29 Mayıs 2014 Perşembe

DOĞUM KAYITLARI

Sinan ÇULUK

Osmanlı devrinde 1830'lara kadar Müslüman ahalinin evde, kırda, tarlada doğan fertlerinin anında doğum kağıdı alınmadığı gibi, ailelerin entelektüel düzeyi düşük olanları çocuk büyüdükçe doğduğu ayı, hatta seneyi bile unuturlardı. Bu adet bazı durumlarda günümüze kadar intikal etmiştir. Buna mukabil okuma-yazmaya düşkün, belirli bir seviyenin insanları da genellikle Kur'an-ı Kerim'lerin iç kapaklarına çocuklarının doğum kayıtlarını ilave ederler ve bu Kur'an'ları nesilden nesile intikal ettirirlerdi. Bazen bu kayıtları cönk, münşeat gibi ellerinden bırakmadıkları kitapların uygun yerlerine de düşürürlerdi. Böyle bir kayda rastladığım yazma münşeat mecmuasının ortalarındaki boş bir sayfada saatine varıncaya kadar yazılmış doğum kayıtları mevcut. Yazmaya bu kayıtları kimin ilave ettiği ise belli değil. Belki de sizlerin dedelerinizden, ninelerinizden birilerinin kayıtlarıdır. Örnek olsun diye takdim ediyorum.



Metin:

"İşbu yüz seksen altı senesi mah-ı Zilhicce gurresi yevm-i Salı Çarşamba gecesi saat üç buçukta kerimemiz Rukiyye ve Nazife Molla dünyaya gelmiştir. Hak Sübhanehu ve teala hazretleri hayr-ı halef eyleyüp tûl ömr ile muammer eyleye. Amin. Fî Gurre-i Z. sene 1186
İşbu bin yüz seksen sekiz senesi mah-ı Cemaziye'l-ûlâ'nın on yedinci yevm-i Salı saat on bir buçukta oğlum Mehemmed Rızaeddin (1188 ismi tarihidir) dünyaya gelmiştir. Hak Sübhanehu ve [teala] hazretleri tûl ömr ile muammer ve hayr-ı halef eyleye. Amin. Fî 17 Ca. sene 1188.
İşbu bin yüz doksan senesi mah-ı Muharremü'l-haram'ın yirmi altıncı yevm-i Pazar saat yedide oğlum Ahmed Ziyaeddin dünyaya gelmiştir. Hak Sübhanehu ve teala hazretleri tûl ömr ile muammer ve hayr-ı halef eyleye. Amin. Fî 27 M. sene 1190."

VAMBERY’NİN ARŞİVDE ARAŞTIRMA İZNİ TALEBİ

Sinan ÇULUK

Macaristan’ın meşhur alimlerinden Vambery, İstanbul’da bulunduğu sırada Topkapı Sarayı arşivlerinde araştırma yapmak niyetindedir. Bu maksatla elini kolunu sallayarak arşive gider. Tabii ki o devrin muhafızları öyle her önüne gelene, hele hele bir Macarlıya arşivin kapılarını destursuz açacak değildir. “İznin var mı?” diye sorarlar ve izinsiz olduğundan haliyle içeriye almazlar. Vambery de aralarının iyi olduğu İkinci Abdülhamid’e bir arzuhal yazarak izin ister. İzin talebinde sadece Macaristan tarihiyle alakalı kayıtları inceleyip istinsah edeceğini belirtmiştir. Sultan Abdülhamid de bu doğrultuda iradesini Mabeyn Başkatibi Süreyya Bey tarafından hazırlanan tezkire-i hususiye ile sadarete iletmiştir.



Belge Metni:

bihi
Yıldız Saray-ı Hümayunu
Başkitabet Dairesi

Macarlı muʽallim-i meşhûr Mösyö Vamberi Macaristan târîhine müteʽallık bazı kuyûd ve evrâk-ı atîkanın tetebbuʽ ve taharrîsi içün Topkapı Sarayı Hümayunu’nda Maliye ve devâir-i sâire evrâk-ı atîkasının hıfzına mahsûs mahalle azîmet etmiş ise de lüzûmu olan evrâkı mütâlaʽa ve istinsâh edebilmesi emr-i mahsûsa mütevakkıf idüğü me’mûru tarafından ifâde kılındığını beyân ile me’mûr-ı mûmâileyh hâzır olduğu halde yalnız Macaristan târîhine taʽalluku olan evrâkı mütâlaʽa ve istinsâh edebilmesine istidʽâ-yı müsâʽade eylemiş olup sûret-i istidʽâ nezd-i âlîde karîn-i isʽâf olmasıyla o vechile me’mûr-ı mûmâileyhe emr iʽtâ etdirilmesi irâde ve fermân buyurulmuşdur. Ol bâbda emr u fermân hazret-i veliyyü’l-emrindir. Fî 12 Safer sene 308 Fî 15 Eylül sene 306 [27 Eylül 1890]

