Sinan
ÇULUK
|
(Edhem Paşa'nın resmini tedarik eden
sayın Ali Bilgiç'e teşekkürler) |
Sultan
İkinci Abdülhamid döneminin sonlarında Bursa Valisi Mehmed Tevfik Bey ile Bursa
Yenişehir eşrafından Edhem Paşa arasında bir anlaşmazlık yaşanmıştır. Kişileri
yıpratan ve mahalli sakinlerin de dâhil oldukları bu ihtilaf, somut olarak
çeltik tarlaları üzerinden yürütülmüştür. Osmanlı idarecileri ile yerel güçler
arasındaki gerilim ve çekişmeyi vurgulamak adına bu örnek olaydan hareket
edeceğiz. Nasıl oluyor da bir vali ile isminin sonunda “Paşa” unvanı olan biri
arasında böyle bir gerilim yaşanabilir. Bunu anlamak için biraz gerilere gidip
hareket noktasını oradan başlatmak gerekmektedir.
Osmanlı
Devleti 600 yıllık ömrünün her anında yeknesak bir nizam ile idare
edilmemiştir. Esasen böyle bir şey de mümkün değildir. Gelişme ve değişmenin
tabii kanunları işlediği sürece devlet nizamının yürütülmesinde de farklı
uygulama ve kanaatler karşımıza çıkar. Osmanlı Devleti zaman içerisinde
hakimiyetini sürdürürken çeşitli istinat noktaları ve karşılıklı hakimiyet
sahaları oluşturmuştur. Padişahın mutlak otorite olduğu, Sadrazam ve Divan-ı
Hümayun’un padişahtan aldığı yetki ile onun otoritesini temsil ettiği
dönemlerde bile, “padişahların astığı astık, kestiği kestik” anlayışının hâkim
olduğu bir devir hiç yaşanmamıştır. Padişahın, şeriat, örf ve kanunnamelerle sınırlandırılan
hâkimiyeti mutlak değildir. Fetva müessesesi devletin sonuna kadar işlerliğini
sürdürmüştür. Hâkimiyetin dayandığı unsurlar bölgelere göre de değişiklik
gösterir. Beylikten Devlet olma sürecine taşınırken hâkimiyet kapsamına alınan
diğer bey ailelerinin bazıları topraklarından sürülmüş, bulundukları yerlerde
bırakılan bazılarına da padişahın namına yönetime katılmaları açısından yetki
devri söz konusu olmuştur. Bu “bey aileleri” ile saltanat merkezi arasındaki
ittifak uzun yıllar geçerli olmuş, zaman içerisinde ayan ve mütegallibe sınıfı
olarak adlandırılsalar da asker toplama ve vergi tahsilatı gibi mîrî hususlarda
merkezden atanan valilere en önemli desteği bu aileler sağlamıştır.
Klasik
dönemde bir bölgede ortaya çıkan basit anlaşmazlıklar hukuki yoldan çözüme
kavuşturulmaya çalışılmış, mesele büyüyüp isyana dönüşünce de oyunu kuralına
göre oynayıp isyancı bölgeye sevk edilen askeri güç ile sadakatlerini yeniden
tesis etmişlerdir. Nizam-ı Cedid diye adlandırılan Sultan Üçüncü Selim devrine kadar,
merkezi idarenin arada sırada mahalli otoritelerden şikâyeti olsa da memleket
yangın yerine dönüşmeden uzlaşmaya gidilebilmiştir. Celali İsyanları adı
verilen olaylar zincirinde bile Celali reislerinden bazılarına rütbe ve belirli
bölgelerin hâkimiyeti verilip icabına bakılmaları zamana bırakılmıştır. Devlet
nizamında bir alt üst oluşu simgeleyen yeni düzenin getirdiği iktisadi ve
askeri külfetlerden bunalan Anadolu ve Rumeli’ndeki ayan ve hanedan sınıfları
Nizam-ı Cedid’e karşı çıkmaya başlayınca merkezi otoritenin de bunlardan
kurtulmak için karşı hamleleri olmuştur. Tanzimat Dönemi’ne geldiğimizde Sultan
İkinci Mahmud kesin olarak merkezi otoriteyi tesis etmek, taşranın yönetimdeki
ağırlığını ortadan kaldırmak için ayan ve mütegallibe sınıfından bu ailelere
savaş açmış ve tamamını sindirmiş, yanına çekemediklerinin kerhen de olsa
saltanat merkezine bağlılıklarını temin etmiştir. Yeniçeri Ocağı’nın da ilgası
ile taşra beylerine dayanmayan yeni bir orduyu da müesseseleştirmiş ve bundan
sonra Osmanlı Devleti’nin idaresi büyük ölçüde Saray ve Babıali bürokrasisi
tarafından yürütülmüştür. Yeniçerilerde olduğu gibi yeni ordu yönetim üzerinde
askeri bir vesayet elde edememiştir. Ne var ki Sultan Abdülaziz’in Saray ve
Babıâli bürokrasisini etkisiz bırakan bir askeri darbe ile tahtından
indirildikten sonraki feci ölümü ardından başlayan bunalım dönemi, tahta yeni
çıkan Sultan İkinci Abdülhamid’i yeni ittifaklar aramaya yöneltmiştir.
