21 Nisan 2015 Salı

YENİBAHÇELİ ZEHRA HANIMIN FERYADI

Savaş kışkırtıcıları, kan içici vampirler… Başkalarının hayatları üzerinden kurduğunuz dünyalarda rahat huzur görmeyin. Ezip geçtiğiniz Zehra hanımlar ve masum yavrularının ahları tutsun, sahte dünyalarınız başınıza yıkılsın…
MARUZDUR
Cariyeleri Yenibahçe’de Kaptan Sinan Paşa Mahallesi’nde sakineyim. Son derece zaruret içinde imrar-ı hayat ediyorum. Dört evladım her gün gıdalarını temin edemediğimden ağlayorlar. Artık bundan fazla tahammül edemeyeceğim. Çocuklarım bir gün açlıktan ölecekler. Üç tanesinin mektep zamanıdır. Her sene Maarif’e istida verdim. Üç senedir hiçbir yere yerleştiremedim. Yirmi dört saatte yalnız bir dilim kuru ekmekle iktifa eden yavrularımı okutmak içün lazım gelen meblağı tedarikten acizim. Üvey pederleri başlarında veli idi. O da Çanakkale’de şehit oldu. Büsbütün bi-vaye kaldık. Milletin babası olan zat-ı sadaretpenahilerine sığınarak niyaz ve istirhamda bulunuyoruz. İkisi kız biri oğlan olan üç evladımı leyli bir mektebe yerleştirmenizi merhametinizden bekliyoruz. Gerçi sene başı değilse de artık açlıktan takatleri kalmayan yavrucuklara pek büyük bir lütufta bulunacağınızı ümit ediyoruz. Üç öksüzüme bir mektep bulsam henüz iki yaşında olan bir erkek evladımla artık hizmetçiliğe de gidebilirim. Çocuklarıma merhamet ediniz. Biz milletin muhtac-ı muavenet evladı siz de onların muhterem alicenap pederleri oldukça sizden başka müracaat edecek bir kapı bulamadım. Bir aileyi sefaletten kurtarmakla pek büyük bir lütufta bulunmuş olacaksınız. Ol babda emr u ferman hazret-i men-lehü’l-emrindir. 17 Nisan 1333 [17 Nisan 1917]
Yenibahçe’de Kaptan Sinan Paşa Mahallesi’nde 1 numaralı hanede Beşinci Fırka Alay 14 Bölük 4’de Yassıviran karyeli Tevfik oğlu şehid Feyzi Çavuş’un zevcesi cariyeniz Zehra

20 Nisan 2015 Pazartesi

NEGOTİN ŞEHİTLİĞİ


Balkan Harbi’nde tam bir felakete maruz kalan Osmanlının Rumeli ciheti topraklarında milyonlara varan sivil kayıpların yanı sıra şehit, gazi ve esir olarak çok sayıda askeri de kaybettik. Bunların bazıları izi, yolu bilinmez mezarlara gömüldü. Bazıları da burada olduğu gibi bir abide ile gelecek nesillerin hatırlaması için bırakıldı. Ne var ki bugün bu Negotin kasabasındaki şehitliğimizi biliyor muyuz, işte ondan şüpheliyim. Milli Savunma Bakanlığının yurtdışı şehitlikler listesinde bu şehitliğe yer verilmediğinden dolayı günümüzde bilinmediğini düşünüyorum. İlk fırsatta bunu MSB’ye ileteceğim. Şehbal dergisinden aldığım bu kupürün çevriyazısını takdim ediyorum.
NEGOTİN’DE BIRAKTIĞIMIZ SON NİŞANE-İ HAZİN
Sırbistan’ın Negotin kasabasında açlıktan, çıplaklıktan, tifodan vefat eden sekiz yüz kadar esir Osmanlı askeri oradaki Hıristiyan mezarlığının bir köşesine defnedilmişler idi. Silah arkadaşlarının arasında cem’ olunan bir iane bu biçarelere bir abide-i kabir rekzine medar oldu. Resmini derç ettiğimiz abidenin üzerinde şu satırlar okunuyor: «Negotin’de vefat eden üsera-yı Osmaniye’nin ruhlarına el-Fatiha. Sene 1328-1331» [1912]

