21 Mart 2013 Perşembe

İNEGÖL BELEDİYE REİSİ OSMAN BEY’İN TELGRAFI




İNEGÖL TARİHİNDEN SAYFALAR BLOĞUNA

sinanculuk1.blogspot.com

adresine taşınmıştır.

GÂVURA GÂVUR DİYEN SULTAN İKİNCİ MAHMUD




Sinan ÇULUK

Aslen Kırımlı olan İsmail Ferruh Efendi Sultan Üçüncü Selim ve İkinci Mahmud devrinin önemli devlet adamlarındandır. Londra sefiri olduğu sıralarda masonlarla teşrik-i mesaisi olmuştur. Beşiktaş Cemiyeti İlmiyyesi adı verilen gizli örgütün lideri olarak bilinir. Bu gizli örgüt, toplantılarını İsmail Ferruh Efendi’nin Ortaköy’deki yalısında gerçekleştirirdi. Burası için İstanbul’un en eski mason localarından biri de denilmiştir. Yeniçeri Ocağı’nın ilga edildiği 1826 senesinde Bektaşilik suçlaması ile bu örgütün bilinen üyeleri çeşitli yerlere sürüldü.

Aşağıdaki belge İsmail Ferruh Efendi’nin sürgün emridir. Sadrazamın takriri üzerine Sultan İkinci Mahmud kendi el yazısı ile bir hatt-ı hümayun yazmıştır. Kısaca sadeleştirirsek “İnsanların toptan terbiye edilmesi insan gücünün üzerinde olduğundan mümkün değildir. Buna rağmen şeriata aykırı olan şeylerden halkı menetmek gerekir ve bilerek sessiz kalınsa birlikte günahkâr olunacağı muhakkaktır. İsmail Ferruh Efendi her ne kadar yaşlı bir adam olsa da çoğunlukla gâvurlarla bir araya gelmekte, dostluk sürdürmektedir. Bu durum dini akidesinin olmadığına güçlü bir delildir.”

Tanzimat’ın ilanından sonra “Gavura gavur demenin yasak edilmesi” bugün için dahi en bilinen Tanzimat uygulamalarındandır. Tanzimat ortamının hazırlayıcısı olsa da ilan edemeden vefat eden Sultan İkinci Mahmud’un siyasi kişiliği için bu belgede önemli ipuçları bulunmaktadır. Çünkü bizzat kendisi “gavur” kelimesini kullanmaktadır. Ayrıca İngiltere sefiri Lord Stratford Canning en önde gelen dostlarındandır. Buna rağmen İsmail Ferruh Efendi’yi “gavurlarla ihtilat ediyor” diye dinsiz ilan etmektedir. 

 Muhtemeldir ki “Ey iman edenler! Yahudileri ve hıristiyanları dost edinmeyin. Zira onlar birbirinin dostudurlar. İçinizden onları dost tutanlar, onlardandır. Şüphesiz Allah, zalimler topluluğuna yol göstermez - Maide Suresi 51. Ayet ” mealindeki ayete uyarak İsmail Ferruh Efendi’nin İslami akidelerinin olmadığını söyler. Ne var ki hünkârın dinsiz dediği bu zat, yazdığı tefsir bahane gösterilerek Bursa sürgününden affa uğrayarak Kadıköyü’nde zorunlu ikamete tabi tutulacak  ve günümüzde hala kullanılan Mevakib isimli tefsiri yazacaktır.

Belge Metni: 