SULTAN İKİNCİ ABDÜLHAMİD'İN KADERİ
Beşinci
Murad tahttan indirildiği 1876’dan sonra nispeten serbest olsa da Ali Suavi
vakasından sonra kapatıldığı Çırağan Sarayı’ndan hiç dışarı çıkmadan 1904’de
vefat etti. Bu tarihin önemi şuradadır, amcası Abdülaziz feci bir şekilde
ölmeseydi ve ağabeyi Murad üç ayda akli dengesini kaybetmeseydi Sultan
Abdülhamid’in tahta çıkması mümkün olmayacak ve isimlerini bile hatırlamadığımız
çok sayıda şehzadeden biri olarak tarihteki yerini alacaktı. Belki de ömrünün
sonuna kadar Maslak Kasrı’nda icra ettiği marangozluk numuneleri ile
hatırlanacaktı. Talihi yaver gitti ve padişah oldu. Tabii ki kendini ziyarete
gelip tahtın yolunu açan, buna mukabil Kanun-ı Esasi’yi ilan ve Meclis-i
Mebusan’ı açma şartlarını dikte eden Midhat Paşa’yı ve devrin anlı şanlı
rical-i devleti ile bürokratlarını hiç unutmadı. Hâkimiyeti tek elinde toplamak
için bunların önünü kesmek gerektiğinin bilincindeydi. Merkezi bürokrasiyi
dengeleyen bir güç çıkarmalıydı. Tebaa ve reayada yönetime katılma bilinci
köreltilmişti. Sessiz çoğunluktan kendisine hayır yoktu. Bu kitleye sözünü geçirebilecek
tek güç, anlamlı bir tarihi miras olarak kalabilmiş bölgesel nüfuzlu ailelerdi.
Önce bunların bir bir tespitini yaptırdı. Tespit ettikleri arasında kendine
yatkın olan taşra hanedan ve eşrafını çeşitli unvan ve nişanlarla taltif etti.
Göz önünde bulunmasını istediği bazı sülaleleri İstanbul’a getirtti. Devletin
yüz yıldır uğraşıp bin bir emek ve zahmetle idareyi merkeze almak ve taşranın
yönetim üzerindeki etkisini kaldırmak için yaptığı faaliyetleri yok saydı.
Babıâli’nin yönetimdeki etkisini nerede ise tamamen kaldırdı ve Yıldız’da
maiyeti erkânından gölge bir kabine oluşturdu. Öyle ki, dâhiliye nazırı ve
sadrazamın haberi olmadan Yıldız’daki telgraf odasına gelen telgraflar
sayesinde memleketin herhangi bir yerinden ilk önce kendisinin haberi oluyordu.
Kendine bağladığı çetevari organizasyonlarla hafiyelik teşkilatını oluşturmayı
da ihmal etmedi. Jurnal denilen espiyonaj faaliyetine önem verdi. Öyle ki
herkes birbirini jurnalliyordu. Osmanlı coğrafyasının belirli bölgelerinden
getirtip Yıldız ve civarına yerleştirdiği mutasavvıflar ile o bölgelerdeki
nüfuzunu pekiştirdi. Ayrılıkçı temayülleri olan Arnavut ve Kürtlerin
sadakatlerini yeniden tesis etmek için, temayüz etmiş ailelerini özellikle
destekledi. Bunları da nüfuzunu aktarmada araç olarak kullandı.
