GİRNE


Bu bina sadece bir arşiv değildir. Kıbrıs Rumlarının 19. yüzyılın ilk çeyreğinden itibaren kilise sermayesini kullanarak Türk emlakini ele geçirme operasyonunun müşahhas numunelerinden biridir. Kıbrıs metropolitliği sermayesi ile parasız Türk köylüsünün borçlandırılması ve zaman içinde ödeyemediği borçların karşılığında ipotek ettiği arazilerinin metropolitliğe veya Rum cemaatine kazandırılması hedeflendi. Bu projenin Girne ayağında adanın en büyük tefeci-bezirganlarından Severis bulunuyordu. Kıbrıs Milli Arşivi'nin binası da 1974 öncesi bu adamın malikanesiydi. Harekat sonrası terk edilen bu malikane arşiv binası olarak kullanılır. Günümüz insanının adını ve yaptıklarını hatırlamadığı Severis'in binası aynı zamanda acı hatıraların da arşivi olmaktadır. (Foto: Mustafa Küçük)


FATİH İLÇESİNDE BİRLEŞTİRİLEN MAHALLELER




Önce tarihi yarımadadaki iki idari taksimat yani Eminönü ve Fatih ilçeleri, Fatih olarak birleştirildi. Ardından 2008 yılında Fatih ilçesinde mevcut 69 mahalle 24'e indirildi. Tabi bu arada dört-beş yüz senelik tarihi isimler de güme gitti. Bilmem ki bu husus durup dururken nereden aklıma geldi!!!! Spekülatif bir soru sorayım: Yahu bu değişiklik ve birleştirmelere hakikaten gerek var mıydı?



25 Aralık 2014 Perşembe

FARMASON KELİMESİNE RASTLADIĞIM EN ESKİ TARİHLİ BELGE


Osmanlı Devleti'nde bir arşiv belgesinde ilk olarak rastlanan "Mason" kelimesini bulduğum belgeyi "Farmasonlardan Bahseden En Eski Arşiv Belgesi Gümrükçü Mehmed Esad Ağa'nın Mektubu" başlığıyla ve "şimdilik" kaydıyla daha önce yayınlamıştım. Bu mektup 18 Aralık 1798 tarihliydi. Şimdi de bundan daha eski, 17 Şubat 1786 tarihli bir belgeyi bulduğumu sevinçle kamuoyuna bildiriyorum.

Osmanlı'da, şu sıralarda çok kullanılan şekliyle bir "paralel devlet" yakıştırması yapılacaksa gözümü kırpmadan Ispartalı Halil Hamid Paşa'nın Sultan Birinci Abdülhamid zamanındaki sadaret dönemine bu sıfatı yakıştırabilirim. Halil Hamid Paşa 31 Aralık 1782-31 Mart 1785 (25 Muharrem 1197-20 Cemaziyelevvel 1199) tarihleri arasındaki yaklaşık 2,5 yıllık sadrazamlığında devlette daha önce görülmemiş bir kadrolaşma gerçekleştirdi. Reformcu ve Fransa yanlısı bir sadrazam olarak tanındı. Birinci Abdülhamid'i tahtından indirip yerine Şehzade Selim'i geçirmek töhmetiyle azledilip Bozcaada'ya sürüldü. Orada idam edildi. Azledilip sürülmesi ve idam edilmesi arasında birkaç gün vardır. Cenazesi Bozcaada'ya defnedildi ama başı gövdesinden ayrılarak İstanbul'a getirildi.

2001-2002 yıllarındaki Bülent Ecevit hükümetinin ekonomiden sorumlu devlet bakanı olan Kemal Derviş'in atası [dedesi] olduğu iddia edilmektedir.

Ölümünden sonra yazılan bir şiirde "Farmason" olduğu vurgulandı. Zaten bu dönemde Masonların ülke yönetimine katılmaya çok istekli ve gayretli olduğu sıklıkla dile getirilmiştir. Vaktiyle Fener Rumlarından divan tercümanı olan İstavraki'nin katipliğini yaptığı için "Katib-i İstavraki" unvanıyla aşağılanmak istenen Halil Hamid Paşa'nın ölümünden sonra yazılan bu şiir çok bilinen bir şiirdir. Yine de bu ne sürat der gibi yakın tarihli "cönk"e benzer bir arşiv defterinde rastlamak şaşırtıcı oldu. Cönkte bu şiirin yazıldığı sayfada bir doğuma düşülen tarih dolayısıyla şiirin deftere kaydı için de aşağı-yukarı aynı tarihleri verebiliriz. 17 Şubat 1786'ya tekabül eden bu tarih Halil Hamid Paşa'nın idamından sonraki ilk yıl içinde bu şiirin epey yayıldığını da gösterir. Şiirin çevriyazısını veriyorum:


Kâtib-i İstavraki Farmason-ı bed-neseb
Sadrı telvîs etdiğiçün mûcib oldu zillete
Hâ’in-i dîn ü şerî‘at olduğun îmâ edüp
Geldi Paskalya gününde başı bâb-ı devlete

