28 Mayıs 2013 Salı

İÇKİ MESELESİ

Sinan ÇULUK

Hükümetin son atağıyla içki aleyhtarları ve taraftarları gibi iki keskin uç ortaya çıktı. Referansını İslam’dan almayan, Laik hukuk ve anayasaya bağlı bir hükümetin, yaptığı icraatı İslam’ın gereği olarak değerlendirdiğini Başbakan’ın bugünkü (28 Mayıs 2013) konuşmasından anlıyoruz. Hükümet açısından bağlayıcılığı olacak bu sözlerin Başbakan’ın dilinin ucundan savrulmadığını, İslami hassasiyetleri ağır basan toplumsal cephenin taleplerine (aslında o cephenin öncelikli talepleri her ne kadar içki olmasa da) bir karşılık verildiğini rahatlıkla söylemek mümkündür. O cephenin söz sahipleri domuz etinin kesimlik hayvanlar arasından çıkarılmasını, GDO ve helal gıda denetimini, faizin kaldırılmasını, başörtüsünün serbest kullanımını talep ederken cılız sesler çıkarsalar da hiç beklemedikleri yerden bir ikramla sarhoş olmuş durumdalar.

İçki haramdır, bütün kötülüklerin anasıdır. Bu kaziyye itikadımca doğrudur, iman ederim. Domuz eti de haramdır. Nas ile yasaklanmıştır. Bu coğrafyanın insanları yüzyıllar içinde oluşturdukları “haram” algısını gayet isabetli yerlere konuşlandırmışlardır. İçkinin haram olduğunu bile bile rahatlıkla içenlerin kahır ekseriyetine asla domuz eti yediremezsiniz. Yememelerinin gerekçesini de haram olmasında gösterirler. Aynı hassasiyeti ve haramlık algısını içkiye yöneltememesinin sebebini kendileri de bilmez. Yüzyıllara dayanan geleneğimizin oluşturduğu toplumsal alışkanlıklarımızı günümüzde sorgulayıp yeni sentezlere ulaştıramıyoruz. Geleneksel zincirin halkaları birer birer koparıldı. Binbir emekle inşa edilmiş ve ışıl ışıl parlayan bir medeniyetin enkazı altından paslı bir kültür iklimi çıkıyor. İddialar ortada gezerken lehte veya aleyhte olmak bir marifet sayılıyor. Akl-ı selim sahibi değerlendirmeleri olanlar da maalesef bu ortamda pek seslerini çıkaramıyorlar.

Bu topraklardaki İslam Tarihi’nin her devrinde yaygın olmasa da içki içilmiştir. Haram olduğuna şüphe duyulmamış ancak kulun günah işleme hürriyeti gibi ele alınmıştır. Cari olan Fıkıh Usulü bile bu hususu göz ardı etmemiştir. Kesin olarak haram kılınan “hamr-şarap” kelimesinin haricinde kalan alkollü içkilerin haramlığını inkâr edenleri “küfür” isnadı ile itham etmemiş, sadece tazir cezasıyla kurtulmalarını sağlamıştır. Zannederim ki bu yumuşak üslup yüzünden alkollü içkilerde ki haramlık derecesi algısı yeterince üst düzeyde olmamıştır. Zira kan içme, nesep bağı içerisindeki ilişki, putlara tapma gibi kesin haram ve itikadı zedeleyen günahlar seviyesinde düşünülmemektedir. Sürekli fetihlerle İslam dinine yeni dâhil olan gayet kalabalık bir nüfusun alışkanlıklarını aniden terk edememesi de bunda etkili olmuştur. Zaten Kuran bile üç aşamalı bir süreçten sonra “hamr”ı yasaklamıştır.

Dün “Tarih Yazıları” sayfasında yayınladığım mektupta İbnülemin Mahmud Kemal İnal “kaideye faide feda edilemez” gibi eskilerde kalmış güzel bir tabiri kullanıyordu. Bu anlayış bilhassa Osmanlı devrinde pragmatik ve toplumcu faydaya yönelik bir çok hususta değerlendirilmiştir. Nevzuhur tütün on yedinci yüzyılın ortalarında “haram” ilan edilip yasaklanırken son çeyreğinde bu “kaide” ortadan kaldırılıyor ve “faidesi” anlaşılan tütün birden bire devletin en önemli gelir kaynaklarından biri haline geliyordu. Gelir sıkıntısı çekildikçe bugün olduğu gibi eskiden de içki ilk akla gelen kaynaklardandı.

Referanslarını İslam’dan alan Halifeli bir toplumda Zecriye Muhassılı içkiden vergi toplayan vergi dairesinin başı olarak görev yapıyordu. Kaideye karşı gelmemek için de bu muhassılların ihtida etmişler arasından seçilmesine dikkat ediyorlardı. Toplumun her kademesindeki Müslüman nüfus arasında içkinin yaygın olmasa da kullanıldığını çeşitli zamanlarda çıkarılmış buyruldulardan, bilhassa üst kademe arasındaki yaygınlığını da çeşitli tarihsel kaynaklardan öğreniyoruz.