KİLİS’TE FRANSIZ İŞGAL KUVVETLERİNİN DAĞITTIĞI ZULÜM VE KAN DOLU BİLDİRİ


Fazla izaha lüzum yok, metin rahat anlaşılıyor. Fransız işgalcileri Kilis’te öyle bir bildiri dağıtmışlar ki Sivaslı kadınlar dehşete kapılıp bunu protesto ederken işgalcilerin niyetlerinin engellenmesi için dünyaya çağrıda bulunuyorlar.
BABIALİ
SADARET-İ UZMA
ŞİFRE KALEMİ
SURET
Adana vilayetimizin Kilis kasabasındaki Fransız Kuvve-i İşgaliyesi kumandanının ahali-i mahalliyeye hitaben neşr u ilan ettiği beyannamenin elimize geçen bir suretini aynen zîre derc ile nazar-ı ıttılaınıza arz ederiz.
1-Ne içün taşındığını bile tahkika lüzum görmeksizin üzerinde revolver bulunan bir adamın bila sual vela cevap kurşuna dizileceği.
2-Bir kargaşalık zuhurunda telef olacak veyahut yaralanacak bir Fransız neferine mukabil yerliden iki adamın kurşuna dizilmesi ve bunların da kur’a ile intihabı.
3-Bir pencereden bir silah atılırsa o hanenin yakılması
.
4-Hükûmet-i Osmaniye memurlarının hakk-ı idare ve hakimiyetlerinin iskatı.
5-Sokakların mitralyöz ve bomba ve gazlı obüslerle süpürülmesi
Gibi tedabir-i zecriye [önleyici tedbirler] doğrusu Kurun-ı Vusta’da [Ortaçağda] bile emsali görülmemiş vahşetlere benzer şeyler olduğu gibi bu güne kadar Afrika içerisindeki vahşilere bile tatbik edilmemiş bir muamele-i gayr-i insani olmasına ve asırlardan beri şanlı bir tarihe ve kadim bir medeniyete sahip olan Müslümanlara karşı şu yolda muamele edilmesi Müslümanların Afrika vahşilerinden aşağı tutulmakta olduğu fikrini hasıl etmekte bulunmasına mebni Garp Medeniyeti’nin henüz bizim vâkıf olmadığımız yeni bir usûl-i işgali v------------ r. [telgraf deşifre edilirken operatörler bu boşluktaki kelimeyi çözememişlerdir] Bu ve aksi halde Avrupa ve Amerika’nın hür ve medeni tanıdığımız milletleri nezdinde mezkur beyannameyi şiddetle protesto eyleriz.
HUZUR-I SAMİ-İ SADARETPENAHİYE
Sivas’ta müteşekkil Anadolu Kadınları Müdafaa-i Vatan Cemiyeti tarafından Dersaadet’te İtilaf mümessillerine keşide kılınarak bir sureti vilayete tevdi’ edilen protesto bera-yı malumat bâlâya naklen arz olunur. 24 Kanun-ı Evvel 1335 [24 Aralık 1919]
Sivas Valisi
Reşid

YILDIZ SARAYINDA TERCÜME FAALİYETLERİ


Sultan İkinci Abdülhamid, Babıali’yi [Sadrazam ve Bakanlar Kurulu’nu] by-pas ederek Yıldız Sarayı’nda bir anlamda gölge kabine kurmuştu. Hariciye Nezareti’nin (Dışişleri Bakanlığı) mükemmel çalışan bir “Tercüme Odası” bulunuyordu. Buna rağmen bilgi akışını kendi inisiyatifiyle yönlendirmek istemiş ve bu maksatla Yıldız Sarayı’nda “Mabeyn Mütercimleri Odası”nı kurdurmuştu.
Burada çok çeşitli tercüme faaliyetleri yapılırdı. Belge, rapor, kitap, gazete türünden akla gelen her şey tercüme edilmiştir. Mesela Abdülhamid’in meraklı olduğu son çıkan polisiye romanlar çevrilir ve kendisine gece yatmadan önce yatak odasında bir paravanın arkasında okunurdu. Daha önemlisi dünya merkezlerinin gazeteleri yakından takip edilerek önemli haberler anında padişahın huzuruna takdim edilirdi.
Bu tercümeler için matbu defterler hazırlatılmış ve işi bittikten sonra da arşivlenmişlerdir. Ekteki fotoğraflarda 5 Nisan 1890 tarihli İngiliz Daily News gazetesinden Rus Çarının inflüenzadan muzdarip olduğuna dair haberin çevirisini görmektesiniz.

