6 Nisan 2016 Çarşamba

PATRİK ATHENAGORAS ANKARA'DA

Sebilürreşad'ın Mayıs 1952 tarihli sayısında Patrik Athenagoras'ın Ankara ziyareti anlatılıyor. Toplu fotoğraf çekiminde patriğin en ortada durup, soluna Bayar, sağına da Diyanet İşleri Reisi Eyüp Sabri Efendi'yi alması kıyasıya eleştiriliyor. Normal bir ziyarette CB'nin ortada durması gerekirdi. Bu patrik üstelik ABD vatandaşı ve dalavere ile patrik yapıldı. Yıl 1952. Menderes de Patrikhaneyi o güne kadar ki en üst rütbeli Türk olarak ziyarette bulundu. 

Bizim bu tarihten bir yıl sonra "Fethin 500. yılını kutlayamamamız" elimizi verdikten sonra kolumuzu kurtaramayışımızdan kaynaklanmıştır. ABD yörüngesinde bu kadar olabiliyordu.

1953 yılında Yunanlı dostlarımız üzülmesin diye Celal Bayar, Adnan Menderes ve Fuat Köprülü sacayağının telkinleri ile hükümet ve devletin katılmadığı gayet sönük, yalap şalap ve ruhsuz "İstanbul'un Fethinin 500. Yılı" kutlamaları yapıldı. Karşı yakada tam tersine Yunanlı dostlarımız o haftayı Milli Yas olarak ilan etti ve kiliselerinde hafta boyu İstanbul'un tekrar Bizans olması için dualar edildi.

Çok kibar milletizdir vesselam.





HALKIN BİR HÜKMÜ YOK

Ahmed Cevdet Paşa’nın şahitliği önemlidir. Sultan Aziz tahttan indirilmeden önceki halet-i ruhiyesi itibariyle “halkın bir hükmü yok” mertebesinde kibir deryasında idi.

«Sultan Aziz’in tahttan indirilmesinden biraz önce medreseliler birkaç gösteri düzenleyip sadrazam, şeyhülislam ve bazı bakanların görevden alınmasını istediler. Bu gösteriler dağıtılabilir ve elebaşları sürgüne gönderilse bastırılabilirdi. Yetmiş yıldır İstanbul’da isyan unutulmuştu. Hele asker içinde saltanat aleyhine isyan uzak bir ihtimaldi. Buna rağmen tarihi tecrübeler hükümdarların her bireye galip olduğunu, karşılarında sadece kamuoyunun durabildiğini gösterir. Bazı ülkelerin kamuoyu bellidir, kendini gizlemez, daima öndedir. Bazı ülkelerde ise kamuoyu üzerine bir şal örtülmüştür, sıkıldığında kendisini gösterir. Hükümdarlar kamuoyundan çekinirler. Hâlbuki Sultan Aziz’e bir husustan dolayı 'insanlar/halk arasında dedikodu olur' denildiğinde Müslüman tebaayı kastederek “halk dediğiniz bizimkiler ise onların hükmü yok” ecnebiler için ise 'onların karşısına da hekim ve mühendis gibi hıristiyanları çıkarırsınız' dediği işitilmiş ve kamuoyu vicdanı yaralanmıştı”. »

"Maruzat'tan"




1 Nisan 2016 Cuma

DEVLET ESAS HANEDAN GEÇİCİDİR

Türk Devleti’nin yüzlerce yıllık tarihinde “devlet esas, hanedanlar arızîdir”. Hanedan adıyla anılan devletler yanıltıcı olmasın. Hepsi tarihteki tek Türk Devleti’nin aksamındandır. Bu devlette tahttaki padişahın ölümüyle hükmü ortadan kalkar. Cenaze töreni icra edilmeden, acilen veliaht şehzade veya kardeşe yeni padişah olarak biat edilir. 

Yeni padişahın, babasına veya ağabeyine ne üzülecek ne de dövünecek vakti vardır. Rahmetli padişaha gerekli olan dini tören ve yas ihmal edilmez ama uzatılmaz da. Fatih veya Kanuni’nin vefatlarında olduğu gibi bazen cenazeler günlerce defnedilemez bile. Öncelik yeni padişahın hâkimiyetini tasdik ettirebilme uğruna gerekli tören ve şenliklerdedir. Halkın matemi de kısa olur, onlar için de yeni padişah önceliklidir. Cülus (tahta çıkma, oturma) şenlikleri çok debdebeli olur. Bilhassa İstanbul halkı işi gücü bırakır kendini bu şenliklerde eğlenceye verir. 

