23 Haziran 2014 Pazartesi

TOPLAMALAR


DEVLET KÜFR İLE BERBÂD, ZULM İLE ÂBÂD OLMAZ

Senelerdir çeşitli kod adları ile anılan soruşturmalar sonucu hayatlarına el konulup, hapislerde yatan, mağdur edilen, hakları yenen, hayatları çalınan insanlarımıza geçmiş olsun dileklerimi sunuyorum. Şark toplumlarının devlet felsefesini en iyi nitelendiren özdeyişlerinden en bilineni "Devlet küfr ile berbad, zulm ile abad olmaz" özdeyişidir. Müşrik Mecusi hükümdarlarından Nuşirevan'ın İslam toplumlarındaki sıfatı "Adil" Müslüman Emevi Valisi Haccac'ın sıfatı "Zalim"dir. Müşrik Nuşirevan her daim övülürken, Müslüman Haccac yerin dibine batırılır. Buradan herkesin kendine çıkaracağı paylar olsa gerektir.



ŞEHBENDERLİK ARMASI

Osmanlı Devleti zamanında yurt dışı temsilciliklerimizin kapısında bunun gibi hilalin ucu yukarıya açık ve yıldızı kucaklayan bir arma bulunurdu. Devlet-i Aliyye-i Osmaniye Şehbenderliği (konsolosluğu) yazılı olan bu levhanın hattatı Halid, camaltı tekniği ustası ise Kristiyan, Karsban gibi okunabilecek bir imzaya sahip. Osmanlı Arşivi Daimi Sergisi'nde orijinalini görebilirsiniz.



OSMANLI KIYAFET ALBÜMÜNDEN AYRINTI

Marie de Launay ile Osman Hamdi Bey'in hazırladığı Osmanlı Kıyafetleri Albümünden iki fotoğraf. Diyarbakırlı Kürd, Palulu Kürd yazıyor da neden Diyarbakırlı Türk yazacağı yerde Diyarbakırlı İslam yazıyor acaba? O vakitlerden beri biz ayrıymışız da haberimiz yokmuş. İslamlık bize, Kürtlük onlara. Belki de eskiden onlar da kendilerine İslam diyorlardı ama 1790'lardan sonra o bölgelerde cirit atan "iyi saatte olsunlar" o bölge insanlarına "siz Kürtsünüz" diye diye onlar da "biz Kürdüz" demeye başladılar..


FİRARİLERİN TÜRKÜSÜ


Sinan ÇULUK





Şu şiir Osmanlı'nın en azametli devrinde bile ordudan kaçan rütbeli-rütbesiz, timarlı, maaşlı askerlerin varlığını göstermektedir. Ferağ kaydı 4 Ağustos 1559'a tarihlenen bir yazmada rastladım. Bahsi geçen firar hangi savaşta olmuştur, hangi tarihe aittir belli değil. Sava Köprüsü'nden bahsedildiğine göre yine de Kanuni'nin seferlerinden birinde olması akla yakın. Güzel bir Türkçesi olan bu şiirin bir kaç tane anlaşılamayan kelimesi için yeni bir sekmeye açacağınız Osmanlıca Lugat'te sorgulama yapabilirsiniz.


Firariyan-ı Fermanlu Tabur

Cenk içün saf bağlayup geldi adûy-i hâk-sâr
Merd olan meydâna geldi kıldı azm-i kâr-zâr

Şah-ı Gazi kûh-veş kılup ihsan komuşken karâr
Baş virüp baş aluriken her dilîr-i nâmdâr

Biz muhanneslik idüp avrat gibi etdik firâr
Kuskuna kuvvet deyü kaçmağı kıldık ihtiyâr

Zera‘ denlü itmedik nâmûs u âra i‘tibâr
Nicemüz nez gibi giyüp başına oldu har-süvâr

Er dimen şimden gerü billah karı diyin bize
Gayri nâm ile çağırmanuz firârî diyin bize