TAŞRA EŞRAFININ
TESPİT EDİLMESİ
Sultan Abdülhamid’in
31 Ağustos 1876’da tahta çıkışının ardından devleti ağır hasara uğratan
Osmanlı-Rus Savaşı ile karşı karşıya kalındı. Savaşın ardından Devlet-i
Aliyye’nin genel bir panoramasını çıkartabilmek ve hasar tespit çalışması
yapabilmek maksadıyla çeşitli vilayetlere telgraf emirleri gönderildi. 27
Ağustos 1880 tarihiyle Mabeyn Başkitabeti’nden vilayetlere gönderilen bu
telgraf emrinde “Sultan Abdülhamid’in tahta çıktığı 1293 Şaban ayından itibaren
vilayetlerde vuku bulan asayiş olayları, doğum-ölümlerle birlikte mevcut
nüfusun bildirilmesi, bölgenin imar, sağlık, eğitim, askeri hususlardaki
fevkalade ihtiyaçları ve bölge ahalisinin kıdem, haysiyet, servet ve emlak
açısından mümtaz olanlarının listelenmesi” bildirilmiştir. Bu emir uyarınca Vilayetlerden
İstanbul’a gönderilen raporların birçoğu bugün elimizdedir.
İşte bu çalışmalarla
tespit edilen Anadolu ve Rumeli’ndeki belli başlı ailelerin mümtaz olanlarından
bazı fertlere çeşitli unvanlar tevcih edilmeye başlandı. Istabl-ı Amire payesi,
Mirülümera ve Mirimiran gibi çeşitli mülki rütbeler alan bu kişiler Sultan
Abdülhamid’in merkezi bürokrasinin gücüne karşı kendini ve iktidarını sağlama
almasına yarayacak denge unsurlarıydı. Haliyle merkezin kendilerine bahşettiği
güç ve otoritenin paylaşılmasını istemeyen bürokrat yönetici sınıf ile bu eşraf
arasında zaman zaman gerginlikler baş göstermiştir. Bu yazımıza konu olan
Hüdavendigar Valisi ve Yenişehirli Edhem Paşa arasındaki gerilim de bu
çerçevede ele alınacaktır. Şahısların biyografik portrelerinden ziyade
prosopografik ayrıntıları verilecektir.
EDHEM PAŞA KİMDİR?
Bursa Yenişehir
eşrafından Edhem Paşa kendilerini Viyana Serdarı Kara Mustafa Paşa ahfadı
olarak gösteren bir sülalenin ferdidir. Babası
Ahmed Bey’in de kasaba eşrafından olarak hükümet çevreleri ile çeşitli
münasebetleri görülmektedir. Ahmed Bey, Yenişehir’den geçmekte olan Fransız ve Avusturyalılardan
oluşan bir tüccar kafilesinden bazısının öldürülüp, bazılarının yaralanması
töhmetiyle suçlanmış ve tutuklanmıştır.
Bu olaydan sonra maktûlün diyetinin tahsili için Ahmed Bey’in malları
satıldığından, Edhem Paşa’nın amcası Emin Bey, bazı malların kendine ait olduğu
iddiasıyla geri verilmesini istemektedir.
Sultan İkinci
Abdülhamid’in tespit ettiği eşraftan olması hasebiyle taltif edilen Edhem Bey
zamanla saray nezdindeki değerini arttırmıştır. Klasik Osmanlı çağlarında
olduğu gibi merkezi idarenin “Saray”da teessüsü, eski devirlerin “intisap”
sistemini de beraberinde getirmiş, saray erkânından bazılarıyla kurduğu yakın
ilişkiler sayesinde Bursa’nın sayılı eşrafı arasına girmiştir. Mabeyn Başkâtibi
Tahsin Paşa, Esvapçıbaşı İlyas Bey gibi isimler artık Edhem Paşa’yı himaye
vaziyetindedirler. Bunların da aracılığıyla birbiri ardına unvanlar tevcih
edilir. Tesisat-ı Askeriye İanesi’nin toplanmasındaki başarılarından ötürü
Yenişehir eşrafından Edhem Bey’e 19 Mayıs 1897 tarihinde “Istabl-ı Amire
Müdürlüğü” payesi verilmiştir.
Haiz olduğu Istabl-ı Amire payesi 1900’de “Mirülümera” rütbesine yükseltilerek
“Alaylı Paşalar” sınıfına girmiş
ve ardından 8 Ocak 1904 tarihinde “Mirimiran”rütbesine yükseltilmiştir.