22 Aralık 2014 Pazartesi

VALLAHİ HİCAB EDERİM


Sultan Birinci Abdülhamid’in hanımlarından, Sultan Dördüncü Mustafa ile Şehzade Ahmed’in annesi Sineperver Valide Sultan’ın Sultan Birinci Abdülhamid’e yazdığı bir mektup hissiyatımı epeyce galeyana getirdi. Kendisine Kasımpaşa’da bir  ev alınmasını rica ve niyaz ediyor. İmlası bozuk olsa da halis İstanbul Saray Türkçesi ile yazıyor ve bizler de rahat rahat anlıyoruz. Bir iki kelime gereksiz yere sadeleştirilmeseydi o kelimeler için de sözlüğe bakmaya hiçbirimiz gerek duymayacaktı. Neyse anlaşılmayan bir iki kelime için hemen Google’a yazıverin.

1-Şevketlü kudretlü kerametlü padişahım efendim sultanım hazretlerinin mübarek
2-hak-i pa-yi şeriflerine yüzüm gözüm sürdüğümden sonra benim efendim sultanım
3-arzuhal-i kulları budur ki: ben cariyenize bir ev kerem edesiz ziram
4-alacak kudretim yokdur. Siz efendimden rica niyazım budur. Ben kulunuzu
5-sevindiresiz. Hak azimüşşan siz efendime tûl ömürler ihsan
6-eylesün. Bir gününüzü bin eylesün. Rabbim Sultan Selim Efendimizi
7-ve Sultan Mehmed Efendimizi size ve bize bağışlasun. Nice şehzadeler
8-ile dahi sevindirsün. Amin. Ben kulunuzu bir hane ile mesrur edesiz
9-vallahi azim alacak kudretim yokdur. Rabbi teala malumdur siz efendim
10-dururken halim kime bildireyim. Vallahi hicab ederim. Ancak halim efendime
11-malum. Benim efendim sultanım bâkî kerem inayet siz efendimden. Kasım
12-Paşa bucağında kalırım. Benim efendim sultanım padişahım inayet
13-buyurasız. Bir hane ile mesrur idesiz.


Kulunuz
Sineperver.


21 Aralık 2014 Pazar

AMİRAL NELSON'UN SORGUCU


Amiral Nelson İngiltere'nin "Toprakları Üzerinde Güneş Batmayan İmparatorluk" sıfatını almasını sağlayan abidevi amiralidir. Trafalgar Deniz Savaşı'nda Fransız ve İspanyol donanmasından ibaret armadayı tek bir gemisini kaybetmeden hezimete uğratırken ağır yaralanmış ve bir süre sonra hayatını kaybetmiştir. Daha önceki savaşlarında da bir kolunu kaybetmişti. Fransızlarla mücadelesi yıllarca sürmüştür. 1798 yılında Fransızların Osmanlı idaresindeki Mısır'ı işgal teşebbüslerinde de karşılarına çıkmış, Ebukır'da bu donanmayı mahvederek Fransızların en önemli işgal gücünü kırmıştır. Buradaki başarısıyla Sultan Üçüncü Selim tarafından mücevherli çelenk (sorguç) ve nişanla ödüllendirilmiştir. Bu ödülleri çok seven Nelson sorgucu şapkasının önüne, nişanı da göğsüne takmış ve ömrünün sonuna kadar taşımıştır. Trafalgar ismi verilen meydana onun anısına dikilen sütun ve üzerindeki heykelde de bu sorguç görülmektedir. Lemuel Francia Abbott tarafından yapılan portresinde ise daha net görebilirsiniz. Yani Londra'nın en önemli meydanında en yüksekte bir Osmanlı sorgucu bulunmaktadır.




İZMİR’E DÜŞEN GÖKTAŞLARI ŞİMDİ NEREDEDİR?



1902 senesinde İzmir’in Damlacık mahallesinde bir evin çatısına göktaşı düşmüş. Kiremitleri ve tavanı parçalayarak evin içine düşen göktaşı parçalarını incelenmek üzere İstanbul’da Müze-i Hümayun’a (şimdiki Arkeoloji Müzesi) göndermişler. Diğer belgelerde onlar da incelemelerini yaptıktan sonra taşların önemine binaen geri kalanların da gönderilmesini talep ediyorlar. Bu taşlar günümüzde nerede saklanıyor acaba.

BELGE METNİ:

AYDIN VİLAYETİ
MEKTUBİ KALEMİ
ADED
58

MAARİF NEZARET-İ ALİYYESİNE

Atufetlü Efendim Hazretleri
Şehr-i hâlin dokuzuncu Cumartesi gecesi saat birde cevv-i havada şerare-feşan olarak İzmir’in Damlacık Mahallesi’nde bir sakafa sukut ile kiremit ve tavanı delerek içeriye düşmüş olan hacer-i semavi parçaları Müze-i Hümayun’ca tedkikat-ı fenniyyeye lüzum görüldüğü halde icabı ifa olunmak üzere postaya teslimen irsal olunmakla ol babda irade efendim hazretlerinindir.