Oldu kaçmakda Hüseyin Ağa bizim serdârımız
Dahı önünce Balıkçızâde sancakdârımız

Oldu ardınca Piyale Kethüda dündârımız
Durmadık kaçakdık bırakdık yalnız Hünkârımız


İrdi üç günde Sava Köprüsü’ne ılgârımız
Var kıyâs eyle kaçarken sür‘at-i reftârımız

Hiç bizim kaçmakdan özge kalmamışdır kârımız
Gayra virsünler sergimiz mansıb u tîmârımız

Ummasun Hünkâr şimden gerü bizden harb u cenk
Sağ olalım biz heman lâzım değil nâmûs u nenk




22 Haziran 2014 Pazar

ULUSLARARASI DENGELERE KAÇ PADİŞAHI KURBAN VERDİK


Sinan ÇULUK

Nevşehirli Damad İbrahim Paşa'nın sadaret müddeti 1718-1730 tarihleri arasında on iki buçuk yıl sürmüştür. O tarihten bu yana ilk kez on bir yıl üç aylık başbakanlık süresi ile Recep Tayyip Erdoğan Damad İbrahim Paşa'nın görev süresine yaklaşmıştır. Şimdi de "Başkanlık" makamını zorlamaya hazırlanmaktadır. Karşısına çıkan ilk rakip Prof. Dr. Ekmeleddin İhsanoğlu için anında senaryolar hazırlanıp uluslararası mihrakların adamı yakıştırmaları yapılmaktadır. Sanırsınız ki tarihimizde ilk defa böyle bir durum yaşanıyor. Seçme ve seçilme hürriyeti bizde eskiden beri hüküm sürer. Tabii ki reaya ve beraya bu tercihi kullanamaz. Sadece belirli mihrakların fikir hürriyeti ve seçme özgürlüğü vardır.

Tarihimizde sorgulanması gereken, dokunulmazlığı olan meçhul zaman dilimleri doludur. Gerçeklerin ortaya çıkarılması gelecek zamanın muhtemel dilimlerine emanet edilmiştir.

1787'de önce Rusya, sonra Avusturya ile savaşa tutuştuk. 1791'de Avusturyalılarla "Ziştovi", 1792'de Ruslarla "Yaş" anlaşmalarını imzaladık. En az üç yüz otuz bin can kaybettik. Toprakları ve diğer maddi kayıpları saymıyorum. Bu savaştan önce Sadrazam Halil Hamid Paşa ve ekibi tarafından Sultan Birinci Abdülhamid'e darbe girişimleri oldu. Yeğeni Şehzade Selim darbecilerle işbirliği yaptı, Fransa kralı ile mektuplaştı. Savaş esnasında padişah aleyhine muhtıralar verildi. Ne yaptılarsa Batı dünyası ve Rusya'dan nefret eden padişahı tahttan indiremediler. Sultan Birinci Abdülhamid de yeğeni Selim'in canına dokunmadı.

Anlatılıp duran bir hikaye vardır. Osmanlı-Rus Savaşı esnasında Özü (Oczakow) Kalesi Ruslar tarafından ele geçirilir ve bir anda şehir halkından yirmi beş bin kişi kılıçtan geçirilir. Bu felaket Sultan'a haber verildiğinde nüzül "felç" isabet eder ve az sonra hayatını kaybeder. Hep böyle biliriz ama Özü Kalesi 17 Aralık 1788'de işgal edilir. Sultan Abdülhamid ise 7 Nisan 1789'da vefat eder. Kaynaklar bu sürenin sorgulamasını hiç yapmazlar. Bu sürede ne oldu. Bu kadar uzun süre felçli yaşayan bir adam nasıl hatt-ı hümayun yazmağa, başının belası savaşı yönetmeye devam etti. Bu meçhul zaman dilimini sorgulamak lazım...