“Hüdavendigar Vilayeti Salnameleri”nden takip edebildiğimiz kadarıyla 16 Kasım
1902’den itibaren 1908’e kadar Yenişehir Belediye Başkanlığı’nı deruhde
etmiştir. İkinci Meşrutiyet’in ilanıyla birlikte ikbal günleri hızla zevale
dönmüş ve “Volkan Cemiyeti” mensubu olmak töhmetiyle Hareket Ordusu tarafından
Divan-ı Harb-i Örfi’ye sevkedilmiştir. Muhakemesi neticesinde suçlu bulunarak
11 Eylül 1909 tarihinde “müebbeden kalabend” cezası verilmiş ve Midilli
Adası’nda cezasını çekmeye gönderilmiştir.
Daha sonra affedilerek tekrar Yenişehir’e yerleşti. Kurtuluş Savaşı sırasında
Yunanlılara yardım ve yataklık suçlaması dolayısıyla “hıyanet-i vataniyye” suçu
sabit görülerek 15 sene hapse mahkûm edildi. Eskişehir’de cezasını çekmekteyken
sağ gözünün tamamen, sol gözünün kısmen görme kabiliyetini kaybetmesi ve
yaşlılığına binaen kalan cezası 159 numaralı kanunla 13 Ekim 1921’de affedildi.
Zenginliğini ve
gücünü gösterebilmek adına epeyce güreşçiyi himaye eden ve çiftliğinde
müsabakalar tertip eden Edhem Paşa, Yenişehir ve civarındaki geniş arazilerinde
yaygın olarak pirinç ziraatı yapmaktadır. Sahip olduğu çiftlik Yenişehir’in
doğusunda yer alır. (Bkz. Ek. VI) Bu çiftliğin dışında da çok sayıda tarım
arazisinin sahibidir. Babası zamanından beri Yenişehir’deki diğer büyük toprak
sahipleri ve eşraf ile çeşitli ihtilafları olmuştur. Toprakocak köyü
civarındaki araziler dolayısıyla İstanbul’dan Mahrukizade ailesiyle,
çiftliğine giden suyollarının tahribatı ve silahlı adamlarının halka eziyet
ettiği iddiasıyla yerli halk ile defalarca karşı karşıya gelmiştir. Bazı eşraf
tarafından doğrudan doğruya Sadaret’e veya Dâhiliye Nezareti ile Yıldız
Sarayı’na defalarca şikâyet mektupları ve telgraflar yollanmıştır. Bunların
çoğu cevapsız kalmış, halkın talepleri yerine gelmemiş, ne zaman ki
Hüdavendigar Valiliği’ne Mehmed Tevfik Bey getirilmiş, o vakit Edhem Paşa ile
epeyce uğraşılmıştır.
HÜDAVENDİGAR VALİSİ
MEHMED TEVFİK BEY KİMDİR?
Azerbaycan-Şemahi’li
Şirvanizadeler adıyla anılan bir aileye mensuptur. 1855’de İstanbul’a hicret
eden Ahmed Hamdi Bey’in oğlu olarak 1867’de İstanbul’da doğdu. 1885’de
Mülkiye’nin yüksek kısmından birincilikle mezun oldu. Mülkiye mezunlarından ilk
üç dereceye girenlerin Mabeyn’e alınması kuralından dolayı girdiği Mabeyn
Kâtipliğinde 12 sene hizmet gördükten sonra 1897’de Kudüs Mutasarrıflığı’na
gönderildi. 1901 Selanik, 1902 Konya, 1904 Yemen valiliklerinin ardından 24
Mart 1906’da Hüdavendigar Valiliği’ne getirildi. 24 Mart 1909 Ankara Valiliği
ardından 18 Eylül 1909’da Şura-yı Devlet (Danıştay) üyeliğine getirildi.
Çeşitli okullarda İktisat ve Anayasa Hukuku Müderrisliği’nde bulundu. Damad
Ferid hükümetlerinde Maliye Nazırlığı yaptı. 16 Kasım 1922’de TBMM tarafından
emekliye sevk edildi. Bundan sonra 1943’e kadar Yüksek Mühendis Mektebi
(Şimdiki İTÜ) İktisat Ordinaryüs Profesörlüğünde bulundu. 11 Şubat 1956’da
İstanbul’da öldü.