"GAZETE TERCÜMESİ" YAZILI KAPAK


18 Nisan 2015 Cumartesi

İŞTE BEN DE ONU TEFEKKÜR EDERDİM

Bu şiddetli rüzgâr herkesi bir yerden bir yere savurdu. Kimileri neye yapıştıysa elinde kaldı! Bir bostancı çıkıp da rastgele çuvallara dolan şeyleri sorarsa Hoca’nın tefekkür fırsatı olacak mı acaba, şüpheliyim...
İŞTE BEN DE ONU TEFEKKÜR EDERDİM
Bir gün Hoca bir bostana girüp biraz havuç ve şalgam her ne buldu ise çuvala koyup ve koynuna doldururken bostancı gelüp bunu tutar. 
-Bunda ne ararsın
Deyince Hoca şaşırup ayıttı:
-Geçenlerde bir şedid rüzgâr esüp beni buraya attı.
Dedikde bostancı ayder:
-Ya bunları kim yoldu.
Hoca ayder:
-Rüzgâr şedid olduğundan beni oradan oraya attı. Neye yapıştım ise elimde kaldı.
Bostancı:
-Ya bunları çuvala kim doldurdu.
Dedikde,
-İşte ben de anı tefekkür ederdim.


VATİKAN - MÜRTECİ DEVLET


Dünyanın en mürteci devleti Vatikan, burnunu hiç çıkarmadığı Ermeni meselesindeki tavrını net olarak ortaya koymuş. Katolik, Ortodoks ve Protestanlara bizler Hristiyanlık mezhepleri olarak bakıyoruz. Kendi Ehl-i Sünnet anlayışımızın dört mezhep telakkisinin iz düşümünü orada da görmek hoşumuza gidiyor herhalde. Oysa bunlar birbirlerini mezhep değil ayrı ayrı "religion" olarak görüyorlar. Bu uğurda Gregoryen Anadolu Ermenileri tebaa-i sadıkamız iken, Osmanlıyı destablize etmek yolunda bunların bir kısmını önce Katolik dinine intisap ettirdiler. Haliyle Anadolu Ermenilerinin bir kısmı kendilerine Papa'yı merci seçtiler. Bu faaliyete Gregoryen Ermenilerimiz şiddetle tepki verdiler. İkinci Mahmud'dan bunları sürgüne yollamasını bizzat Ermeni Patriği ve cemaati istedi (bu konuda Kemal Beydilli'nin kitabını tavsiye ederim). Daha sonra da Amerika dünyanın bekçisi olma yolunda bizim Ermenilerimizin bir kısmını Protestan dinine geçirtti. Yani çok başlı bir Ermeni cemaati karşımıza çıktı. Sonradan Gregoryenler de Osmanlı karşıtı bir havaya girdilerse de fazla uzun sürmedi. Yine aklın yolunun bir olduğunu gördüler. İşte 200-250 senedir Ermeni tahrikçiliğinin bizzat içinde yer alan Vatikan mürtecileri bugün niyet-i haliselerini açıklamışlardır. En son Fransa ile bu hususta neler yaşadık herkesin hatırındadır. Ambargodan tutun diplomatik ilişkilere kadar ne kısıtlamalara gitmiştik. Şimdi de acilen, hemen "mukabele-i bi'l-misil" ile hareket edilerek gereken cevap verilmelidir. Bin yılın kinini kusacak adamlara ne devlet muamelesi, ne de din adamı muamelesi yapılır. Sadece bunların arka planını teşhir edecek politikalara ihtiyacımız vardır.