Sultan Birinci Abdülhamid'den sonra Üçüncü Selim tahta geçti. Aynı sene Fransız İhtilali oldu. Avusturya ve Rusya ile anlaşmalar imzalanarak savaşa son verildi. Nizam-ı Cedid ilan edildi. On sekiz sene devletin başında kaldı. Kabakçı İsyanı adı verilen bir darbe ile tahtından oldu. Yerine geçen Sultan Dördüncü Mustafa babası Birinci Abdülhamid'in merhametini amcaoğluna karşı gösterdi ve Selim'i öldürtmedi. Alemdar Mustafa Paşa'nın darbesine maruz kalarak bir seneden fazla oturduğu tahttan indirildi. Osmanlı tarihinde defalarca görülen darbelerden bir darbe sonucu tahta çıktıysa da nizami bir şekilde "biat" edilen ve hukuken padişah olan Sultan Dördüncü Mustafa yerine darbeyle gelen kardeşi Mahmud tarafından da öldürtüldü. Bu konuda hiç bir yayın yoktur ki Alemdar darbeci olarak kınansın ve Sultan Mahmud kardeşini öldürttüğü için eleştirilsin. Şahsiyetsiz heriflerin kutsandığı bu meçhul zaman dilimini sorgulamak lazım.

Sultan Abdülaziz, Rusya ile ilişkileri geliştirmek üzere iken, bir darbe ile tahtından indirildi. Öldürüldüğü veya intihar ettiğine dair söylentilerin ardı kesilmedi. Yerine gelen Beşinci Murad'ın bir mason olduğu ve masonların büyük üstadı Skaliyeri'nin sadık bir talebesi olduğu ise güneş gibi bir hakikatti. Cinnet geçirdiği için tahttan indirilmeseydi kimbilir ülke nerelere giderdi! Bu meçhul zaman dilimini sorgulamak lazım.

Sultan İkinci Abdülhamid ağabeyinin yerine tahta çıkarılmadan Midhat Paşa tarafından ziyaret edildi. Meşrutiyet Meclisi'ni açması ve Anayasayı ilan etmesi halinde tahta çıkabileceği dikte edildi. Bu dikteyi kabul eden Şehzade Abdülhamid tahta çıktı ve vaadlerini gerçekleştirdi. Daha sonra kendini toparladı ve her şeyi silbaştan kendi inisiyatifiyle gerçekleştirmeyi denedi. Tahttan indirilmesindeki uluslararası ilişkiler yumağı bu kez öylesine güçlüydü ki peşpeşe St. Petersburg ile Moskova, Tahran ve İstanbul aynı şekilde şoklara maruz bırakılmıştır. Bu meçhul zaman dilimini sorgulamak lazım.

Cumhuriyet döneminde ise Missouri Zırhlısı'nın İstanbul'a demir attığı 1946'dan sonraki meçhul tarihimizi hiç bilemedik, ileride geleceğin tarihçilerine Allah kolaylık versin. Bu meçhul zaman dilimini ne kadar sorgularsan sorgula bir şey çıkaramazsın. Bundan sonra tufan...

14 Haziran 2014 Cumartesi

AHMED LÜTFİ EFENDİ'NİN KABRİSTANLARA DAİR LAYİHASI

Sinan ÇULUK

Vakanüvis Ahmed Lütfi Efendi 1814-1907 tarihleri arasında yaşayan saygın bir Osmanlı alimidir. Osmanlı Devleti'nde çok çeşitli sahalarda çalışmış, unutulmaz hizmetlerde bulunmuştur. Devletin resmi tarihi olarak yazdığı on beş ciltlik "Tarih"i vardır. Mezarı İstanbul'da Sofular Camii Ekmel Tekkesi haziresindedir. İşin tuhaf tarafı mezarlıklara dair sıkıntıları ve hürmetsizliği dile getiren Lütfi Efendi'nin mezar taşı da Fazıl Ayanoğlu'nun ifadesine göre böyle bir ihmal neticesi kırılmıştır. Daha sonra bu taş tamir edilmiş ve günümüzde mezarında dikili durmaktadır.