Soyadı Kanunu’ndan
sonra “Biren” soyadını almıştır. Hatıraları, torunu Rezzan Hürmen tarafından
“Bir Devlet Adamının Mehmet Tevfik Bey’in (Biren) II. Abdülhamid, Meşrutiyet ve
Mütareke Devri Hatıraları” adıyla 1993 yılında yayınlanmıştır.
EDHEM PAŞA’NIN İKBAL
GÜNLERİNİN ZEVALE DÖNÜŞMESİ
Sultan İkinci
Abdülhamid vaktiyle iktidarına destek olması maksadıyla palazlandırdığı yerel
güçlerin, zamanla asayişi ihlal eden ve bazen uluslararası sıkıntılar çıkaran
tavırlarına bir çekidüzen vermeleri gerektiğine inandı. Bu ihlallerin en
önemlileri Sadrazam Halil Rifat Paşa’nın oğlu Cavid Bey’in, Esad Toptani Paşa
tarafından kardeşi Gani Toptani’nin intikamını almak adına öldürtülmesi,
Bedirhanzadeler’in İstanbul Şehremini Rıdvan Paşa’yı öldürmeleri, doğu
bölgelerindeki Hamidiye Alayları’na mensup ailelerin bölgelerindeki diğer
ahaliye bin türlü eziyet çektirmeleri gibi olaylardır. Sultan Abdülhamid, baş
hafiyesi Fehim Paşa ve benzeri diğer başına buyruk oluşumlar karşısında
bunların etkinliklerini azaltacak tedbirlere yöneldi. Memleketin her bölgesinde
merkezi otoriteyi dinlemeyen, eski devirlerin acı hatırası “mütegallibe ve ayan
makulelerinden” şikâyetler ayyuka çıkmıştı. Epeyce bir süredir İttihat ve
Terakki yeraltı örgütü olarak taraftar kitlesi edinme peşindeydi. Düyun-ı
Umumiye’nin sarsıcı iktisadi politikaları ile bilhassa tütün üretici bölgelerde
azımsanmayacak gayri memnun bir kitle oluşmuş ve korucuların baskısına karşı
örgütlenen kaçakçılar açıkça silahlı mücadeleye başlamışlardı. Günümüze göre
bir yekûn teşkil eden Osmanlı’nın azınlıkları bu ayan ve mütegallibe kalıntıları
tarafından baskıya uğradıklarında patrikhaneleri veya ecnebi sefaret ve
konsoloslukları devreye girerek sıkıntıyı uluslararası boyuta taşıyorlardı.
Ülkenin kırgın kesimlerinin yerel otoriteler tarafından ezilmesine izin
verildiği takdirde devletin kendilerini yalnız bıraktığını hisseden
azımsanmayacak bir kitle muhalefet saflarına rahatlıkla katılabilecekti. Zaten
iktidara ilk geldiği yılların bürokratik yapısı tamamen kaybolmuş, dizginleri
eline alan Abdülhamid bürokrasi üzerindeki otoritesini tamamen tesis etmişti.
Artık mahalli hanedanlara bel bağlayacak durumda değildi. Bu mülahazalarla,
kendi elleriyle oluşturduğu yerel hanedanların hükmünü geçersiz kılacak
faaliyetlere önem verdi. İstanbul’da asayişi ihlal eden aileleri sürgüne
gönderdi. Ülkenin sıkıntı olan her bölgesine müfettişler göndermeye, vali,
mutasarrıf gibi idarecilerin elini güçlendirip saraydaki hamileri tarafından
kollanıp iyice şımaran yerel hanedanları sindirmeye başladı. Öyle ki saraydaki
hami ve hizipler tarafından bunaltılan Tevfik Paşa’ya Abdülhamid tarafından
gönderilen Yaver Yusuf Kenan Paşa’nın irade suretini tebliğden sonra
“Efendimizin size şifahi irâdelerini de tebliğe memurum, Şevketmeab Efendimiz
selam söylediler. Sizin kimler tarafından ne suretle tazyik edildiğinizi tamamen
biliyorlar. Bundan dolayı hiç endişe etmesin, tuttuğu doğru yolda devam etsin.
Ben kendisini himaye ederim”
şeklindeki sözleri Abdülhamid’in tavrı hakkında gayet belirleyici bir husustur.