Benim Vezirim
İşbu takririn ve pusla manzûr ve ma‘lûm-ı hümâyûnum olmuşdur. Bütün bütün nâssın ıslahı vüs‘-ı beşerden hariçdir. Ancak elden geldiği mertebe şer‘-i şerifin mugâyiri olan şeylerden nâssı men‘ etmeğe sa‘y u gayret eylemek pek lazımdır ki ma‘azallahi te‘âlâ bilerek sükût olunsa beraberce âsim olunmak lazım gelir. Mumaileyh İsmail Efendi müsinn ve ihtiyar ise de ekseri ihtilâtı gâvurlar ile olduğundan akaid-i diniyyesi olmadığına bu da delil-i kavîdir. Bursa’ya nefy u iclâsı isabet olmuş. Uhdesinden münhal olan Şıkk-ı Sâlis Defterdarlığı puslada muharrer Abdullah Naim Efendi’ye tevcih oluna.
Şevketlü, kerâmetlü, mehâbetlü, kudretlü, veliyyini‘metim efendim
Muktezâ-yı irâde-i seniyye-i Şâhâneleri üzere Şıkk-ı Sâlis İsmail Ferruh Efendi her ne kadar müsinn ve ihtiyâr ise de mübâlât-ı diniyyesi olmadığından bâ-fermân-ı âlî çavuş mübâşeretiyle Bursa’ya nefy u iclâ olunmuş ve uhdesinden münhal olan Şıkk-ı Salis Defterdarlığı içün hatıra gelen kullarının puslası hâk-i pâ-yi übbehet-ihtivâ-yı Cihan-bânîlerine arz u takdîm kılınmış olmağla mansıb-ı mezkûrûn puslada muharrer kullarından birine veyâhud âhâr bir bendelerine tevcîhî husûsûnda ne vechile irade-i seniyye-i mülûkâneleri müteallik olur ise emr u fermân şevketlü, kerâmetlü, mehâbetlü, kudretlü, veliyyini‘metim efendim Padişahım hazretlerinindir. 

MİDHAT PAŞA’NIN TAİF’DEN MEKTUBU



Sinan ÇULUK


Taif zindanında hunharca ve bu milletin mukadderatına kastedilen bir şekilde şehit edilen Midhat Paşa’nın zindanda yazı yazmaktan bıktığına, meşguliyet olarak Kuran-ı Kerim’i yeniden ezberlemeye başladığına, hadis ve siyer kitapları okuyarak vaktini geçirdiğine ve ailesiyle ilgili bazı hususlara dair mektubudur. Yorumsuz olarak yayınlıyorum.

Bihi
Tayfur Ağa’ya
İzzetlü Ağa
İşbu mektup Taif’den gönderdiğim mektupların üçüncüsüdür. Birinci mektupta harem dairesinin İzmir’den Dersaadet’e nakilleri münasip olacağını ve bizim İzmir’de kalan elbisemiz ve maşlah ve kefiye ve bazı hafif kürk ve sako ve şenil gibi eşya ile sarayda kalan çamaşır sandığının ve yatak ve karyolanın buraya gönderilmesini ve bazı kütüb irsalini ve bir miktar akçe yetiştirilmesini yazmış ve ikinci mektupta sizin bizzat İzmir’e azimetle oraca olan ilişiklerin bittesviye harem dairesinin heyetiyle Dersaadet’e nakline himmet eylemeniz ihtarıyla beraber beş altı kıyye miktarı tütün istemiş idim. İşbu mektubumla yine onları tekid ve tacil ederek himmetinize temenni eder ve dört aydan beri hanımlardan ve çocukların keyfiyet-i afiyetlerinden hiç bir gûne haber alamayıp aşırı merak etmekte olduğumdan evvel-be-evvel buna dair malumat itasını rica eylerim. Dairenin masrafına ve akçe hususuna dair sizden bir re’y ve iş‘ar almadıkça ve halin ne olduğu bilinmedikçe re’y-i kat‘î vermek mümkün olamayacağından ona intizar etmekte ve hala Taif Kışla-i Hümayunu’nda bulunup Lillahilhamd ve’l-minne vücutça hal-i sıhhatteyim. Yazı yazmaktan pek ziyade bıkmış ve bu defa bütün bütün teneffür etmiş olduğum ve meşguliyeti Kuran-ı Kerim’in yeniden hıfzına ve bazı siyer ve ehadis mütalaasına hasr eylediğim cihetle bu mektubu bile hayli zahmetle yazdım. Baki olasız Huda’ya mevdû‘.  Şevval 1298  [Ağustos-Eylül 1881]

Midhat

 


DEVLET-İ ALİYYE’NİN EŞKIYAYA İSTİMALET POLİTİKASI

Sinan ÇULUK

Osmanlı Devleti’ne karşı isyan eden Celalilerin en büyüğü Karayazıcı Abdülhalim’dir. Onun öldürülmesiyle hareket kardeşi Hasan tarafından sürdürülmeye çalışılmıştır. Bu aşamada uzun süreli bir savaşın tahribinin ve iki taraftan katledilen nüfusun fazlalığı, devleti yeni politikalar geliştirmeye yöneltti. Muhtemelen Sadaret Kaymakamı Mahmud Paşa’nın yazdığı ve Sultan Üçüncü Mehmed’e sunduğu bu vesikada çeşitli öneriler yer almaktadır. Üst kısmında Sultan Üçüncü Mehmed’in el yazısı ile önerilerin kabul edildiği bildirilmektedir. Günümüze de yansıyan yönleri olan bu durumun anlatımı oldukça sade bir Türkçe iledir. Yorumsuz olarak takdim ediyorum.