İstanbul mezarlıklarının perişan halini anlattığı raporunu Sultan İkinci Abdülhamid'e takdim etmiştir. Gözlemlerini ve mezarlıkların perişan vaziyetten kurtulması için somut çözüm tekliflerini de ilave ettiği bu raporu diline müdahale etmeden sizlere sunuyorum. Mezarlıklar dahil olmak üzere medrese, tekke, cami, türbe gibi tarihi eserlerimiz Osmanlının son yüzyılında birbiri ardına gelen savaşlar, yangınlar, tabii afetler ve iktisadi yıkım neticesi epeyce ihmal edilmişti. Zor şartlara maruz kalınması bu tarihi birikime yeterince eğilinmemesi sonucunu doğurmuş ve tahribat had safhaya varmıştı. Osmanlıdan Cumhuriyete intikal eden İstanbul bilhassa sur içinde geniş yangın yeri arsaları, yanmış yıkılmış bir İstanbul görüntüsü çiziyordu. Bu son yüzyılın yaralarının sarıldığı Cumhuriyet dönemini hakkaniyetli bir şekilde değerlendirmeye, düşünmeye yönelmek gerekmektedir. 

(Lütfi Efendi'nin mezartaşı fotoğrafını temin eden Sayın Göksel Baykal'a çok teşekkür ederim.)

METİN:

Atûfetlü Efendim Hazretleri
Geçen gün ziyâret-i aliyyeleriyle hîn-i teşerrüfümde mekâbir-i müslimîn’in hâlinden bahisle izhar-ı teessüf olunmuşidi. Fi’l-vâki’ yâr u ağyâra karşı şu hâlin devamı teessür-i derûnu mucib olduğu derkârdır. Sâye-i muvaffakiyyet-vâye-i cenâb-ı hilâfet-penâhîde bu husûs-ı hayriyyet-nusûsun dahi matlûb-ı âlî olduğu vechile hüsn-i husûlü mehâsin-i asriyye-i cenâb-ı veliyy’i-ni’metin cümle-i celâil-i muhassenât-ı câriyesinden bulunacağı mütâlaasıyla bu bâbda bazı havâtır-ı fakîrânemi hâvî kaleme aldığım lâyihayı leffen takdîme müsâraat eyledim. Bunun içün himmet buyurulacak delâlet-i hayriyyeleri ucûr-ı cezîleyi mûcib olur. Maamâfîh her hâlde emr u irâde li-men-lehü’l-emr.

Vakanüvis
Ahmed Lütfi



MEKÂBİR-İ MÜSLİMÎNE DAİR HÂTIRA-İ KÂSIRA

“İzâ tahayyertüm fi’l-umûr fe’s-te’înu min-ehli’l-kubûr” eser-i şerîfi misillü emvât-ı merhûme haklarında hürmet ve riayete dair tenbîhât-ı celile mûceblerince “evvelü menzilin min menâzilü’l-uhrâ” olan kabirler sabah-ı haşra kadar mevtalara mesken ve makardır. Ervah-ı merhume vatan-ı muvakkati olan vücûdlara taallukdan hâlî olmadıklarından ecsâd hakkında cârî olan muamelattan haberdar olmalarıyla mekabire olunacak riayetten mutayyeb aksi halde muazzeb olurlar. Anın içün mekabire hürmet fariza-i zimmet-i diyanet ve mukteza-yı şiar-ı insaniyyetdir. Binlerce teessüf olunur ki o farîzaya riayet metrûk olmuşdur. Hîn-i fetihden beri Dersaadet ve bilâd-ı selâsede kâin cevâmiʼ ve mesâcid-i şerîfe civarlarıyla hâric-i sûrda Yedikule’den kasaba-i Eyüp ve Bahariye ve Hasköy, Kasımpaşa, Tophane, Beyoğlu ve Beşiktaş’dan yukarı ve Kadıköyü, Üsküdar ve havalisiyle Kavaklar’a kadar Boğaziçi’nin iki cihetinde bir çok yerler mekâbir içün vaktiyle terk olunmuştur. Karantina usûlünün icrasına kadar buralara ve derûn-ı sûra bilâ-mâni emvât defnolunur tanzîf ve muhafazalarına bakılmayıp yalnız zî-kudret ve sahib-i şöhret [s.2] bulunan zevâtın medfenlerine vaz’ olunan alâmet-i rasîneleri sebebiyle bir müddet muhafaza olunmuşlar ise de mürûr-ı zaman ve inkıtâ’-ı sülâle ile sahipsiz kalarak pek çoğu mahv u nâbûd olagelmiştir.