Ser-Kâtib-i Hazret-i Şehriyârî
bende
Süreyya

21 Mayıs 2014 Çarşamba

ÖMRÜNÜN YEDİ SENESİNİ HİBE EDEN SADULLAH AĞA'NIN HÜCCETİ

Sinan ÇULUK

Osmanlı padişah analarının iş bilir, becerikli ve çok nüfuzlu kahyaları olurdu. Devlet meratibinde bunlara Valide Sultan Kethüdası denilir, valide sultanların çok zengin gelir kaynaklarını kontrol eder, sevk ve idaresini yürütürlerdi. Sultan Üçüncü Selim'in validesi Mihrişah Valide Sultan'ın kethüdası Yusuf Ağa da böyle cingözlerden biriydi. Devrinde epeyce siyasi hadiselerin içinde yer almış ve Nizam-ı Cedid ricali arasında gösterilmiştir. Üçüncü Selim'in tahttan indirilmesi sırasında hacdan henüz gelmişti. O kargaşa esnasında Bursa'ya sürüldü ama az sonra idamına ferman çıktı. Daha önce bloğumda idam yaftasını da yayınlamıştım. İşte bu Yusuf Ağa'nın terekesinden günümüze intikal eden bir belge vardır ki okununca herkese garip gelen muhtevasıyla ünlüdür.
Bu belge, Kethüda Yusuf Ağa'nın Beşiktaş'taki yalısında akdedilen bir mecliste tamamen hukuki prosedüre uygun bir şekilde düzenlenmiş mahkeme hüccetidir. Hacı Sadullah Ağa bin Ahmed isminde birisinin, ömründen yedi seneyi Kethüda Yusuf Ağa'ya hibe ettiğine, bağışladığına dair bu belgenin düzenleniş gerekçesi, bazılarına göre kendi aralarındaki bir latifeden ibarettir. Gerçekten de öyle olması gerektir ki, hiçbir kadı böyle bir şarlatanlığı hukukun kapsamına almayı aklından bile geçiremez. Tabii ki bu yorum mantık silsilesi içerisinde geçerlidir. Mantık askıya alınırsa ne olacağını Allah bilir...
Ahmed Cevdet Paşa'nın "Tarih-i Cevdet" adlı eserinden naklen belge metni:
Yusuf Ağa Terekesinde Zuhur Eden Hüccet-i Garibenin Sureti
Mahruse-i Galata muzafatından Beşiktaş nahiyesinde Paşa Mahallesi'nde kain mehd-i ulya-yı saltanat devletlü inayetlü valide sultan aliyyetü'ş-şan hazretlerinin kethüda-yı âlî-kadrleri saadetlü atufetlü Yusuf Ağa bin el-merhum İsmail Ağa hazretlerinin sahilhanelerinde ma'kud meclis-i şer'-i enverde el-Hac Sadullah Ağa bin Ahmed işbu baisü'l-küttab müşarünileyh hazretleri mahzarında bi't-tav'-ı ve'r-rıza ikrar-ı tam ve takrir-i kelam edip ibtida-yı hilkat-ı ervahda takdir ve levh-i mahfuza sebt u tahrir olunan ecel-i mev'udumdan ömrümün yedi sene-i kamilesini müşarunileyh Yusuf Ağa hazretlerine hibe edip onlar dahi Hazret-i Adem aleyhisselam ömr-i şerif-i mukadderlerinden malumü'l-mikdarını Şit aleyhisselama hibe buyurup Şit aleyhisselam dahi ithab ve kabul buyurdukları kaziyyeyi alim oldukları ecilden meclis-i hibede ithab ve kabul buyurdular dediğini müşarunileyh ağa hazretleri dahi şifahen tasdik ve vicahen tahkik buyurduklarında hakim-i mevki' sadr-ı küttab tûbî lehu ve hüsn-i meab (yemhullahü mayeşau ve yüsbitü ve indehü ümmü'l-kitab) [Kuran-ı Kerim, Ra'd Suresi 39] nazm-ı celilinin mufad-ı şerifini tefekkür buyurduklarında hıfzan li'l-makal ol ki vakiü'l-haldir bi't-taleb ketb u imla olundu. Hurrire fi'l-yevmi's-sabi' ve'l-ışrin min şehr-i Rebiulahir li-seneti ihda aşer ve mieteyni ba'de'l-elf
ma-fihi mine'l-hibetü ve'l-ithab
Haffafzade Mehmed Emin el-Kadi bi-Mahruset-i Galata
Şuhudü'l-Hal
İrfanzade Arif Efendi
Kethüda-yı müşarunileyh Ahmed Efendi
Kapu Çukadarı Ömer Ağa
Musahib-i Şehriyari Sadık Ağa
ve gayruhum minel huzzar