TARİH-İ OSMANİ ENCÜMENİ MECMUASI



"Tarih-i Osmani Encümeni" Cumhuriyet'ten sonra kısa bir süre "Türk Tarihi Tedkik Cemiyeti" olarak anıldı ve sonrasında da günümüzün "Türk Tarih Kurumu" haline dönüştü. Bu ilk encümenin yayın organı da "Tarih-i Osmani Encümeni Mecmuası"dır. Bundan 105 yıl önce 14 Nisan 1910'da ilk sayısı yayınlanmıştır. Bu ilk sayının ilk makalesi de Abdurrahman Şeref Efendi'nin "Evrak-ı Kadime [metin üstünde Atika yazılıdır] ve Vesaik-i Tarihiyyemiz" adlı makalesidir. Tarihçiliğimiz açısından belgelere verilen önemin bir göstergesidir. İnternet ortamında metinleri bulunabiliyor. 105 yıl önce de arşiv belgelerimizin ne kadar feci ortamlarda bulunduğunu, o zamanlar dile getirilen niyetlerin günümüzde de tam manasıyla tahakkuk ettirilemediğini gördükçe hüzünlenmekten başka bir şey gelmiyor elden...



OĞLUM VE KIZIM YAZILI MEZARTAŞLARI

Eski devirlerde bulaşıcı hastalıklar bir yere girdiğinde zengin, fakir, sultan, şehzade demeden önüne gelenin vadesini dolduruyordu. Saray hareminde bile bunun önüne geçilemiyordu. Salgınlardaki can kayıplarının miktarı hakkında çeşitli rakamlar dolaşıyor. Spekülatif rakamlar olsa da bazen bir şehrin yarıya yakın nüfusu yok olabiliyordu. Küçük yerleşim birimlerinden köy ve mezraalar ise nüfuslarını tamamen kaybedebiliyordu.
Kabataş'ta Mehmed Emin Ağa Sebil ve Haziresi vardır. Burada yan yana yatan iki çocuk mezarı beni çok hüzünlendirdi. Muhtemelen yine bir salgında Mehmed Emin Ağa'nın torunlarından Adile ve Mehmed Refi'i vefat ederek yan yana defnedilmişler. 1170 Aralık-1171-Ocak ayına tekabül eden 1184 Ramazan ayında İstanbul'da ne salgını oldu acaba? Mehmed Emin Ağa'nın Hüseyin ve Sadık isminde iki oğlu olmuş. Bunlardan birinin çocukları ama tespit edemedim. O devirde kitabelerde pek kullanılmayan oğlum ve kızım kelimeleri burada rahatlıkla kullanılmış. "Kızım Adile Hanım" ve "Oğlum Mehmed Refi'i Bey" yazılı iki mezarın fotoğraflarını nazarlarınıza tevdi ediyorum.



GİZLİ DAMGASI

Osmanlı Ordu-yı Hümayunu Başkumandanlığı Vekaleti antetli bu belgenin yanındaki içiçe geçmiş iki hilal damgası "gizli" kaydı olan belgelere vurulurdu. Derecesine göre tek, çift hilal olabiliyordu. Ben henüz göremedim ama üç hilalli olanları da mevcutmuş. Bu belgenin altındaki imza Enver Paşa'ya aittir. Günümüzde bunun gibi çok sayıda gizli belge, araştırmaya açık tasniflerde görülmektedir. Şeffaf devletiz vesselam.