Mekâbir-i fukarâya gelince buralar medfûn olanlar süprüntü gibi birbiri üzerine yığılıp haşerâta me’kel  ve kemiklerinin ayaklar altında muhakkar oldukları ve saçları üzerinde nisvan başları görüldüğü ve ağaç çıkarır gibi meyyit-i medfûnun henüz eczâsı çürümeden kemiklerinin hurde-hâş edilmesi ve derûn-ı mekâbirde hayvanât ra’yi ve yollar ittihazı misillü ahvâl-i fecî’a milel-i gayr-i müslimenin mezarlarının intizamına karşı tecvîz olunur mevâddan değildir. Karantina usûlünün icrasından sonra dâhil-i sûrda bir dereceye kadar meyyit defni men’ edilmiş ise de ber-vech-i muharrer mekâbir-i islamiyenin muhafaza ve derûnunda bulunan âsâr-ı hayriyenin vikâyesine bedel âsâr-ı mezkûrenin fekkiyle yollar tesviyesine sarfı ve Kasımpaşa ile [s.3] Beyoğlu mekâbirînin ne hâle müncer olduğunu beyana hacet yoktur. O mekâbir-i islamiye el-hâletü hâzihi milel-i gayr-i müslimeye mesken olmuş, taşları civarlarındaki binalara sarfolunmakta ve medfûnînin bakıyye-i ızâmı ayaklar altında sürünmektedir. Bunların meyanında bazı zevât-ı kirâm bulunduğu dahi mukaddemce taayyün etmişidi.

Eskiden İstanbul’da taşçılık adetâ heykeltraşlığa yakın bir güzel san’at idi. O vakitlerden kalma bazı kabirler üzerinde medfûnun gûyâ hey’et ve kıyafeti ve bulunduğu sınıf ve mesleği muhtasarca terceme-i hâli andırır, târih-i intikâli bildirir, zâiri Fatiha-i Şerife tilâvetine kındırır idi.

Mekâbir-i mevcûdenin tahkîrinde nevbet ve mîâd olmadığından zengince bir cenaze geldi mi heman o eski taşlar sökülüp dağıtılarak o kabre diğeri defnolunmaktadır. Hürmetsizlik o dereceye varmış ki putperestlerin hark-ı meyyit usûlü buna nispetle daha ehven kalır. [s.4] 

Cenâb-ı Hakk’a bin kerre şükürler olsun ki Millet-i Necibe-i İslamiye’nin melce’ ve penâhı ve sûrî ve ma’nevî imdâd-resi bulunan halife-i cenâb-ı resûl-i padişah-i adalet-meşmûl-i veliyy’i-ni’met-i bî-minnetimiz padişah-i merhamet-penâh efendimiz hazretlerinin gıbta-fermâ-yı a’sâr-ı eslâf olan asr-ı âlî-i şahanelerinde şu husûs-ı hayriyyet-nusûsun dahi kavânîn-i şer’iyye ve insâniyyeye tevfîkan meydân-ı husûle vusûlü hakkında olunacak delâlet ve himmet dünyâ ve ahiretçe mûcib-i feyz u saadettir.

