18 Haziran 2016 Cumartesi

KORUK TEKYESİ’NİN TAMİRİ RİCASINA DAİR TUHAF BİR TEZKİREDİR

Erenler ve şehen-şâh-ı kerem-ver sâyesinde hıdmet-i celîlesiyle hulvü’l-mezâk olduğum Koruk Tekyesi’nin tamiri hakkında şeref-sudûr eden vaʽd-i âlîleri asma karâr olduğundan sabr ile koruk helva olur mesel-i şîrînine iʽtimâden bugün yarın iʽmârına teşebbüs olunur deyü terakküb olunmuş ise de güz mevsimi hulûliyle üzüm vakti geçerek havalar ekşimeğe başlamış ve halbuki dergâh-ı mezkûr gelmekde olan fasl-ı şitânın şiddetine tahammül edemeyerek câriye-i bintü’l-ineb ile görüşmeği iʽtiyâd eden mestâne erler gibi yıkılması meczûm ve şimdilik mehmâ-emken taʽmîr ve termîmiyle ayaklandırılmasına çâker-i hâk-i berâberlerinin iktidârım olmadığı emr-i gayr-i mevhûm olduğundan başka beher hafta zikr u mukabeleye gelen zevât-ı dervişân ile hangâh-ı mezbûrda beytûtet kılan fukarânın kahve ve atʽimesini pişürmek içün elzem olan odun ve kömürün vakt-i tedârüki dahi güzerân itmekde idüğünden kulûb-ı uşşâk gibi harâb olmağa temâyül eden şu zâviyenin hüsn-i tesviyesi bağ u ihsan ü kerem ve gülistân-ı lutf u himem olan hâk-i dergâh-ı kerîmânelerinden rica ve istidʽâ kılındığı muhât-ı ilm-i âlîleri buyuruldukda şu niyâz-ı âcizânem lakırdı kıtlığında asmalar budayım meseline haml buyurulmayup mümkün olduğu mertebe himmed-i aliyyeleri erzân buyurulmak bâbında.




12 Haziran 2016 Pazar

KÂBE’DE YALAN SÖYLEMEKTEN ÇEKİNMEYEN MEKKE AHALİSİ

Bir zamanlar Mekke, Medine ve Kudüs sakinlerinden bazılarına Anadolu ve Rumeli halkından, çeşitli vakıflardan, beylerden, ulemadan, vezirlerden, cariye, valide ve hanım sultanlardan, padişahlardan velhasıl her sınıf ve zümreden çanta çanta altın gönderilirdi. Surre adı verilen bu paraların oralara gönderilmesi maddi manevi çeşitli beklentileri karşılamak içindi. Surre alayı hakkında çeşitli yayınlar olsa da nasıl dağıtıldığı hakkında pek bir tasvir yoktur. Mühimme Defterlerinden birindeki hükümde rastladığımız şu ibareler ibret verici malumat içerir. 
Mekke surresinin dağıtımı Kâbe’de gerçekleştirilirmiş. Çil çil altınlar eldeki defterlerden okunan isimlere elden teslim edilirmiş. Buralardan oralara sevap işlemek için gönderilen paraların teslimatında oldukça yolsuzluklar yapılırmış. Harem-i Şerif’in içinde günah işlemekten hiç çekinmeyen bazıları kendilerinin ismi okunmadığı halde “okunan isim benimdir” diye yalan söyleyerek başkasının hakkına sahip çıkarmış. Bir kişi bazen kırk elli kişiye vekil olup onların yerine surreyi alıp vekili olduklarından “ayak kirası” alırlarmış. Tabii ki sevap kazanmak için oralara para gönderenlerin bu yolsuzluklardan, hile ve yalanlardan hiç haberi olmuyordu mutlaka. Böylesine yolsuzluk ve usulsüzlüklerin önlenmesi için Üçüncü Murad zamanına, 1594 yılına ait bu hüküm ile yeni düzenlemeler yapılmış.

(Mühimme Defterindeki hükmün satırlarını numaralandırdım ki okumak isteyenlere kolaylık olsun.)

1-Mekke-i Mükerreme ve Medine-i Münevvere ve Kudüs-i Şerif kadılarına ve şeyhülharemlerine hüküm ki; Müşarunileyh ilâ ahirihi elkâbıyla “kazâyâ defteri”n gönderip Harem-i Şerif’de surre tevzi’ olundukda

2-defterde surresi olanlardan bazıları gelmeyüp surrelerin nayib ile aldırup ve defterden esâmi okunurken bazıları okunan isim benimdir deyü hilaf-ı vâki âharın surresin

3-alup ve bir kimesne kırk elli kimesnenin surrelerin niyâbet tarîkıyla alup badehu ashabından ücret-i kadem deyü birer akçe alup ve bazılarına surrelerin virmeyüp ve defter okunurken