Böyle bir devlet geleneği içinde “devletin devamlılığı esastır, padişah oturduğu tahtın emanetçisidir” ilkesi tam manasıyla vücut bulur. Hiç kimse devlette“ o olmazsa devlet olmaz” anlayışıyla yâd edilmez, kendini böyle konumlandırmaz. Padişahın ölmesiyle veya tahttan indirilmesiyle devlet yıkılmaz. Aksine bazı durumlarda geleceğe daha ümitlE bakmaya bile vesile olur. Böyle olmasaydı ulema, halk, esnaf ve yeniçeri desteğini almış saltanat değişiklikleri 13 defa gerçekleşemezdi.

Saltanatın devamı ve padişahların değişmesindeki anlayış modern zamanlarda "Devlet ayrı hükümet ayrı" formülüne dönüşmüştür. Bu husus Türk Devleti'nin inkıraz dönemlerinden çabuk sıyrılmasındaki en önemli faktördür. Kötüye gidişten her zaman hükümet sorumludur. Millet hükümete veryansın eder ama "Allah devlete, millete zeval vermesin" diye dualarının yönünü belirler, devletine, milletine toz kondurmaz.

Bizim geleneğimizde kişilerin kendini devletle aynileştirdiği hiç görülmemiştir. Atatürk de bu gerçeği "Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır." vecizesiyle taçlandırmıştır.

TOPLAMALAR-MART 2016

Osmanlı hanedanında "Sultan" unvanı padişah, şehzadeler, padişah anaları ve padişahların kız çocukları için kullanılmıştır. Erkekler için kullanılırken ismin önüne getirilir, kızlar ve valideler için ise isimden sonra getirilir. Bu özelliğe dikkat etmeyenlerin yaydığı "Cem Sultan" söyleyişi yanlıştır. Sultan Cem olarak doğru söyleyişinin yayılması gerekir.

-------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

60'lı yaşlarının tadını çıkaran milliyetçi-maneviyatçı-mukaddesatçı-islamcı ne derseniz deyin bu cephenin Tayyip Erdoğan haricinde hiçbir ferdinin Abdülhamid'i anlatırken "Hal' Fetvası" yerine "Hal Fermanı" diyebileceğini, "Abdülhamid'i tahttan indirip idam ettiklerini" diline dolayabileceğini sanmıyorum. Sayın CB top peşinde koşmaktan fırsat bulup da ait olduğu cephenin fikri donanımına sahip olmaya çalışmamış biri. "Ağdalı ağdalı şiir okumak güzel de gençlerle konuşurken yeterli olmuyor. O karşısına aldığı gençlerin kafasını kim bilir ne kadar karıştırmıştır şimdi. Tabii onlar da top peşinde koşanlardan seçilmemişse...

---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Toplumumuzun belirli kesimlerinin "din algısı" sorunlu. Sadece günümüze ait bir tespit değil benimki, her zaman için gündemde bu algı sapması. Önümüzdeki ay yayınlayacağım makalemi çalışırken hayretlere gark oldum. İki cahil kadın yüzlerce insanı bana gökten kitap indi safsatalarıyla kandırıp kendilerine muhalif 12 kişiyi öldürtüyor. Aynı köyün insanları bunlar...En küçüğü 3 en yaşlısı 70 yaşında tam 12 can. Dualarla köy meydanında kafalarını kesiyorlar. Başsız cesetleri gömmeden köy meydanında sekiz gün bırakıyorlar. Köpeklere yediriyorlar. Bir Allahın kulu çıkıp da engel olmuyor. Ancak cahillerin ve çaresizlerin inanacağı palavralarla öylesine korkutuyorlar ki insanları, istedikleri her şeyi yapıyorlar. Sorunlu din algısının en önemli gıdası cahillik ve çaresizlik.