(Husûs-ı Mezkûre Dair Bazı Mevâd)

Maslahat-ı mutasavvire içün hey’et-i muntazamadan müteşekkil İstanbul’da münasip bir mahalde merci’-i makâm-ı Sadaret olmak üzre bir daire-i merkeziyye küşad olunması.

İstanbul ile Bilad-ı Selase'nin mahall-i münasibesinde idare-i merkeziye şubeleri yapılması.

İdare maiyyetinde müdirin riyaseti altında mükemmel bir meclis teşkil olunması. [s.6]

İdare ile meclisin vazifelerini mübeyyin nizamnameler yapılması.

Husus-ı mezkur menâfi-i dâreyni mûcib olduğundan meclis-i mezkur ile şubeler meclisleri azası fahri olarak her sınıf mütekaidinden teşvikat-ı lazime icrasıyla intihab ve tayin olunması.

Merkez müdiri ve şubelerin re’s-i idarelerinde bulunacak memurlarla muhassıllar mühendislerle ketebe müfettişler muvazzafen istihdam olunması.

Şubeler daireleri mahallat itibarıyla bi’t-tefrik hudutları dahilinde bulunan mekabir-i müsliminin evvel be-evvel muhafaza duvarlarının tamir ve inşasına mübaşeret olunması.

Yapılacak duvarların taşları hariçten mübayaa olunup derun-ı mekabirden döküntü ufak tefek boş duvar taşlarından ma’daya tecavüz olunmaması,

Mürur-ı zaman ile eğrilmiş, düşmüş olan mezar taşlarının yerli yerlerine vaz’olunması. [s.7]

Büyük mekâbirin kal’a kapılarına muhâzî olan cihetlerine birer kapı açılıp bu kapılardan mâ’ada diğer mahallerden derun-ı kabristana duhûlün kat’iyyen memnû’ olması.

Her kapının iç tarafında cenaze cemaat ve bazı züvvar istirahati içün birer dairecik ve kapıcı ile mezarcılara mahsûs odalar yapılması.

Kapıcılar ile mezarcıların vazifelerine dair yapılacak talimnameler camlı tahtalara geçirilerek odalarına ta’lik olunması.

Kapıcı ile mezarcılar muvazzaf olacaklarından fukara ve gurabadan olduğu bâ-ilmuhaber malum olan cenazelerden rüsûm-ı defniye mutalebe olunmaması.

Kubûr içün bedel takdîri münasip değil ise de hâsılât-ı vâkı’a yine mahalline sarf olunacağından bunun içün tabakât-ı emvâta¹ (¹ ve mahallinin şerefine) göre fiyat cetvelleri yapılıp koçanlı matbu’ biletlerle muamele olunması [s.8] zeylinde beraber tab’ olunacak rüsûm-ı defniyye tarifesiyle beraber mekâbir-i mevcudenin harita-i basiteleri yapılıp birer nüshasının re’s-i idare ve şubelere ve kabristan memurları odalarına ta’lik kılınması.

Haritalardan alınacak malumat üzerine büyük mekâbir derûnuna hâlî olan mahallerinden gezinti yolları açılıp bu yolların haricinde bilâ-mûcib gezinilmemesi.

Mezkûr yolların kenarları gül fidanları gibi münâsip ağaçlarla tezyin edilmesi bu dikilecek şeylerle mevcûd serviler ve ağaçlarına bakmak üzere büyücek mezaristanlara korucu gibi muvazzaf birer müslüman bahçevan tayin olunması.

Mezarcılara verilecek talimname Daire-i Sıhhiye marifetiyle tanzim olunması.

Tevellüdat ve vefeyat vukuatı yürütülmek içün merkez daire ile şubelerde bulunacak nüfus-ı umumi defterlerine malumat verdirilmesi beher mah iane biletlerinin ana göre tevzi’ edilmesi. [s.9]

(Mesârif-i Lazimeye Karşılık)

Dersaadet ile Bilâd-ı Selâse’de sakin nüfus-ı İslamiyeden ale’l-eşhas şehriye onar paradan teraküm edecek mebaliğ karşılık tutulacağı ve bunun usûl ve fürû’unun tanzimiyle tekaüd sandığı gibi muamele olunması.