4-bazıları defterden kendümüz görelim ve benim ismimi mukaddem buluvirüp oku ve yahud defteri bana ver ben bulayın deyü defteri kâtib elinden alup surrei hak üzre

5-tevzi‘a mani olup teşviş ve ihtilale bais olmağın Harem-i Şerif’de surre defteri açılmazdan mukaddem şehirde nidâ ve tenbih itdirilüp sağir ve kebirden özr-i şer’isi

6-olmayanların cümlesi Harem-i Şerif’de hazır bulunup ve ale’t-tertib defter olunup surresi olanların isimleri okundukça tayin olunan surreleri kendü ellerine verilüp

7-niyâbet tarîkıyla âhara verilmeyüp ve özr-i şer’ileri olup marîz ve a’mâ ve pîr-i nâtuvân olan ricâl ve nisvân ve ebkârdan ve gayriden ki Harem-i Şerif’e gelmeğe kâdir

8-olmayanların müstakîm oğlanlarına ve yahud âhar malum ve mu‘temedun-aleyh kimesnelerine hem-civarları şehadetleriyle virilüp ve ma‘zûr olanlardan bikes olanların surrelerin surre ile

9-irsal olunan bevvablardan ve yahud teberdarlardan Harem-i Şerif pişdarından (?) ve siz ki şeyhülharemlersiz sizin adamlarınuzdan birer nefer tayin idüp

10-anun gibilerin surrelerin ashabına îsâl itmek bâbında hükm-i hümâyunum virilmek ricâsına arz itmeğin vech-i meşrûh üzre amel oluna deyü hatt-ı hümâyunumla fermân-ı âli-şânım sudûr bulmuşdur.

11-buyurdum ki; vardukda minba’d bu hususlarda vech-i meşrûh üzre amel itdirüp emr-i şerifime mugayir evzâ‘ sâdırından ziyade hazer eyleyesiz.


4 Haziran 2016 Cumartesi

RUSYA'NIN ÇIKARLARI VE KÜÇÜK ASYA'NIN İSTİLASI





Ermeni Tehciri'nin hemen ardından Anadolu üzerindeki emperyalist emellere yönelik, Fransa'nın Le Temps gazetesinde bir değerlendirme yazısı yayınlanır. Çok enteresan tespitlere sahip olan bu yazı yayınlanır yayınlanmaz Osmanlı Hariciyesi tarafından tercüme edilmiştir. Ben de bu tercümeyi günümüze göre sadeleştirdim. Ayrıca makalenin yayınlandığı gazetenin dijital görüntüsünü de ilave ediyorum. Fransızca metin ile benim sadeleştirmem arasında bir farklılık tespit edenlerin bildirmesi durumunda çok memnun olacağım.

Sinan ÇULUK




«Le Temps [Tan] gazetesinin 29 Mart 1916 tarihli nüshasından

Verdun civarında cereyan etmekte olan askeri harekâtın bizim açımızdan önemi ne olursa olsun, askeri görüşler bir tarafa, Küçük Asya’yı siyasi ve iktisadi önemine binaen gözden uzak tutmak mümkün değildir.

Rusya orduları aynı zamanda Erzincan, Bağdat ve Trabzon’a doğru üç koldan ilerliyorlar. Fransa’da dönüp dolaşan şayialara göre bunlar Ermenistan’ın* zaferini tamamlamak üzeredirler.

Rusların bakış açısına göre Kilikya yani Adana ve civarını tamamen işgal etmedikçe Ermenistan’ın* zapt edilmesi tamamlanmamış sayılacağından Slav İmparatorluğu’nun düşündüğü menfaat sağlanmamış olacaktır.

Adana ve havalisi Akdeniz’in Küçük Asya’yı kuşatan bir kısmına rastlar. Tabiat buraya geniş ve bu civarın güçlü rüzgârlarına karşı ticaret gemilerine mükemmel bir sığınak teşkil eden İskenderun isminde güzel bir de körfez hediye etmiştir.

İskenderun, evet, İşte belki de Rusya’nın Akdeniz ile bağlantısını sağlayacak bir liman.

Bu limanı Rusya’nın merkezine bağlamak üzere bir demiryolu inşası bundan otuz sene evvel yani daha İmparator III. Aleksandre zamanında vücut bulmuş büyük bir proje idi.

Bu proje gereğince geniş bir imparatorluğa dağıtılmak üzre Volga nehrinin getirdiği ticaret mallarına bir merkez hizmeti gören “Tsaritzine” istasyonundan güneye doğru döşetilecek demiryolu hatları azametli Kafkasya dağlarını aşarak geniş Anadolu ovasından geçerek Kıbrıs’ın karşısında son bulacak idi.