Yenişehirli Edhem
Paşa’nın yıldızı da bu sıralarda sönmüş olacaktır. Yıllarca Yıldız’daki
hamileri Tahsin Paşa ve Esvapçıbaşı İlyas Bey sayesinde her istediğine nail
olan Edhem Paşa artık rahatlıkla kollanmıyordu. Zira son neslin idarecileri de
bu tarz yönetim ilişkilerinden hoşlanmıyorlar, bilhassa yeni Hüdavendigar
Valisi Tevfik Bey, Sultan Abdülhamid’e olan muhalefetinin uzantısı olarak bu
türdeki yerel güçlere karşı muhalefeti de görev alanında görüyordu. Hatıratında
bu zihniyetine dair satırlara rastlanmaktadır; “Vilayetlerdeki eşraf arasında,
ayan sisteminin bir bakiyesi olmak üzere kendi alakalı oldukları köylerdeki
ehali üzerinde tesis ettikleri şahsi nüfuzu, menfaat hırsile suiistimal eden
bir takım kişiler vardı ki, bu tipleri yıldırarak halka zarar veremiyecek bir
hale getirmeğe çok ehemmiyet atfederdim. Yenişehirli Edhem Paşa da bu kabilden
bir adamdı ve böylelerinin daima yaptığı gibi, Saray’da kendisine arka olacak
insanlara yanaşmasını bilmiş ve gayri kanuni işlerinin devamını temin etmek
üzere bu şahısları kulllanmakta zerre kadar mahzur görmemişti.”.
Bu anlayış içerisinde Vali Tevfik Bey kolları sıvadı.
Tevfik Paşa ilk
mücadele sahası olarak ruhsatsız alanda “Pirinç Nizamnamesi”ne aykırı bir
şekilde ekilen pirinç tarlalarını seçti. Bu tarlalar kasabanın havasını
bozuyor, insan sağlığını tehdit ediyordu. O yıllarda en yaygın hastalıklardan
“sıtma”nın kaynağı olarak pirinç ziraatı gösterilmekteydi. Öte yandan pirinç
tarlalarının en elzem ihtiyacı olan suyun temini için açılan kanallar, inşa
edilen bentler de içinden geçtikleri diğer ekili arazilerin sular altında
kalmasına sıklıkla sebep oluyordu. Bundan zarar gören Yenişehir halkı da
şikâyetlerini birbiri ardınca sıralamaktan geri kalmıyor, her fırsatta Edhem
Paşa aleyhine isnatlarla vilayet ve nezaretlere dilekçe yağdırıyordu. Bu
şikâyetlere bigâne kalınamayacağı tabii idi. Ülkenin zirai üretimini arttırırken
halk sağlığının zarar görmesini de engellemek maksadıyla çıkarılan “Pirinç
Nizamnamesi” uyarınca yerleşim birimlerine 5000 metre mesafeden
yakın alanlarda pirinç ekimi yapılamayacağı hükme bağlanıyordu. Nafia Nezareti
müfettişleri tarafından yapılan ölçümlerde Edhem Paşa’nın çeltik tarlalarının
bu mesafeyi ihlal ettiği açıkça anlaşıldı. Yenişehir’in doğu kısmındaki
Dikencik ve Cedid Mahallelerinin en son meskenine 4360 metre mesafede
bulunan çeltik tarlalarının nizamnamenin ikinci maddesine göre ekim yapılmasına
ruhsat verilemeyecek araziler olduğu belirlendi. Bu rapora Nafia Nazırı Selim
Melhame Paşa müdahale edip nizamnamenin etrafından dolanıp bazı hafifletici
sebepler göstererek Edhem Paşa’ya ruhsat verilmesi yönünde bir tavır almıştır.
Yenişehir tarihinde küçük bir ayrıntı olarak görülebilecek bu tarihi zaman
diliminden geriye en büyük miras olarak Bursa Nafia Dairesi Serkondüktörü Rıza
tarafından yapılan ayrıntılı keşif haritası günümüze kalmıştır.