11 Mayıs 2014 Pazar

İKİ MÜHÜR


Büyük ilim, irfan, edep, izan adamımız Diyarbekirli Ali Emiri Efendi'nin vakıf kitaplarına vurduğu mührü.

"Allahü Teala Hazretleri'nin rızasiçün vakfeyledim-Diyarbekirli Ali Emiri 1341"




İstanbul Kadısı Hasan Efendi'nin sanatıyla çok hoşuma giden mührü ve imzası.


 

AYAKAPI HAMAMI VE ÇEŞMESİ

AYAKAPI HAMAMI

Bir şekilde özel kişilere satılarak "al da harab et" denilen ecdad yadigarı eserlerimizin en birincilerinden Mimar Sinan eseri, Nurbanu Valide Sultan vakfından Ayakapı Hamamı. Web ortamında epeyce malumat var. Şehrin yüzü suyu olan bu hamam hürmetine kısa kesiyorum.
 



Kitabesi:

Bi-hamdillah bu cây-i hürrem-âbâd
Hezârân sa’yle çün buldu itmâm
Bu âlî menzile denildi tarih
Ki yüzü suyudur şehrin bu hammâm 990







  

AYAKAPI ÇEŞMESİ

Ayakapı Hamamı'nın tam karşısında yolun yükselmesi ve sokak dokusunun bozulmasıyla ortada kalmış bir çeşme.

Kitabesi

Bu cihan içre bilin ey teşneler
Ab-ı Kevser’dir beşi bu eşmenin
Dedim içen âşıka târihdir
Nûş-ı cân ola suyu bu çeşmenin




PANÇE DOREF

Sinan ÇULUK

Bulgaristan'a Osmanlı belgelerinin satılması olayında adı en çok geçenlerden birisidir Pançe Doref. Mükemmel Türkçe biliyor ve gayet güzel Rika ile de elyazısı yazıyor. Bu adam Bulgaristan'ı bağımsızlığa kavuşturan kadronun tamamında olduğu gibi Galatasaray Lisesi mezunu. İkinci Meşrutiyet Meclisi'nde de Manastır Mebusu. Fotoğraf o zamandan kalma. Cumhuriyet'den sonra da sık sık gelip gidiyor ülkemize. 1931 senesinde Maliye memurlarını bir şekilde ayarlayıp, kurulan komisyonda Osmanlı belgeleri için işe yaramaz, fersude belgeler olduğu yolunda rapor verdiren ve satılmalarını sağlayan adam olduğu epeyce iddia edilmiş. Daha sonra komisyon üyeleri tutuklandı ve mahkemeleri sürerken biri vefat etti. Cumhuriyetin Onuncu Yılı'nda ilan edilen genel af gereğince de diğerleri tahliye edildi. Bu davanın belgeleri
muhtemelen İstanbul Adliye binası yangınında yok oldu ve günümüze ulaşmadı. Dolayısıyla tarihi bir hadisenin arka planı aydınlatılamıyor ve spekülasyonlara açık bir halde önümüzde duruyor. Bulgarca bilen tarihçilere hatırlatayım, monografik bir tez gayet iyi giderdi. Bulgaristan arşivlerinde bu zata dair belgelerin olmaması düşünülemez.