23 Cumadelula 1320 – 15 Ağustos 1318 – [28 Ağustos 1902]


Vali-i Vilayet-i Aydın
[Mühür]



SEN Kİ FRANÇE VİLAYETİNİN KRALI FRANÇEŞKO'SUN



Kanuni Sultan Süleyman Han’ın Ocak 1526’da Fransa Kralı Fransuva’ya gönderdiği name-i hümayunun elkab bölümünden;

“Ben ki sultânü's-selâtîn ve burhânü'l-havâkîn tâc-bahş-ı hüsrevân-ı rû-yi zemîn zıllullâhi fî'l-arz Akdeniz'in ve Karadeniz'in ve Rumili'nin ve Anadolu'nun ve Karaman'ın ve Rûm'un ve Vilâyet-i Zülkadriye'nin ve Diyâr-ı Bekr'in ve Kürdistân'ın ve Azerbaycân'ın ve Acem'in ve Şâm'ın ve Haleb'in ve Mısr’un ve Mekke'nin ve Medine'nin ve Kuds'ün külliyen Diyâr-ı Arab'ın ve Yemen'in ve daha nice memleketlerin ki âbâ-i kirâm ve ecdâd-ı ızâmım enârallahu berâhinehüm kuvvet-i kâhireleriyle feth etdikleri ve cenâb-ı celâlet-me’âbım dahi tîg-ı âteş-bâr ve şemşîr-i zafer-nigârım ile feth eyledüğim nice diyârın sultânı ve padişâhı Sultân Bayezid Han oğlu Sultan Selim Han oğlu Sultan Süleyman Şah Han'ım,
sen ki Françe vilâyetinin kralı Françeşko'sun”


Bu name-i hümayun günümüzde Fransa "La Bibliothèque Nationale"de saklanmaktadır. Nasıl korumuşlarsa pırıl pırıl günümüze intikal etmiştir. Bu tarihte Fransa Kralı'ndan gönderilmiş olup mutlaka arşivlerimizde bulunması gereken cevabi name veya nameler arşivlerimizde yoktur.





KUTÜLAMARA ZAFERİMİZ - İNGİLİZLERİN ADINI BİLE DUYMAK İSTEMEDİĞİ SAVAŞ



İngiliz Ordusu 20. Yüzyılda iki defa büyük darbe almıştır. İki darbeyi de Türklerden yemiştir. Bunun dışında koca bir yüzyıl başarıdan başarıya koşmuş bir ordudur. Karşımızdaki en feci mağlubiyetlerinin birincisi Çanakkale zaferimizdir. Uzun süren bir ilgisizlikten sonra yakın tarihlerde yeşeren bir merakla artık topluma mal olmuş, yayın üstüne yayın, belgesel filmler, düzenli seyahat seferleri ile halkın ilgisine mazhar olmuştur.

İkinci büyük galibiyetimiz olan Kutü’l-Amara ise toplumun büyük bir kesiminin meçhulüdür. Birinci Dünya Harbi’nde Irak Cephesi’nde Kut ve Amara arasında sıkıştırılan General Townshend komutasındaki İngiliz Ordusu neredeyse tamamen imha edilecekken teslim olarak bu acı sondan kurtulmuştur. 5 Aralık 1915 tarihinde kuşatma taarruzu başlamış 29 Nisan 1916’da İngilizler teslim olmuştur. Burada alınan İngiliz esirleri ile diğer cephelerde  İngilizlere esir düşen Türklerin değişimi yapılarak Türk esirler de özgürlüğe kavuşmuştur.


Bu galibiyeti sağlayan kahraman ordunun komutanı Halil Kut Paşa'nın galibiyetten sonraki nutku aşağıdadır.



Arslanlar!
Bütün Türklere şeref ve şan İngilizlere kara meydan olan şu kızgın toprağın güneşli semasında şehitlerimizin ruhları sevinçle gülerek uçarken, ben de hepinizin pâk alınlarından öperek cümlenizi tebrik ediyorum. Ordum gerek Kut karşısında gerekse Kut’u kurtarmaya gelen ordular karşısında 350 subay ve 10.000 erini şehit vermiştir. Fakat buna karşılık bugün Kut’ta 13 general, 481 subay ve 13.300 er teslim alıyorum. Bu teslim aldığımız orduyu kurtarmaya gelen İngiliz kuvvetleri de 30.000 zayiat vererek geri dönmüşlerdir. Şu iki farka bakılınca, cihanı hayretlere düşürecek kadar büyük bir fark görülür. Tarih bu olayı yazmak için kelime bulmakta müşkülata uğrayacaktır. İşte Türk sebatının İngiliz inadını kırdığı birinci zaferi Çanakkale’de, ikinci zaferi burada görüyoruz.




O tarihte esir olan genç İngiliz subaylarından birinin 1951’de Halil Kut Paşa’ya gönderdiği Türkçe mektubu Resimli Tarih Mecmuası'ndan iktibas ediyorum.


GENERAL TOWNSHEND