Vali Tevfik Bey, bu
raporlara istinaden ekilen çeltiklerin sökülmesini emredince ilk başta Edhem
Paşa pirincin olgunlaşmasına az bir zaman kaldığını ve vakti gelinceye kadar
müsaade edilmesini talep etti. Bu beyan üzerine tekrar yapılan teftişte, kısa
süre sonra pirinçlerin olgunlaşacağı ifadesinin yalan olduğu ortaya çıktı. İşte
bu andan itibaren Edhem Paşa ve Tevfik Bey arasındaki gerilim doruk noktasını
buldu. Pirinçlerin sökülmesinin ardından yanına aldığı yüklü bir nakit ile
soluğu İstanbul’da alan Edhem Paşa, Mabeyn Başkâtibi Tahsin Paşa’nın konağına
misafir olarak girişimlerine başladı. Tahsin Paşa ve Esvapçıbaşı İlyas Bey’in
Edhem Paşa’nın kayırılmasına yönelik iltimas mektupları birbiri ardına
Bursa’ya, Vali Tevfik Paşa’ya gönderilmeye başlandı.
Bu noktada aldığı devlet terbiyesi icabı saray erkânının şahısların işlerini
takip etmelerine ezelden muhalif olan Tevfik Bey geri adım atmadı. Dâhiliye
Nazırı Memduh Paşa ve Nafia Nazırı Selim Melhame’nin de olayın tarafları haline
gelmesi fazla gecikmedi. Vali Tevfik Bey, göreve geldiği 1906’dan İkinci Meşrutiyet’in
ilanına kadar bu himayeci paşalar ve Edhem Paşa ile olan mücadelesini sürdürdü.
İkinci Meşrutiyet’in ilanı ardından bu paşaların ortadan kaybolmalarıyla Edhem
Paşa’nın kaderi belli olmuştu. Aslında Sultan İkinci Abdülhamid’in de yaveri
Yusuf Kenan Paşa ile gönderdiği destek mesajı ile daha rahat hareket alanı
bulan Tevfik Bey, mücadelesinde o hamilere rağmen başarılı olmuştur. İkinci
Abdülhamid’in son yıllarında değişen şartların zorlamasıyla kendi iktidarı
nasıl sarsıldıysa, yıllarca üzerine titrediği, kendi elleriyle büyütüp
geliştirdiği Anadolu ve Rumeli eşrafının topyekun akıbetine maruz kalan Edhem
Paşa da sahadan çekilmek zorunda kaldı. Sonraki yıllara kendini taşıyabilen
aileler son anda İttihad ve Terakki iktidarının kompartımanına atlayanlar
arasından çıkmıştır.
EK:I
[Servet-i Fünun Dergisi, No. 779, 16 Mart 1322-29 Mart 1906]
Hüdavendigâr Vali-i Cedîdi Atûfetlü Tevfik Beyefendi Hazretleri
EK: II
[Y.PRK.ASK 257/39]
BİHİ
YILDIZ
SARAY-I HÜMAYUNU
Baş Kitabet Dairesi
HÜDAVENDİGAR VİLAYET-İ
ALİYYESİNE
Atûfetlü Efendim Hazretleri
İş‘âr-ı vâlâ-yı
vilâyetpenâhîlerine binâen bu kerre avdet etmiş olan Yenişehir eşrâfından Edhem
Paşa’nın şunun bunun tecâvüzâtından vikâye ve hakkında hüsn-i mu‘âmele buyurulması bâbında emr u
irâde hazret-i men-lehü’l-emrindir. Fî 28 Şevval sene 325 Fî 21 Teşrin-i Sânî
sene 323 [4 Aralık 1907]
Serkâtib-i Hazret-i
Şehriyârî
[Mühür]
EK:III
[DH.EUM.THR 2/29]
HAREKET ORDUSU
KUMANDANLIĞINA
NUMARA
12
Divan-ı Harb-i Örfî’ce müebbeden
nefy cezâsıyla mahkûmiyyetine karar verildiği evrâk-ı havâdisde görülen
Yenişehirli Edhem Paşa’nın sûret-i mahkûmiyyetiyle ne tarafa nefy edildiğinin
iş‘ârı hakkında Hüdâvendigâr
Bidâyet Mahkemesi Cezâ Riyâseti’nin iş‘ârından
bilbahis Dersaadet Birinci Cezâ Dâiresi Riyâseti’nden Divân-ı Harb-i Örfî
Riyâseti’ne tastîr olunup Mülkiye Cezâ Kanunnâmesi’nin elli sekizinci
maddesinin fıkra-i ûlâsına tevfîkan mü’ebbeden kal‘abend edilmesine karar
verilen mumaileyhin hangi kal‘aya
sevk edildiğinin iş‘ârına
Divân-ı Harb-i mezkûr riyâsetinden gösterilen lüzûma mebnî 1600 numero ve 11
Ağustos sene 325 tarihiyle emr u havâle buyurulan tezkire üzerine lede’t-tahkîk
mumaileyh Edhem Paşa’nın mülgâ Zabtiye Nezareti’nden 8 Temmuz sene 325
tarihinde Midilli Sancağı’na nefy u teb‘îd
edildiği polis müdiriyetinden iş‘âr
olunmuş olmağla ol bâbda.