ALEMDAR İLE TAHSİN VE REFİK EFENDİLERİN MEZAR TAŞLARI

Sinan ÇULUK

Sirkeci tramvay yolunda Gülhane Parkı girişindeki Zeynep Sultan Camii restore ediliyor. Her tarafını üç metrelik paravanlarla kapatmışlar. İçeride neler olup bittiğini restorasyon bitince anlarız. Size haziredeki en önemli mevtalardan üçünün mezartaşını sunuyorum. Sadrazam Alemdar, Sadaret Kethüdası Refik ve Defterdar Tahsin'in mezar taşları. Bunlardan Alemdar Mustafa Paşa ile Defterdar Tahsin, Alemdar Vakası'nda öldürüldükten sonra cesetleri Yedikule'de bir çukura atılıp üstünkörü mezar yapılan eskinin kudretli adamları. Kendini tahta çıkaran Alemdar'ın katledilmesine kılını bile kıpırdatmayan İkinci Mahmud ve sonrakilerin hiç aklına gelmedi bu cenazeleri çukurdan çıkarmak... Ta 1908'den sonra Tarih-i Osmani Encümeni işgüzarlık yaptı da Zeynep Sultan Camii haziresine nakledildi kemikleri. Şahideleri bile adi taştan yapılmış ki durduğu yerde eriyor. Otuz sene evvel rahat okunuyordu, bu fotoğrafı çektiğim 2011'de bilhassa Alemdar'ın taşı epeyce erimiş zor okunuyordu. Şimdiden sonra bu taşları kimyasal işlemlerden geçirecek ve tamamen un ufak edecekler. İyisi mi siz bu fotoğrafları arşivleyin, ne olur ne olmaz bir daha göremezsiniz.

Tahminimi de küçük bir not olarak iliştireyim: Bu adamlar da sonuçta darbecilerdi. Bakmayın siz Rumeli'den gelen özgürlük savaşçıları oldukları teranesine. İşe yaradılar, işleri bitince ortadan kaldırıldılar. Bu devlet adamı mimledi mi unutmaz....
 



 

TOPHANE KADİRİHANE TEKKESİ İKİNCİ MAHMUD İHYA KİTABESİ



 Sinan ÇULUK

Tophane'de üç yüz yıllık Kadirihane Asitanesi'nin son şeyhi Misbah Erkmenkul Beyefendi vefat etmiş. Allah rahmet eylesin. Bu tekkenin, Osmanlı devrinden beri aynı ailenin tevarüs ettiği bu şeyhlik makamının önemli müesseselerimizden biri olduğunu düşünüyorum. Bu vesile ile iki sene önce bir Mevlid Kandili Gecesi gittiğimizde çektiğim İkinci Mahmud devrindeki ihya kitabesini naklediyorum.

Mazhar-ı adl u muîn-i zuefâ Hân Mahmûd
Dâimâ itmededir celb-i kulûb-ı âgâh
Keşfidüp kıldı nice câmî vü tekye ma'mûr
Milket-i zâhir u bâtında odur Şâhenşâh
Kâdirîhâneyi de gül gibi itdi bünyâd
Dil-i bülbül gibi itmiş iken ihrâk tebâh
Şeyh ve dervîşine devrân sizin dinse sezâ
Çarh-ı vâlâya nazîr oldu bu âlî dergâh
Yazdı Safvet biri mu'cem iki târîh temâm
Hazret-i Mürşid-i Rûmî'den olup himmet-hâh
Yapdı bu hânkahı kutb-ı cihân Şeh Mahmûd
Kâdirîhâne yapıldı ne güzel eyvallah. sene 1239


EDEPSÜZLÜK



Sinan ÇULUK



Bugün Başbakan ile Barolar Birliği Başkanı arasında yaşanan tatsız hadisenin benzerleri de geçmişte yaşanmış ve tarihte yerini almıştır. Devlet adamları arasındaki sert tartışmalar bazen karşılıklı hançer çekmeye kadar da varabilmiştir. Sadrazam Hadım Süleyman Paşa ile ikinci vezir Hüsrev Paşa, Divan-ı Hümayun'da hem de Kanuni Sultan Süleyman huzurunda birbirlerine hakaret etmiş, bazı kaynaklara göre Hüsrev Paşa hançerini bile çekmiştir. Huzurunda geçen bu "edepsüzlüğü" affetmeyen padişah, sadrazam ve ikinci vezirini azletmiştir. Hüsrev Paşa, Lütfi Paşa'nın "Tevarih-i Al-i Osman" adlı eserinde belirttiğine göre bu olaydan sonra on yedi gün yememiş, içmemiş, bir nevi açlık grevinden sonra vefat etmiştir. Lütfi Paşa bu cansıkıcı hadiseden "edepsüzlük" olarak bahsetmeseydi bu gün olanlardan dolayı hiç aklıma gelmezdi.