İşte o yüzden ülkemizde cahiller çok sevilirken insanların daha fazla çaresizlik hissine kapılmaları için elden geleni artlarına koymuyorlar.
---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Görebildiğim şudur ki; Karaman’daki iğrenç tecavüz olayının bir şekilde sağdan soldan çekiştirilmesi, sündürülmesi, bu toplumun yıllar önceki anlayışı ile asla yapmayacağı bir alçaklıktır. Bugün bir kesim var ki bu iğrenç olayın meydana geldiği yere kol kanat germeyi itikadi bir mesele haline getirmiş. Fail olarak bir kişiyi öne atmayı bile epey düşündükten sonra becerebildiler. Ne hikmetse aynen Gezi’de olduğu gibi, 17-25 Aralık’ta olduğu gibi bu iğrençliğin ucunun Tayyip Erdoğan’a dayandırılacağından korkuyorlar. Her zaman o vakfın yanında olduğunu deklare etmiş biri çünkü. O yüzden aslında o vakfa kol kanat germiyorlar, tek dertleri CB. Yeter ki ona bir şey olmasın, bu olayın üzerinden yıpratıcı oklar ona yönelmesin. Bir diğer kesimin de tek derdi alçaklığın hesabını sormak değil gerçekten. Oradan nasıl bir koz çıkarırız da CB’ye çakarızın hesabındalar. Bu denge oyununu başka sahalarda yapın, ne kol kanat gerin, ne de ince hesaplar peşinde olun. Yeter ki o 45 çocuğa ve ailelerine empatik yaklaşın. Ya kendi çocuğumuzun başına gelse ne yapardık deyin. Kaç kişi küçücük çocuğunu velev ki hesap sormak için olsun öne çıkarıp deşifre edebilir. Ailelerin şimdiki sessizliğini böyle değerlendirin. Yok susmak için para almışlar, yok tarikat emri susmaları yönündeymiş gibi tezvirat ile o insanları bir kez daha yaralamayın. Belki ben de yanılıyorumdur. Bu şekilde para aldı gibi iğrenç iddiaların gerçekliğinin ortaya çıkması halinde inanın bu ülkede kimsenin ne yaşamaya, ne de nefes almaya hakkı olabilir. Zaten toplum olarak yıkıldıktan sonra devletin ayaktaymış, vatanın bölünmemiş kimin umurunda…
Geçmiş yıllarda toplumun her kesimi bu iğrençliğe en sert tepkiyi gösterirdi. Tabii ki hassas davranılır, mağdur çocukların hayatları zindana çevrilmeden, mümkün olduğunca kamuoyuna yayılmadan, olayın suçlusuna dünyayı zindan etme şeklinde cereyan ederdi. Bir kere o alçak tecavüzcüye karakolda sabah akşam sopa çekilir, ardından atıldığı mahpusta hayatı boyunca kıçının üstüne oturamayacak hale getirilirdi. Koğuş ağasının zennesi, müebbetliklerin halayığı olarak dünyanın kaç bucak olduğu iyice anlatılırdı... Böyle zevkle, tasvip ederek anlattığım sanılmasın. Asla öyle bir düşüncem yok. Sadece bu toplumun böyle bir ceza verme algısı olduğunun tespitini yapıyorum. Benim yaştakiler söylesin, böyle olmaz mıydı. Sokaktaki insan, böyle bir beklentiye girmez miydi? Bir yerde yerine daha iyisini ikame edemeden ceza müessesesini sakatladık, artık alçaklığın bini bir para.
--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
arklı zihniyetlere ait olduğu halde, Çanakkale Zaferi'nin her kesimden insanımız üzerinde birleştirici bir etkisi olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Bazı irapta mahalli olmayanların çıkıntılıkları gerçeğin üzerini örtecek yetkinlikte değil. Demek ki bu milletin hamurunda var olan antiemperyalist damarı uzun yıllardır kurutmaya niyetli olan zümre henüz başarıya ulaşmaya çok uzak. Çanakkale Savaşı'nın bu milletin istiklalindeki temel dinamiği oluşturduğu kabul edilmiş bir hakikattir. Yıllar sonra bile bizi millet olarak bir araya getirmede bu kadar etkili olması, oralarda dökülen kanların, verilen canların boşa gitmediğinin en büyük delilidir. Şehadet ve gaza ruhunu terk etmeyen bu milletin, varlığını temellendirdiği, bizi biz yapan değerlerimizi sahiplendiğini görmek oldukça sevindirici. Bu duygularla mutlu ve huzurlu bir şekilde gecenizin hayırlı olmasını, bizlere bu vatanı armağan eden aziz şehit ve gazilerimizin ruhlarının şad olmasını dilerim.
---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