Belge Metni: 

Saadetlü padişahım.
Geçende ferman-ı hümayunuz ile öte yakada olan beğlerbeğilere ahkâm-ı şerife gönderilüp “mürd olan Yazıcı nâm la‘înin iğvası ile fesad ve şenaat üzre levendat ve sekban taifesinden her kangısı tevbe ve istiğfar idüp beğlerbeğilerin ve beğlerin hizmetlerin ihtiyar iderse ve yahud behremend olmak ümmiziyle sefer-i hümayuna giderse ve bilcümle kendü hallerinde olanlara mücerred himmet-i sabıka ile dahl u taarruz olunmaya, şimdiye değin olan suçları afv olunmuştur” deyü istimalet vermekle taife-i mezbureden hayli kimesneler eşkıyadan yüz çevirüp beğlerbeğiler ve beğler kullarınuzun yanlarına gelmeğe başlamışlardır. Hatta mürd olan Yazıcı-i la‘înin kethudası namında olan Kabasakal Mustafa nâm kimesne ikiyüz mikdarı adem ile Yusufpaşaoğlu’nun yanına varmışdır. “Bana çavuşluk sadaka buyurulursa niçe yarar yiğitler bana olan riayeti göricek itaat eylemeleri mukarrerdir” deyu müteahhid olduğun mumaileyh Yusufpaşaoğlu ilam eylemişdir. Bera-yı maslahat mezbur Kabasakal Mustafa’ya mahlulden bir çavuşluk sadaka buyurulmak lazımdır. Saadetlü padişahım, geçende suçları afv olunmuştur deyü gönderilen hükm-i şerifin çok faidesi olup bu husus hüsn-i tedbire mukarin olmuştur. Filvaki şimdilik ayağ üzerinde olan eşkıyayı bir uğurdan kılıç ile kırmak müşkildir. Bunları bazılarını riayet ve istimalet ile getürtmek gerekdir. Ve bazılarını el virdüğüne göre kırup sairlere mucib-i ibret içün haklarından gelinmek gerekdir. Hala bu kulunuz böyle re’y gördüm ki bu eşkıyanın bellü başlularına sabıka ferman olunduğu üzre iç ilde olmamak üzre Bağdad ve Tebriz ve Gence ve Revan ve Şirvan ve Gürcistan serhadlerinde kimine sancak kimine ağalık ve beşyüz nefere varınca zikr olunan serhadlerde düşenden bir gedik ve birkaç yüz nefere varınca düşenden zeamet ve timara evamir-i şerife ve yirmi nefere varınca dergah-ı ali müteferrikalığı ve kırk nefere varınca dergah-ı ali çavuşluğu virilmek içün Serdar Hüsrev Paşa kulunuza hükm-i şerif gönderile. Bu eşkıyanın lazım gelenlerinden bu mikdarına riayet oluncak sairlerini ayardup Yazıcı karındaşı olan Hasan nam lainin suhuletle hakkından gelinmesine ve eşkıya cemiyetinin ahsen vechile perişan olmasına bais olmak mukarrerdir. Rıza-yı hümayununuza muvafık ise bu hususa vech-i meşruh üzre müsaade-i aliye buyrulmak babında ferman devletlü saadetlü padişahımındır. 1011.M.8  [28 Haziran 1602]


3 Mart 2013 Pazar

ROBERT KOLEJ'İN TEMEL ATMA TÖRENİNİN CANLI ŞAHİDİ AHMED SAFİ BEY ANLATIYOR


Günümüzün Boğaziçi Üniversitesi, 1863 yılında Amerikalı Cyrus Hamlin ve Christopher R. Robert tarafından Sadrazam Ahmed Vefik Paşa'nın sattığı arazi üzerinde temeli atılıp, 1871 yılında tamamlanan, Robert Koleji'nden dönüşmüştür. 