BUNU DA GÖR PAPA



Bulgarlar Edirne Karaağacında Rum köylülerini dörder dörder bağlayıp Meriç Nehri'ne atmışlar. Bizimkiler de cesetleri çıkarıp ailelerine teslim ederken bu fotoğrafı çekmişler. Bu şekilde ceset fotoğrafları yayınladığım için üzgünüm ama bu savaş denen illeti ortadan kaldırmaya çalışmak varken, yaraları kaşıyıp kangren haline dönüştürmek isteyenlere de bir hatırlatma olsun.
Savaş denen illet aynı dinden olanlara da aynı acımasızlığı her zaman gösterir. İki dünya savaşı da batıdan çıkmadı mı? En azından 60 milyon insanın kanına girmediniz mi? Daha ne konuşuyorsun.
Papa, ister din adamı kimliğiyle isterse devlet başkanı kimliğiyle, her ne şekilde olursa olsun şu anda dünyadaki tüm savaşların başlıca müsebbibi olan emperyalizmi lanetlemediği sürece safını belirlemiştir ve bu savaşın kirli tarafında duruyor demektir.

TOPKAPI FUKARAPERVER MÜESSESE-İ HAYRİYYESİ


En kötü diplomasiyle elde edilen, en iyi savaştan kazanılandan daha insani sonuçlar doğurur. Fotoğrafın yılı 1928'den önce olmalı. Cumhuriyet henüz en fazla beşinci yılında. Topkapı Fukara Cemiyeti'nin çocuk bakımevinin önündeki kalabalığa bakınız. Çoğu kadının kocası, birçok çocuğun babası bu vatanın kurtuluşu yolunda şehit veya gazi olmuş. Hem öksüz hem de yetim kalmış çocuklara eş, dost,akrabalar da bakıyor olabilir. Kapıdaki tabela tam okunmuyor ama Pazar ve Salı'dan başka muayene günü de yok galiba. Mecburen bu kalabalık sıraya girmek zorundalar. Balkan harbinden İstiklal Harbi'nin sonuna kadar 12 senede ne doktorlar, doktor adayları şehit, gazi oldu. Memleket bitap düşmüş ama yine de sıra bekleyen kadın ve çocukların gözlerinde bir umut, en azından bir rahatlık var. Kimin aklına gelmişse çekmiş bu belgesel fotoyu, iyi de yapmış.


İMZA ÜZERİNE

Telif ve patent kısırı ülkemizde belki de en yaygın telif "imza"dır. En azından herkesin kendine ait ve taklit olmayan bir imzası bulunuyor. Az bir istisna bunun dışında kalabilir. Gelgelelim bu teliflerin bir çoğu imza tekniğine uygun olmayan sinek bacağı, karınca ayağı tarzında çiziktirmeler. İmza dediğin zaman sana özgü bir telif ortaya koyacaksın. Öncelikle soyadın okunabilir olacak. İsmin de böyle olabilir ama baş harfiyle de idare edilebilir. Aşağıdaki fotoğraf Nafia Nezareti (Bayındırlık Bakanlığı) memurlarına ait toplu bir dilekçenin imza sahipleri. Okumayı bilmeyenler için belki bir anlam ifade etmeyebilir. Okuyabilenler göreceklerdir ki bu kargacık burgacık şekillerde saklı isimler rahatlıkla okunabiliyor. Hatta bu nezaretin Ermeni, Rum memurları dahi imzalarını Eski Türkçe atmışlar. Serkis, Onnik, İstepan gibi isimleri seçebiliyorum. Okunabilir imza atma eskiden yaygın ve nizami bir alışkanlığımız imiş. Şimdilerde kaybettiğimiz bir hasletimiz. Belki yeniden o güzel adeti canlandırıp, okunabilir imzalarla işlem yapmaya başlarız.


8 Nisan 2015 Çarşamba

İŞGAL İSTANBUL'UNDA İNGİLİZLERİN SULTAN ABDÜLAZİZ'İN TAHTINA EL KOYMASI

İstanbul'un işgali zamanında İngiliz işgal kuvvetlerinden Miralay Maxwell isimli bir subay Beykoz Kasrı'na bir botla sellemehüsselâm yanaşır. Orada görevli Türk askerlerine "Padişahınız Vahdettin, Sultan Aziz'in tahtını bana hediye etti" diyerek tarihi tahtı, botuna yükletip çeker gider. Zavallı Harbiye Nazırı Ziya Paşa'ya bu durumu Sadrazam Tevfik Paşa'ya bildirmek düşer. İstanbul’un işgal günlerinde kanunsuz işlere fazlasıyla dalan, işgal ordusunun ne demek olduğunu Türklere öğreten biridir Maxwell cenapları. İşgalden kurtulduktan sonraki günlerde Türk matbuatına da konu olmuş ve devrin gazetelerinde “Hırsız İngiliz Miralayı Maxwell” yazılı fotoğrafıyla birlikte teşhir edilmiştir. 