TOPLUMSAL HİSTERİ

Pakistan’daki son saldırı, lunaparkta onlarca çocuğun katledilmesini geç vakitte öğrendim ve derinden yaralandım. Taliban denen aşağılık sürü bu vahşeti gururla üstlenmiş. Artık “gerçek İslam bu değil”, “emperyalizmin yetiştirdiği tetikçiler Müslüman kimliği altında Müslüman katlediyor” gibi baştan savma önermelerle, Müslümanların bu vahşet töhmetinden kurtulmaları mümkün görülmüyor. Bu savunmalar dünyanın umurunda değil. Doğrudan doğruya İslam dini sorgulanıyor insanların vicdanında. Siz istediğiniz kadar gerçek İslam bu değil deyip durun. Ortada gerçek İslamın bu olduğunu iddia edenlere yardım ve yataklık eden o kadar çok metin dolanıyor ki. Ülkemizde de bu doğrultudaki örgütlere insan kaynağı olarak çalışan mevziler yok mu? Bir dolu hem de… Bu işin sonu hiç iyi değil… Müslümanlarda da lafı gevelemekten başka bir irade beyanı yok. Ne yardan ne serden geçme durumlarında oturup akıbetini beklersin.

Bu tip vahşetin yaşanmış tecrübeler halinde geçmişteki izini sürebiliyoruz. Osmanlının son dönemlerinde kendi halinde mazbut ve insani ilişkileri canlı, çoğu birbiriyle akraba bir köy halkının cehalet ve aczlerinden kaynaklanan toplumsal bir cinnet anında nasıl vahşi insanlara dönüşebildiğinin uzun uzun tahlilini yapacak değilim. Hayatında adam öldürmeyi aklından bile geçirmemiş masum insanların ruhundaki caniliği ortaya çıkarmak çok kolay. Sadece şu belge kupüründeki ifade bile olayı özetlemeye yeterli aslında… Namaz kılmayan komşularının kafalarının kesilmesi gerektiğine inandırılan bir köylünün ifadesindendir aşağıdaki cümleler. Allah sonumuzu hayretsin.
«-Muhtar, Akça İbrahim için şimdi bir şey söyledin. Bir daha söyle.
-Akça İbrahim bana söyledi ki “adam kesmek bir şey değil imiş. Ben izin verseler bir tabur adamı keserim hatta bıçağımı dahi zağladım [biledim]”.»


FATİH'İN BÜYÜDÜĞÜ EDİRNE SARAYI


Saray tutkunu bir millet olduğumuz son yıllardaki gelişmelerden de açıkça anlaşılıyor. Buna rağmen bu tutkunun temelsiz bir heves olduğunu düşünüyorum. Eski saraylarımıza doğru dürüst sahip çıkamıyoruz. Topkapı Sarayı güzel ve bakımlı diye düşünmeyin Saraydan tırtıklanan arazi ve binalarla elimizde kalan kısmı ancak üçte biridir. Dolmabahçe, Beylerbeyi, Yıldız Sarayları da çok fazla bina ve arazisini kaybetti. Hele aşağıda resmini paylaştığım Edirne Sarayı belki de en şanssızları. Bir zamanlar Edirne İstanbul'a paralel başkent gibi kullanılırken dünyanın en muhteşem saraylarının en önde geleniydi. Osmanlı asırlarını yaşadığı çağda başına gelmedik kalmadı. En son 93 Harbi'nde (1877-78) düşman eline geçmemesi için imha edilen cephaneliğin patlama tesiri ile harabeye döndü. Bugün kala kala bir Adalet Kulesi, bir de Kırkpınar güreşlerinin yapıldığı Sarayiçi bahçesi elimizde kaldı. Fotoğrafın tarihini bilmiyorum ama orijinal karttan fotoğraf çekimini ben yaptım.