Rusya'da zannolunduğuna göre İmparator Aleksandre’ın bu tasarısını düşünceden fiiliyata geçirmenin zamanı artık tamamıyla gelmiştir. Şimdi Rusya'da bayındırlık bakanlığı, mühendisler ve iktisatçılar bu yolu projelendirmekle meşguldürler.

Tsaritzine -İskenderun yolu, Tsaritzine-Libau yolundan kısa olduğundan Baltık’a doğru gönderilen ticari emtianın bu yeni yol ile Akdeniz yönüne doğru gönderilmesi daha kolay ve daha kârlı olacaktır.

Sibirya ve hele Ural bölgelerinin ürünleri tabii ki bu yeni yol ile ihraç edilecektir. Ulaşımın bu hat ile icrasından vakit ve yol masraflarından kazanılacağı gibi bundan daha mühim olmak üzere buraya getirilen ticari eşyalar, ecnebi bir devletin [Osmanlı Devleti ç.n.] arzusu ile açılıp kapanan Çanakkale ve Sunda boğazları gibi olmayan ve daima serbest bulunan Akdeniz gibi bir denize çıkış bulacaklardır.

Bundan başka her sene Arz-ı Mukaddes’i ziyaret eden binlerce seyyah Kudüs’e gitmek için tercih edecekleri bu hat üzerindeki ulaşımı canlandıracaklardır.

İskenderun’a bir ulaşım hattı teşkil eden Ermenistan* yaylasının coğrafi durumu, Balkanlardan İstanbul’a kadar devam eden arazinin coğrafyasına benzer.

Esasen tarihe aşina bir araştırmacı, Balkanlarla Ermenistan arasında aynı siyasi benzerliği de bulmakta zorluk çekmez. Zira bunların her ikisi de Akdeniz’e doğru bir çıkış yolu bulmanın doğal ihtiyacından hiçbir zaman uzak kalmamış ve kalamazlar.

İşte bunun içindir ki Büyük Petro Ermeni ileri gelenlerini sarayında huzuruna kabul ettiği zaman kendisini Sırp ruhbanı ile de temasta bulunmağa yönlendiren aynı sebeplerin etkisindeydi.

Bu hükümdardan sonra gelenler bu tasavvuru takip etmemişlerse de güneye doğru ülkelerini genişletmek arzusunun Birinci Aleksandre ile Birinci Nikola devrinden itibaren Rus dış siyasetini tamamıyla doldurduğu görülmektedir. Hatta on dokuzuncu asrın başlarında Rus imparatoru Erivan ve Nahcıvan’ı ülkesine kattığı zaman oldukça uzun on unvanı arasına bir de “Ermeni Memleketi Çarı” kelimelerini eklemişti.

1877-78 de büyük Türk-Rus Savaşı yalnız Bizans yolu üzerinde değil fakat İskenderun’a doğru atılmak istenilen bir sonuçlandırıcı adım gibi telakki olunabilir.

“Panislavizm” fırkasının reisi olan Kont İgnatief meşhur Ayastefanos Anlaşması’nı Türklerin elinden koparıp almağa muvaffak oldu. Bu muahedename büyük bir Bulgaristan ihdasıyla Ermenistan’da ıslahat icrası taahhütlerini içeriyordu. İgnatief’in maharetiyle Ermenistan’da ıslahat icra olununcaya kadar Rus ordularının bu araziyi işgal etmeleri hakkında dahi Türkiye’nin muvafakati alınmıştı. Bunu ardından düzenlenen Berlin Konferansı’nda sair hususlarda olduğu gibi Ayastefanos Anlaşması’nın Ermenistan’a ait kısmı da bir kalemde ortadan kaldırılarak Ermenilerle meskûn mahallerin Rusların değil Avrupa ülkelerinin kontrolü altına emanet edilmesi uygun görüldü. Berlin Anlaşması gereğince Ruslar İstanbul’dan çekilerek Boğaziçi’ne hâkimiyetten mahrum kaldılar ise de bu mahrumiyeti Batum ve Kars şehirlerini almakla telafi ettiler. Hedeflerini İstanbul’a yöneltmek yerine Ermenistan’a doğru ilerlediler. İşte imparator Üçüncü Aleksandre zamanında Rusya’nın Balkanlardaki kazanılmış haklarının Avusturya çıkarlarına terki neticesiyledir ki Kont Kapnist Volga ile İskenderun arasında bir demiryolu hattı kurulması projesini meydana getirdi.

Diğer yönden ise Ruslara İstanbul yolunu kapatan Almanya, Doğu’daki siyasi egemenlik programını uygulamaya başlamış ve Bağdat demiryolu hattına bağlanan İskenderun’u adeta Akdeniz’in Hamburg’u haline dönüştürmek istemiştir.