Maxwell yine de tahtın padişah tarafından hediye edildiği konusunda doğru söylüyor olabilir. Çünkü ne olduğu, nasıl karaktersiz bir adam olduğu tüm İstanbul tarafından bilindiği halde Padişah Vahdettin tarafından 8 Ekim 1920 tarihinde 2. rütbeden Mecidî Nişanı verilerek onurlandırılmıştır. Babası Abdülmecid’in nişanını böyle bir hırsıza vermekten çekinmeyen bir padişah, amcasının tahtını da rızasıyla vermiş olabilir. Bu zannımız, yeni bir belgeyle aksi ispat edilinceye kadar burada kalacaktır.

BELGE METNİ:

Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Dairesi

Maruz-ı çaker-i kemineleridir ki

Miralay Maksivel [Maxwell] cenablarının 13 Haziran 1337 tarihinde Beykoz Kasr-ı Hümayunu'na gelerek orada bulunan ve cennet-mekân Sultan Abdülaziz Han'a ait olan tahtı Zat-ı Şahane [Vahdeddin kastediliyor] tarafından kendisine hediye ve ihsan edildiği beyanıyla alarak bir istimbotla götürdüğü anlaşılmakla arz-ı malumat olunur. Ol babda emr u ferman hazret-i veliyyu'l-emrindir.

8 Şevval 1339 15 Haziran 1337 [1921]

Harbiye Nazırı [İmza: Ziyaeddin]

(Bu konuyu 4-5 yıl önce de paylaşmıştım ama gazete kupürü ve Vahdettin’in nişan verdiğini o sırada tespit edememiştim. İlave malumatla yeniden paylaşıyorum.)

 

GAZETE KUPÜRÜ:

MÜTAREKE DEVRİNİN MEŞ'UM SİMALARINDAN: MAKSVEL

Mütareke vesilesiyle İstanbul işgal edildiği zaman İngiliz polisinin başında resmini gördüğümüz bu menfur mahlûk bulunuyordu. Bu herif miralay rütbesinde bulunduğu halde İstanbul'da yapmadığı hırsızlık, dolandırmadığı dükkâncı kalmamıştı. İngiliz zulmünü haddinden fazla ifrat ile tatbik edip işi kepazelik derecesine vardırdığı sabit olduğundan Miralay Maksvel'in ahiren Londra'da on seneye mahkûm olduğunu haber alıyoruz. Mamafih İstanbul halkı bu meş'um İngiliz'e bir nokta-i nazardan teşekküre mecburdur. Çünkü onun sayesindedir ki içinde Rumu, Ermenisi de dâhil olduğu halde yediden yetmişine kadar bütün İstanbul halkı İngiliz kibrinin, İngiliz zulmünün, İngiliz barbarlığının mahiyetini pek az zaman zarfında ve unutulması mümkün olmayacak surette öğrenmiş oldu.


Hırsız İngiliz Miralayı Maxwell






HURİYE HANIMIN KAHREDEN MEKTUBU


Allah kimseyi açlıkla terbiye etmesin. İstanbul'un işgal döneminde Anadolu'da görevli memur eşleri ile irtibatı kesilen aileler maaş alamadıkları için açlığın her türlüsünü yaşıyorlardı. Bu ailelerin mensuplarından Huriye hanım öyle bir mektup yazmış ki daha benzerini görmedim.
Biri bana "elimizde silah balta satır dairelere hücum edip hakkımızı isteyeceğiz" "artık susmayacağız" "siz de bizim gibi olacaksınız, siz de rahat etmeyeceksiniz" gibi ifadelerle dolu, hem de bir kadın tarafından sadrazama (Damat Ferit) yazılmış böyle bir mektubun varlığını iddia etse görmeden inanmazdım. Neyse ki kendim gördüm de başkalarının beni inandırmasına gerek kalmadı. Siz de görün diye belge fotoğrafını da yayınlıyorum.
[Metindeki bazı yerlerde ifade düşüklüklerini hoş görmek lazım. Bir de «kadınlar ne yaparsanız yapınız» ibaresinden sonra gelen parantez içindeki kelimenin mealine taktım ama yorum yapmayacağım. Sadece Ömer Seyfettin'in bu devirde geçen "Zeytin Ekmek" hikayesini okumanızı salık veririm...]