Burada atılan temel Türkiye'nin modernleşme tarihine atılan en önemli temellerdendir. Osmanlının başkentinde o zamana kadar yüzyıllardır çok sayıda ecnebi okulu  faaliyetteydi. Bunlar sessiz sedasız eğitimlerini yürütürdü ama Robert Koleji'nin arazi seçiminden, inşaatına kadar ihtilaf ve çekişme eksik olmadı.  Açıldıktan sonra da toplumsal vicdanda faaliyetlerine yönelik muhalif duygular ağır basmaktaydı. Bu duyguları daha temel atılırken orada bulunmuş Ahmed Safi Bey,henüz basılmayan Sefinetü's-Safi adlı eserinde çok canlı tasvirlerle dile getirmiştir. 1851 doğumlu olduğuna göre belki de ilk binanın değil, ikinci binanın temel atma törenini anlatıyor olabilir. Burası kesinlikle anlaşılmasa da bir temel atma törenini gördüğü kesindir. Kitabın 18 cilt, 3350 sayfadan ibaret yazma aslı İÜ. Tıp Tarihi Enstitüsü kitaplığından bir şekilde kaybolmuş, elimizde maalesef çok silik fotokopileri kalmıştır. Ne kadar silik olsa da Ahmed Safi Bey'in gördüklerini birinci elden aktardığı satırları yeni yazıya çevirerek, yorumsuz olarak paylaşıyorum.




«Fatih Sultan Mehmed Han-ı Sani İstanbul’u fetihden evvel Boğaziçi’nde Boğazkesen denilen mahalde bugün bakiyyetü asar-ı garaib [?] dide-i teessüf ile görülmekte olan hisarı inşa etmiştir. Oraya şimdi Rumili Hisarı denildiği malumdur. Hisar ile Bebek karyesi arasında bir İslam kabristanı vardır ki Kayalar namıyla maruftur. Bu kabristanın üst ve dağ tarafı meşhur Ahmed Vefik Paşa’ya geçmiş idi. Paşa buralarını Amerikalılara sattı. Onlar da oraya bir mektep yaptılar. Sultan Aziz saraya bakıyor diye mektebi yıktırmağa çok uğraştı ise de bir şey yapamadı. Hükûmet-i Mutlaka’da infaz-ı evamir edemeyen hükümdar…..

İslam mektebi olsa idi yıktırılırdı…Ecnebi….Hasılı bu mektep yapılacağı zaman tertip ettikleri vaz-ı esas “temel atmak” resminde hazır bulunmak üzere Altıncı Daire-i Belediye müdürü ile daire mühendisi İsmail Efendi’yi ve Hisar zabıta memurunu çağırırlar. İşte çağırırlar; artık anla biz de ayrıca bulunduk. Baktık ki temeller hafr edilmiş. Yüzler ile amele ve duvarcı ustaları hep hazırlanmışlar.

Usûl-i İseviyye üzere dua edilecek nutuklar irad olunacak ondan sonra temel taşı konulacak denildi. Bir saat mürurundan sonra başpapazları geldi. Mektebin müessisleri ve Amerika tebaasının İstanbul’da bulunan ileri gelenleri ve Amerika elçisi ve konsolosları ve muteberan-ı ecanibden pek çok kimseler toplandılar. Başpapaz İngilizce dua okudu, ne okudu bilemem, duadır dediler. 

Badehu beş on kadar kimseler sıra ile birbirini müteakip elsine-i ecnebiye ile nutuk irad ettiler. Ne söylediler, onu da bilemem. Bildiğim bir şey var ise onların içinden bir Cizvit papazı Türkçe kısa bir nutuk okudu. O kadar lastikli sözler ki hangi tarafa çekilse o tarafa gider. Zihi şeytanet. Ve acizde böyle şeyleri tamamen zabt etmek fikri o vakitler henüz yok idi. O zamandan bu vakte kadar pek çok seneler geçmiş olduğundan hatırımda o nutuktan yalnız son iki cümlesi kalmış ve bana kan ağlatmış idi. O da şu “Türkler buraları kan döküp aldılar. Biz de paramız ile aldık” cümle-i ciğer-sûzi idi. Andan sonra Frenklere hasbe’l-hamiyye gönlüme bir husumet-i şedide geldi. 