RANT HIRSI ESKİ HASTALIĞIMIZ

1594 tarihli bir Mühimme Defteri kaydı. İstanbul’da Fethiye Camii etrafında boş arsalar bulunmaktadır. Bu yıllarda kiliseden camiye dönüştürüldüğünden cami cemaati çoğalsın diye buralarda adam başına yarım veya bir evlek (dönümün ¼’ü) arsa satılması emredilmiş. Padişahın fermanına kulak asmayan rant düşkünleri dünyalık peşinde koşarken 4’er 5’er evlek arsa kapatarak geniş avlulu evler yaptırmışlar. Üçüncü Murad'ın niyeti küçük arsalara çok sayıda ev yapılıp cami cemaatinin artması imiş. Bu niyeti rantiyelerin göz açıklığı yüzünden tahakkuk etmemiş. Mimarbaşına tekrar yazdırdığı bir fermanla fazladan zaptedilen avluların bozulmasını ve ahaliye satılmasını istiyor.


Mimarbaşıya hüküm ki:
Südde-i saadetime mektup gönderip mahruse-i İstanbul’da Cami-i Fethiye etrafında olan hâlî yerler cemaat-i kesire olmak içün Müslümanlardan talip olanlara birer evlek bahasiyle verile deyü mukaddema ferman-ı alişan olmuşiken bazı kimesneler fuzulen dörder beşer evlek avlu çekip bu takdirce cemaat-i kesire olmamağın ferman-ı sabık üzere herkese tahmin-i sahih ile birer evlek ve bazına nısf evlek üzere taksim olunmak için hükm-i hümayunum ricasına arz eylediğin ecilden buyurdum ki; Vardıkta bizzat mahall-i mezbura varıp onun gibi olan ferman-ı celilü’l-kadrime mugayir birer evlekten ziyade fuzulen avlu çekenlerin avlularını bozup tahmin-i sahih ile bir evlek ve nısf evlek üzere talip olanlara tevzi’ eyleyesin.

BU DEFİNEYE NE OLDU?

Arşivde kim bilir ne define planları, haritaları vardır diye ara sıra yarı şaka, yarı ciddi soru soranlar oluyor. Valla bugüne kadar hiç define planına rastlamadım. Plan yok diye üzülmeyin, çingenenin biri bulmuş defineyi… Bu anlatılan defineden sonra sizin bulmayı umduğunuz beş para etmez zaten…

Aslında belgenin bağlamı çok farklı. Arada fanteziden ibaret böyle bir hoşluk yapmışlar. Altın ve mücevherler neyse de bir damlası bir ton demiri altına çeviren simyacı eczasını da bulmuşlar ya… İşte o şişe elimde olaydı iyiydi!


BELGE METNİ:

«Güzeran eden Kânûn-ı Sâni’nin yirmi yedisi tarihiyle Türkistan’dan alınan habere göre Palama ile Vılahorni beyninde vaki Kalecik’te kıbtiden birisi bir güzel mermer bulup onu almak ümidiyle kaldırdığında altı delik bulunmakla bir merdiven görmüş. Ve merdivenden aşağı indiğinde bir açık kapı müşahede etmekle içeri girmiş. Ve zikrolunan mağarada mücevherli bir âli taht ve bir kılıç ve üç şişe ve “şişelerin derûnunda olan sudan bin vukiyye demire o eczadan bir damla konduğunda ber-kaffesi altın olur” diye yazılı bulunmuş. Ve bunlardan başka üç adet mancana dolusu altın ve mağara-i mezkûrun içini mücevherle mâlâmâl bularak zikrolunan eşyadan biraz alıp çıkmak istediğinde kapı kapanıp biçare içeride kalmış olmakla ne edeceğini bilemeyip hayrette iken “almış olduğun eşyayı bıraktığın halde kapı açılır ve dışarı çıkarsın ve eğer ki meramın işbu eşyadan almak tılsımı bozacak bir ot vardır. Onu bulmadıkça meramına nail olamazsın” diye bir nida gelmekle biçare minvâl-i muharrer üzere hareket edip tehî olduğu halde çıkmış ise de altın sevdası merkuma tesir etmekle işbu esrarı birisine açarak o da zikr olunan tılsımı bilirim diyerek merkumu iğfal…»