HUZUR-I ALİLERİNE
Muhterem Ferid Paşa Hazretleri
Şimdiye kadar müracaatlarımız akim kaldı. Hiç birisine cevap vermeğe tenezzül buyurmadınız. Gönderdiğimiz kâğıtları Dâhiliye Nezareti’ne havale etmişsiniz. Bu kâğıtları Dâhiliye Nazırı beyefendi de tabiidir ki kabul etmemiştir. Çünkü o kıymettar dakikalarınızın bir saniyesini bile bizim gibi fakirlere terk edip de zihninizi yormak istemezsiniz. Daha evvelce zevclerimizin maaşlarına mensuben [mahsuben demek istemiş]ufak bir maaşın tahsisi içün istida vermiştik. Bunları birçok vapur ve tramvay paraları sarf ederek tasahhup ettik. Netice para verilemeyeceği söylediler. Daha birkaç yere müracaatta bulunduk. Bizi tahkir ettiler. Adliye Nazırı beyefendinin umur-ı zatiye müdürü efendinin tahkirlerine de hedef olduk… Esasen başlıca cevapları «kadınlar ne yaparsanız yapınız» kelimesi oluyor. Evet, biz de bu ne [yapmak] lazım geldiğini evde düşünmüş olsaydık o vakit müracaatta bulunmazdık. Fakat biz namuskâr aileleriz. Biz hiçbir fenalığa teşebbüs edemeyiz. Biz kendilerinden ekmek istemiyoruz. Kocalarımızın aylığını isteyoruz. Bunları Anadolu’ya memur siz gönderdiniz. Şimdi Anadolu kapalı olması münasebetiyle bize aylık gönderemiyorlar. Biz ne yiyip içeceğiz. Bunu niçin düşünmüyorsunuz. Evlatlarımız açlıktan ölüyor, artık susmayacağız. Hayatımızın son dakikalarına geldik. Bütün ümitlerimiz hâksâr oldu. Bütün felaketzede aileler mini mini yavrularımızın hayatını kurtarmak için ne lazım gelirse yapacağız. Elimizde silah balta satır dairelere hücum edip hakkımızı isteyeceğiz. Değil mi ki sebeb-i berbadımız da sizsiniz. Siz de bizim gibi olacaksınız. Siz de rahat etmeyeceksiniz. Bizi bu hale koyan yine sizsiniz. Eğer bu son müracaatlarımıza cevap vermez iseniz çok büyük felaketlere maruz kalacaksınız? Sizin içün iyi olmayacak. O kadar sevdiğiniz o sevimli koltuğunuzu gaib edeceksiniz. Bunlara siz ehemmiyet vermezsiniz çünkü evdeki çocuklarınızın sabahleyin kakao sütleri, muntazam yemekleri hazırdır. Aynı zamanda istedikleri bir şeyi bir saniyede yaptırırsınız. Sizin içün düşünecek ne var… Artık yetişir yetişir. Bunlara biraz nihayet verilsin. Ermeniler katledildi bizi de açlık ile mi öldüreceksiniz. Ev sahipleri hükûmete müracaat ediyorlar, evden eşyamızı attırıyorlar “aylık vermiyorsunuz” diye… Ne ile aylık vereceğiz. Çocuklarımız tahsil edemiyor. Çünkü ayakkabı, kitap alamıyoruz. Sefaletten öleceğiz. Daha susalım mı paşam.
9 Eylül 1336 [9 Eylül 1920]
Gün Perşembe
Huriye