Tahsilat terâküm ettikçe heman işe mübaşeret olunması.

İane sandığının sermayesi çoğalıp da mâ-vuzı’a-lehine sarftan istiğna husûlü takdirinde memleketçe tesviye-i turuk ve kal’a bedenleri tamiri ve gureba içün mesâkîn ve imarât ve mekâtib inşâsı gibi umûr-ı hayriyyeye sarfı hususunun yapılacak nizamnamesine zeyl olunma.

El-hâsıl zât-ı idare ile fürû’âtına dair icab eden ahvale göre her ne vechile emr u irade buyurulur ise ana göre iktizâsının icrâsı menût-ı re’y-i âlî olduğu.

Hurrirehü’l-Fakîr

Vak’anüvis
Lütfi



5 Haziran 2014 Perşembe

AZİZ MAHMUD HÜDAİ HAZRETLERİNİN EL YAZISI İLE MEKTUBU

Sinan ÇULUK


Sevgili Dostlar, benim için çok önemli bir mektup yayınlıyorum. Bu mektubu yazan Aziz Mahmud Hüdai Hazretleri. Muhatabını tespit etmek çok güç. Önümüzde bunu tespit edebileceğimiz bir zaman dilimi niyaz ediyorum. Yaptığım araştırmalarda bundan başka bizzat elinden çıkmış bir yazı tespit edemedim. Dolayısıyla yüzde yüz elinden çıkmıştır demek birkaç değişik örneğe bağlı. Muhtevanın gizliliği elinden çıkma bir yazı olma ihtimalini kuvvetlendiriyor. Bu konuda daha teferruatlı bir yazı hazırlayacağım inşallah. Şimdilik kısa kesiyor ve sizi Aziz Mahmud Hüdai hazretlerinin mektubu ile baş başa bırakıyorum.

Mektup Metni:

Benim seâdetlü oğlum sultanım hazretleri

Bundan üç gün mukaddem tarafınıza tahrîrâtdan sonra çünkü meşâyıh sûretinde olduğumuzdan bazı mahallere varılup müzâkereniz esnâsında böyle istimâʽ olunmuşdur ki Bağdad’a giderken mi yahud gelürken mi size bir at hediyye virilüp kabul buyurmamışsınız. Sahibi gayet muğber olup hâlâ tarafınıza iğbirârını izhâr edermiş. Bu kazıyye maʽlûmunuz oldukdan sonra şimdi serkârde olanların cümlesi sizi sevmeyenler olup bu takdirce gerçi fennen ve ilmen alimallahu teala hakkınızda katʽan ve cezmen bir fena şey yok amma bu pederinize dahi vesvese-i zâhirî gelüp bu varaka tahrîr olundu. Kendinizi ahâlîye arz etdirüp bir mikdar zaman dahi kalsanız bu ihtiyatdan nesne lazım gelmez ve bundan mâʽadâ bir mikdar ihtiyatı elden komayup meselâ bir kesret etbâʽla bir maslahatla bir mübâşir geldikde yanınıza gürültü ile getürmeyüp bir iki adamıyla getürmek gibi şöylece pes perdeden ihtiyâtı elden bırakmasanız hoş olur ammâ bunlardan aşuru ihtiyât lazım değildir. Efendim oğlum sakınup bu tahrîrâtımdan vesvese buyurmayasız ammâ tahrîrimin vechi oldur ki Hanya’ya gitmekde be’is yokdur demiş idim. Şimdi at hikâyesini istimâʽ etdiğimde re’yim gayri gûne olduğu tarafınıza ifâde olundu. Fî 8 Şaban.

El-Fakîr Şeyh
el-Üsküdârî