Böylelikle Ermenistan meselesi Alman-Slav unsuru arasında uzlaşılmaz bir niteliğe bürünmüştür.

1913 senesinde Duma Meclisi’nin hitabet kürsüsünde Rus ümitlerini tehdit eden tehlikeyi yüksek sesle tekrar eden Bobrinski “Ermenistan meselesi bizim için büyük bir öneme haizdir. Yalnız hududumuz üzerinde yerleşik bir millet ile işgal edilmiş olmasından değil, Almanların inşa ettikleri Tuna’dan başlayarak Balkanlardan ve müteakiben Boğaziçi’nden geçerek Küçük Asya’yı dolaşan bir demir halkanın içine Ermenistan’ı alarak Güney Rusya’yı boğmak istemelerinden dolayı” demişti.

Bu beyanatın ardından Alman basını inceden inceye meseleyi sorgulamaya başlamış ve Türk-Moskof harbinin sorumluluğunu alışkanlıkları üzere Rusya’ya yüklemeye kalkışmışlardır.

Bu arada “Magdeburger Zeitung” gazetesi şöyle demiş idi; “Ermenistan’da ne gibi olaylar cereyan edip etmediğini yakından araştırmak ve o çevrede Ruslar tarafından tetiklenecek tehlikeleri araştırmak siyasetimizin gereğindendir.”

Üzülerek belirteyim ki Rus ve Alman dostluğu o civardan ansızın ortaya çıkması muhtemel olan bir tehlikenin önünü nasıl alabilir.

Esasen dostluk iktisadi sahada vuku’ bulacak bir çatışmanın ilk kıvılcımında kaybolur gider.

Aslında Alman siyaseti bu esasları olgun bir uysallıkla takip etti ve Ermenistan ıslahatı hakkında 8 Şubat1914’te sadrazam ile İstanbul’daki Rusya sefareti müsteşarı tarafından akdedilen projenin uygulanmasına açıkça mani oldu.

Eğer bu proje o vakit tatbik edilmiş olsaydı hem biçare Ermenilerin hali düzelir ve hem de Rusların oradaki nüfuzu artardı.

Bu konuda Almanya tarafından Jön-Türklere verilen nasihatler ile elde edilen neticeyi aşağıda zikredeceğimiz bir yönetim tarzının Ermenistan ve Ermeniler hakkında tatbiki Almanya Başvekâlet Dairesi’nden Paul Rohrbach namında birinin düşüncelerinin ürünüdür.

Paul Rohrbach bu projeyi Berlin’de verdiği bir konferansta beyan eylemiştir ve içeriğinin niteliğini bugünkü Ermenistan ahvali güzelce izah etmektedir.

Paul Rohrbach diyor ki:

Bugün Rus Kafkasyası’nda Türklerin ırkdaşı olmak üzere yedi ile sekiz milyon arasında Müslüman vardır.

Türkiye bu arazi dâhilinden kuzeye doğru el uzatacak olur ise hemcinsi ve mezhebi olmak üzere on beş veya on altı milyonluk bir nüfusa daha malik olacakdır ki bunun da Türkiye için ne mühim ve ne müthiş bir kuvvet teşkil edeceği kolaylıkla tahmin olunabilir.

İşte Ermenistan bu tasavvurun icrasına mani bir vaziyette bulunuyor. Bunu ortadan kaldırmak için Ermenileri memleketlerinden çıkarmak ve o havaliye muhacirleri iskân etmek gerekiyor.

Bağdat demiryolu hattı Mezopotamya’dan geçmektedir. Bu havalinin nadir yerleri meskûn olduğundan ve bu hal ise hattın iktisaden gelişmesine mani olacağından bu mânianın imhası tabii ki Almanya'nın çıkarınadır.

İşte bunun içindir ki Ermeniler Irak’a naklolunmuşlar ve yerlerine Trakya’dan ve Rusya’dan gelen Müslümanlar ikame edilmişlerdir.

Bunun doğal sonucu olarak Ermenistan Rus nüfuzu altından çıkmış oluyor

İşte Ermeni kıtalindeki sebep ve hikmet bundan ibarettir. Almanya Anadolu’yu “Ermenilik” den kurtarmağa vakit bulamadığından bu suretle bu unsurun imhasına kalkışmıştır. Çıkarlarının sürdürülmesi için işlenen facialara rağmen Almanya’nın tasarılarında başarılı olamamaları, Rus ordularının Ermenistan’da ilerlemeleri Almanlar için ne büyük bir hayal kırıklığıdır.

Hele bu harp Alman ve Avusturya ticaretinin geleceği için atılan son bir zar olduğu düşünülünce bu hayal kırıklığının acıları pek müthiş bir surette hissedilir.

Max Hoschiller 


* Yazıda geçen Ermenistan'dan kastedilen, bugünkü Doğu Anadolu bölgemizdir.