Yazıldı. 20 Ağustos 1325 [2 Eylül
1909]
EK:IV
[BEO. 247510]
PATRİKHANE-İ
MİLLET-İ ERMENİYAN-I
İSTANBUL
ADED
4579
Hüdâvendigâr Vilayeti dâhilinde
Yenişehir kasabası ahâlîsinden Edhem Paşa’nın kendi bir sürü ağnamını İznik-i
Cedîd karyesine sevk etmiş olup karyenin mer‘âsını zabt ve köylülerin
mezrû‘âtını harâb etmekde ve ahîrân orada bir ağıl yapdırmakda ve ahâlî-i
karyeyi bîzâr ve dûçâr-ı gadr u hasâr eylemekde olduğu 12 Haziran sene 323 ve 2
Şubat sene minhu tarihleriyle takdîm kılınan tekârîr ile arz u beyân olunarak
icrâ-yı îcâbı iki kıt‘a tahrîrât-ı sâmiye-i hazret-i sadâret-penâhî ile emr u
fermân buyurulmuş idi. Vilâyet-i müşarunileyhadan vukû‘ bulan teblîgât üzerine
mutasarrıf bey berâ-yı tahkîkât edildiği ve halbuki o civardaki koyun izleri
yağmurlardan nâbedîd olmuş ve o günlerde ağnâm ağıldan çıkarılmamış olmasından
hakîkat-i hâl tebeyyün etmemiş ve bu sûretle icrâ edilen tahkîkât-ı sathiyye ve
mutasarrıf-ı mumaileyhin ol bâbda teşkîl eylediği efkâr netîcesi olarak
köylüleri şedîden tevbîh ve tekdîr etmiş olduğu mahallinden iş‘âr ve paşa-yı
mumaileyhin beş yüz re‘s
koyun ile beşyüz re‘s kuzudan ma’dûd
sürüsü orada kaldıkça ra‘y
içün elverişli başka mahal bulunmayıp mutlaka kel-evvel karye mer‘asına ve mezrû‘ tarlalara müdâhale ve hasâr vukû‘
bulacağı ve ahâlî-i karye gadr u zarardan kurtulamayacakları beyân olunarak
istirhâm olunmakda idüğü ma‘rûzdur. Fî 12 Rebiülevvel sene 326 ve fî 31 Mart
sene 324 [13 Nisan 1908]
[Mühür]
EK:V
[Y.PRK.ASK 257/39]
BİHİ
HUZUR-I SAMİ-İ
HAZRET-İ VİLAYETPENAHİYE
Maʽrûz-ı Bendeleridir
Pirinç ziraatinden dolayı geçen
sene bir iki bin lira raddesinde mutazarrır olduğum maʽlûm-ı devletleridir. Bu sene şu birkaç gün zarfında yine zerʽ edilemez ise bu yüzden hem
âcizleri ve hem de Hazine-i Celîle mutazarrır olacağı gibi ve buna da zât-ı
devletlerine karşı olan ubûdiyyetim iktizâsı vicdân-ı âlî-i kerîmâneleri râzı
olamayacağı bedîhî bulunduğundan hatt u hareketim hakkında emr-i devletlerine
kemâl-i sûz ü güdâzla intizârda bulunduğumu arz u istirhâm eylerim. Ol bâbda
emr u fermân hazret-i men-lehü’l-emrindir. Fî 3 Mayıs sene 324 [16 Mayıs 1908]
Ahmed
Beyzade
Yenişehir
Bende
[Mühür]
EK: VI
[BEO. 250768]
Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde (=BOA.
Makalede kullanılan arşiv belgeleri Osmanlı Arşivi’nden alındığı için bu rumuz
künyelerde ihmal edilmiştir.) mevcut Y.PRK.UM fonunun 2-5. dosyalarında bu
konuda çok sayıda belge mevcuttur.