Gördük, yine tarih tekerrür etti. Bir farkla ki o gün padişah tarafından sadrazam ve ikinci vezir azledilmişti, bugün Cumhurbaşkanı, Sadrazamın peşine takılıp divandan ayrıldı.

Metin:

"ve tarihin dokuz yüz elli ikisinde Süleyman Paşa ve Hüsrev Paşa padişah-ı alempenah huzurunda bazı husustan ötürü na-makul ve na-seza kelimatlar idüp gayetle edebsüzlük ettiklerinden özürü padişah-ı zaman dahi hayli bi-huzur olup ikisin dahi vezaretten azl eyledi.


 
  Ve vezaretten Hüsrev Paşa ayrılmağın vesvese-i bi-faide galebe edip evinde mütemekkin olup dururdu.

Hikayet ederler ki bir gün ata binmek kasdın edip adamları önüne at getirdiler. Ol dahi ayağın üzengüye koduğu halde dört canibine nazar edip vezarette iken cemi' alem halkı hürmet ve izzet edip ata bindiğine hürmet ettiklerin fikr edip ve kendinin ol fahir libaslarına ve altun üsküflerle kulları ve nökerleri hatırına gelüp ol halde anlardan az kimesne yanında bulunup evvelki hali ve ahvali görmeyüp şimdi ben bu hal ile ata binmekten ise ölmek yeğdir. Bari kimesne beni bu halde görmesün deyüp ayağın üzengüden çeküp andan sonra heman sahib-firaş olup vezaretten azl olduğunun gussası canına ve ciğerine kâr edip mualece içün nice etibbalar getürdüp bazı eşribe ve ilaç kasdın ettiklerinde siz bana kasd edersiz bana zehir yedirmek istersiz deyü gönlüne vesvese-i şeytani galebe edip kimesneye itimad ve itikad etmeyüp âhirü'l-ömr on yedi gün mikdarı yemek yemeyüp ve su içmeyüp bu hali üzerine dünyadan hasret ile gitti." 



ALİ EMİRİ EFENDİ'NİN MİLLET KÜTÜPHANESİ



Sinan ÇULUK

Milletimizin en büyük fertlerinden, merhum Ali Emiri Efendi, bir ömür boyu biriktirdiği kitaplarını milletine vakfetmek arzusundadır. Bu sıralarda günümüzün Millet Kütüphanesi o devrin Feyzullah Efendi Medresesi Fatih'de yol genişletme çalışmaları sebebiyle yıkılmak istenmektedir. İstanbul Muhibleri Cemiyeti ile Evkaf Nazırı Hayri Efendi devreye girer ve tarihi bina yıkılmaktan kurtularak tamir ettirilir. Bunun üzerine Ali Emiri Efendi de kitaplarını buraya vakfederek bir kütüphanenin kurulmasına öncülük eder. Kitaplarının Türkçe, Arapça, Farsça dil durumlarına ve konularına göre çeşitli fihristleri hazırlanır. Bunların bir kısmının suretleri günümüzde Osmanlı Arşivi'nde mevcuttur. Bunlardan Arapça eserler fihristinin sonunda da bir şerh bulunmaktadır. Aslı olmadığı, suret olduğu için imza ve mühür yoksa da Ali Emiri'nin kurduğu kütüphaneye kendi adının verilmesini istemediği, "Millet Kütüphanesi" isminin verilmesi için ısrarcı olduğu anlaşılmaktadır.

Metin:

"İşbu fihristin derununda muharrer olup doğrudan benim mülk-i sahihim olan dört bin iki yüz on üç adet Arabî kitaplarımı halisan li-vechillahi'l-âlî ve haseneten li-rûh-i resûlillahi'l-me'âlî ebnâ-yı cinsimin ilâ-mâ-şâ'allahu teâlâ bilâ-mânî' mütalaasına küşâde ve müheyya bulundurulmak üzere vakf u habsi müeyyid esbak Şeyhülislam ve Evkaf Nazırı bulunan Mustafa Hayri Efendi'nin ----sene 334 ve -----sene 334 tarihli tahriratları ve bu babda teşkil olunan komisyon-ı mahsusun ------sene 334 tarihli mukarreratı ve Feyzullah Efendi Kütüphanesi ve Medresesi müştemilatının hedmiyle tarika inkılabına evvelce karar verilmiş iken böyle kıymetli bir binanın yıkılmasından sarf-ı nazarla Emiri Efendi Kütüphanesi veyahud memleket-i çakeranem namına aid olmak üzere (Diyarbekir) veyahud (Âmid) Kütüphanesi tevsim olunmasına ısrar olunmuş iken çakerleri kabul etmeyerek millet namına vakfetmiş olduğum cihetle (Millet Kütüphanesi) tesmiyesinde sebat eylediğimden mezkur mukarrerat ve şerait dairesinde vakf ve habs eylediğimi imza ve bi'l-rıza tahtim eyledim"