Sözü uzatmayalım demirden mamul içi dışı zift ile tıla edilmiş bir çekmece getirdiler. İçini İngiliz altınıyla doldurdular. Kâğıt değil kâğıt gibi bir şeyi ihtimal tirşeden mamul olsa gerek üstünde Frenkçe evvelce yazılmış bir hayli yazı var, o yazılı kâğıt gibi şeyi de altınların üzerine koydular. Çekmeceyi kilitlediler. Meşe ağacından yapılmış ve içi dışı kezalik zift ile boyanmış diğer bir mahfazanın içine o çekmeceyi koydular. Onu da kilitlediler maa mahfaza çekmeceyi temele indirdiler. Ve temel duvarını mevcut ustalar hemen örmeğe başladılar. Hulasa zaman-ı kalîlde mektebi yaptılar. Bir taraftan da tevsi‘ ettiler. 

Söylediklerimi masal, mesel diye dinleme. Bir kere lütfen git de gör. Bugün orası bir memleket gibidir. Makalenin tahririnden üç sene evvel Amerika ağniyasından İstanbul’a gelen birisi vuku‘ bulan davet üzerine mektebi ziyaret eder. İntizamını ve binanın taksimatını ve sairesini takdir eyler. Yalnız mühendis şubesi olmadığından mektepte bu şube-i fennin de tedrisi ile ikmal-i nevakıs edilmesi arzusunu izhar eder. Bunun içün ayrıca bir daire inşasını ve masarif-i inşaiyyeye [medâr ?] olmak üzere takdim edeceği yüz bin İngiliz lirasının kabulünü rica eyler. İngiliz bankasından alınmak içün yüz bin liralık bir çeki bi’l-imza mektep idaresi heyetine verir. Akla hayret hâlbuki açlığından teslim-i ruh edecek bir Müslümana bu zengin Amerikalı tesadüf etse beş para vermez ve nasıl vefat edecek diye o aç Müslümanın suret-i vefatını katiyen müteessir olmayarak seyreyler. İane suretiyle aldıkları mezkûr yüz bin lira ile büyük bir daire yaptılar. Mühendisliğe lazım gelen her bir alât ve edevâtı ihzar ettiler. Şimdi o daire-i cedidede talebeye mühendislik öğretiyorlar.

Mektebin programına nazaran hangi şubeye girer ise girsin leyli olarak beher şakird içün senevî ücret kırk beş Osmanlı lirasıdır. Neharî on iki liradır. Yılda bir buçuk lira da ayrıca alıyorlar. Yatağı çamaşırı elbisesi harçlığı kitap parası şakirde aittir. Yemeği mektep verir, neharî talebe ekmeği kendileri getirir. Her sabah umum talebeyi hangi milletten olur ise olsun behemehâl mektebin kilisesine götürürler, perestiş ettirirler. Bunu yapmak mektebin nizam-ı dâhilîsi iktizasındandır. 

Talebeye ibtida Protestanlık fikrini ilka etmeğe uğraşırlar. Maksat Protestanlık değildir. Kendilerinin Hıristiyanlık kisvesi altında tesisine çabaladıkları bir din vardır ki o da zann-ı ağlebime göre Farmasonluktur.

Bunların fikrince dünyada bir din olmalı ve umum insanlar bu din ile amel etmelidir. Halbuki bunun muhal olduğunu Vacib Teala Hazretleri Kuran-ı bahirü’l-burhanlarında estaizü billah “Ey insanlar Allahu Teala istemiş olaydı sizi bir ümmet kılardı.” “Ey Muhammed Rabb’in istemiş ola idi bütün insanları bir ümmet kılardı”  diye beyan buyurdukları ayât-ı celile şahid-i adldir. 

İstanbul’da Mercan Yokuşu’nda Rıza Paşa Konağı’nın arsası karşısında Maktul İbrahim Paşa’nın arsasını bu kavm-i menhus aldı. Oraya bir han yaptılar, adını Baybil Havus [Bible House] koydular. Memalik-i Osmaniye’de olan mekteplerin idare ve tesisine uğraştıkları yeni dinin neşr u tamimine vasıta olan memurlarının merkezidir.»

[Bu eserin mikrofilm görüntüleri elimizde olmakla birlikte asıl elyazması nüsha kayıp olduğundan mikrofilmde okunamayan yerleri tashih etme imkânımız olmamıştır]