İSTANBUL’UN EN ESKİ OTOMOBİL SERVİSİ


Sultanahmet semtinde Hüseyin Şazi Bey’e ait Metanet Garajı adıyla çalışan bir otomobil servisi varmış. Hüseyin Şazi Bey sadrazamın bozulan makam otomobilini tamir etmek üzere teslim aldığında ücret ve teslim tarihini de içeren bir taahhütnameyi Sadaret’e vererek tarihe geçmiş. Daha eski bir tamirhane-otomobil servisi taahhütnamesi görmediğim için şimdilik en eskisi budur. Başkasını bilen varsa paylaşabilir.

METANET GARAJI

Hüseyin Şazi
İstanbul Sultan Ahmed Divan Yolu numero 126
Otomobil, Motor ve Motosiklet Tamiri
ve Her Nev’i Makineye Ait Tamirat Deruhde Olunur
Rükub-ı sâmî-i hıdiv-i efhamiye mahsus otomobilin ----- aksam-ı sairesindeki bozuklukları tamir içün on bin beş yüz kuruşa pazarlık eylediğimi ve her türlü tamirat ve nevakısın ikmali ile otomobili Perşembe günü akşamına teslim edeceğimi mübeyyin işbu taahhütnamem ita kılındı.
28 Ağustos 337 [28 Ağustos 1921]
[İmza]


AYVORİ SABUNU REKLAMI

Ne kadar naif bir reklam metni. Bunu okuduktan sonra o sabunla yıkanmaya kıyamaz insan. Evvel zamanların reklamcılığına dair güzel bir numune...
AYVORİ SABUNUNU KULLANINIZ
Suya Düşerse Batmaz
Bir gün üç köylü kızı saçlarını yıkamak içün göl kenarına gitmişlerdi. Yanlarında birkaç türlü sabun vardı. Şakalaşırken bütün sabunları göle düşürdüler. Sabunların hepsi battı. Gaip oldu. Yalnız “Ayvori” Sabunu muzafferane su üzerinde yüzüyordu.


PİERRE LOTİ'NİN ŞEHBAL DERGİSİ'NE MEKTUBU


Türk dostu Fransız edibi Pierrre Loti etrafındaki tartışmaları bir tarafa bırakırsak, Şehbal dergisine gönderdiği şu mektubu daha rahat okuyup anlayabiliriz. Üstelik dergide Fransızca aslı verilen mektubu bugünkü Türkçeye çevirenler olursa aşağıdaki metinle mukayesesini yaparak dilimizin geldiği noktayı da bir anlamda tecrübe etmiş olurlar. Belki bu tercümelerinden bizi de yararlandırmak için paylaşanlar bile çıkabilir.

MUHİBB-İ MUHTEREMİMİZ MÖSYÖ PİYER LOTİ’NİN «ŞEHBAL»E BİR MEKTUBU
TERCEMESİ

Azizim Efendim,

Efsûs ki Türkçe okumak bilmeyorum! «ŞEHBAL»in bana tahsis buyurduğunuz nüshasında Türk münevverleri tarafından hakkımda yazılan bütün o lütufkâr ve dilfirib fikirlerin tercemesini nihayet ancak dün alabildim. Kendilerine iblağını bu gün sizden rica etmek istediğim teşekkürât-ı mütehassisâneyi iş’ârda beni ne kadar gecikmiş bulacaklar! Mazhar-ı afv olmam içün lütfen onlara söyleyiniz ki ben zaman-ı kadîm Şarklılarındanım; yani vaktin geçişinden çokluk haberdar olmayan biri. Onlara bilhassa deyiniz ki muazzez Türkiya’mıza ruhumla, bedenimle sâdığım ve hakaretlere, tehditlere rağmen Osmanlıların ruhundaki asalet ve ulviyetleri daha ziyade tanıtmaya daima sarf-ı kuvvet edeceğim.
Size ve herkese karşı olan teşekkürât-ı amîkamı kabul buyurunuz, efendim.

(İmza)

Piyer Loti