SULTAN ÜÇÜNCÜ SELİM'İN ANNESİNE SAYGISI



Sinan ÇULUK

Sultan Üçüncü Selim'in annesi Mihrişah Valide Sultan benim pek beğendiğim valide sultanlardandır. Devletin siyasetine müdahale ettiğine dair pek bir işaret yoktur. Günümüze intikal eden el yazısıyla çeşitli mektuplarında merhametli ve hayırsever bir kadın olduğu açıkça bellidir. Osmanlı ülkesinde ve bilhassa İstanbul'da çeşitli hayır eserleri yaptırmıştır. Halen bunların çoğundan istifade etmekteyiz. İstanbul'un yıllarca suyunu sağlayan Valide Bentleri onun hayırseverliğinin bir eseridir. Eyüp Sultan'da türbesinin bulunduğu yerdeki imareti İstanbul'un halen açık, faaliyetini sürdüren tek imaretidir. Sultan Selim de annesini çok sever, onun bir dediğini iki etmemeğe dikkat ederdi. Askeri modernleşmeyi hedefleyen Sultan Selim günümüze intikal etmeyen Humbarahane Kışlası'nı 1792 senesinde Hasköy'de inşa ettirmişti. Bu kışlanın ortasındaki camiyi de annesi inşa ettirdi. 

Günümüzde  Halıcıoğlu'nda Haliç Köprüsü seviyesinin altında kalan, köprüden minareleri bile zorlukla farkedilen Humbarahane Camii Mihrişah Valide Sultan'ın inşa ettirdiği bir camidir. O devrin anlayışında iki veya daha fazla minareli camilere "Selatin Camii" adı verilir, sultanların dışında kimse iki minareli cami yaptıramazdı. Eyüp Sultan Camii'ni yeniden inşa ettiren Üçüncü Selim'in çifte minareli camiini gören Mihrişah Valide Sultan oğluna nazlanarak "bütün validelerin camileri iki minareli, senin camiin de çift minareli, gıpta ediyorum,  benimki tek minareli ben de iki minare isterim" diye tutturmuş. O sıralarda hasta olan ve nöbet gelen valide sultanın hatırını hiç kıramayan padişah anasına "kethüdana yaz da camiine bir minare eklesin" demiş. Osmanlı nezaketinin düzeyi bu belgede de kendini gösteriyor. Osmanlı protokolünde bir numara olan Valide Sultan oğluna "ben utanırım, sen yaz da yaptırsın" şeklinde şimdilerde akla hayale gelmeyecek bir cevap veriyor. Bunun üzerine Üçüncü Selim de bu mektubu annesinin kethüdasına gönderiyor ve annesini mutlu edecek haberin kethüdası dilinden verilmesini istiyor ki daha çok memnun olacağını düşünüyor.


Bu anneler gününde hepsinin ruhu şadolsun.


 

METİN:

Hüve

Ağa
Fe-lillahi’l-hamd buraya gele valideme nabet [nöbet] gelmeyor. Lakin merakdan bazı kere ah of ideyor. Lakin inşallah böyle kalur ise külliyen sıhhati dahi Hüda’dan me’mulümdür. Bizim camie karşu olmağla ahşam bana dedi ki senin camiine gıpta idem vesair valideler dahi iki minarelidir. Benim Hasköy’deki camiime ah bir minare dahi yapılsa dedi. Ben de kethüdanıza yazın da yaptırır dedim. Yok ben hicab ederim sen yaz yaptırsın. Yaptırır ise pek hazz iderim deyu söyledi. Ben de olsun sabah yazayım yaptırsun dedim. Hasılı Humbarahane Camii'ne bir minare dahi yapılmak arzu ideyor. Sen valideme yazasın ki şevketlü efendimiz tenbih eyledi sizin Humbarahane[de]ki camie bir minare dahi ısmarladım deyu yazasın hazz ider.