Ülkemizdeki trafik kazalarında içkinin etkisi gerçekten çok yüksektir. Masum canlar pisi pisine harcanmaktadır. Alkol tüketim oranları bizden fersah fersah yüksek batı toplumlarında alkole dayalı trafik kazaları bizim kadar yüksek değilse evvela buraya dikkat çekilmelidir. Yargı ve kolluk kuvvetlerinin görevlerini yeterince yerine getirmemelerinin sebep olduğu bu katliamın teşhisi doğru yerden konulmalıdır.

Bizi içki tartışmaları ile meşgul ederken, ülkemizin en yüksek vergi geliri elde edilen kurumlarının vatandaşı yüksek faizlerle soyan bankalar olmasını nasıl izah edeceksiniz. İzah etmeye çalışırken “bunlara da bu fırsatı iki tane ayyaşın yaptığı kanun mu verdi” sorusunun cevabını veremezsiniz.

27 Mayıs 2013 Pazartesi

İBNÜLEMİN'İN BAŞBAKAN ADNAN MENDERES'E MEKTUBU

Sinan ÇULUK

İbnülemin Mahmud Kemal İNAL'ın  edebiyat öğretmeni olan yeğeni ve kocasının İstanbul'daki okullardan birine tayin edilmelerine dair devrin başbakanı Adnan Menderes'e yazdıkları mektup. İlginç olan husus o tarihlerde Osmanlı Alfabesi ile yazılmış olması. 

Maruz-ı âcizanemdir
Bin dürlü meşguliyet arasında tasdi’ etmek saygısızlıktır. Fakat maarif idaresinin bendenize karşı gösterdiği saygısızlık, ötekine nispetle devede kulaktır. Bu sebeple affolunacağı tabiidir. Tek zahir ve muinim olan yeğenim ve zevci Aydın Lisesi Edebiyat öğretmenleri Selma ve Nihad Akay’ın İstanbul liselerine yahut orta mekteplerine nakilleri hakkında mükerreren vaki’ olan ricama, prensipçiler, kulak vermediklerinden kemal-i ümid ve itimad ile zât-ı sâmînize niyazname takdim etmiştim. Lütfen alaka gösterileceği işitilmiş ise de aradan üç ay geçtiği halde bir eser zuhur etmedi.
Bu milletin irfanına elli yıl hizmet ettim, hâlâ ediyorum. Bir buçuk milyon lira kıymet takdir olunan kütüphanemi ve pek kıymetli yazı koleksiyonlarını ve tarihi bazı eşyayı –bir menfaat mukabili olmayarak- Üniversite’ye hibe ettim. Daha ne yapayım? Benim yaptığımı acaba hangi mert yaptı? Geçende gençlerin tertip ettikleri jübilede gösterilen ihtiramat-ı fevkaladenin ve bütün gazeteler tarafından ibraz edilen kadirşinaslığın yüzde birini Maarif Dairesi gösterse idi prensip ve mevzuat namına ricamı red ve bendenizi duçar-ı derd etmezdi. Bu nabeca hareket, kaideye faideyi feda etmektir. Küçük memurların saçmalarına büyüklerin baş eğmesi, baş döndürecek hallerdendir.
Geriye çekilen Tevfik İleri Bey’in yerine getirilen ve kadirşinaslığından ve insafından bahsedilen muhterem yeni vekil de –maiyyeti tarafından- prensip illetine uğratılmadan yeğenimin ve zevcinin İstanbul mekteplerine nakillerini emir buyurmanızı tekrar istirham ediyorum. Bu satırları yazarken sânih olan kıt’a-i hayrhahaneyi nazîr-i dûrbîn-i fatînânenize arz ederim.

Elde fırsat var iken bezl-i mürüvvet ediniz
Fevti fırsat edenin aklına bi-akl da şaşar
Düşünüp âtîyi temine tasaddi edenin
Hayr olur âkıbeti nâmı gönüllerde yaşar

Bâkî lutf u insaniyet Başvekil-i asîl hazretlerinindir.

11 Nisan 1953                           İbnülemin Mahmud Kemal

İstanbul Bayezid Mühürdar Emin Paşa Sokağı Numero 13


22 Mayıs 2013 Çarşamba

ŞEHZADENİN EVİNİ DE SOYARLAR, HEM DE DÖRT DEFA…

Sinan ÇULUK



Taife-i hırsızan ile başa çıkmanın gerçekten zor olduğuna dair bir belge. Adam şehzade bile olsa bunlara yakayı kaptırırsa kurtuluş yok. Şehzade Seyfeddin Efendi’ye tahsis edilip ikamet ettiği Zincirlikuyu’daki köşkü tam dört defa soyuluyor. Çocuklarının sünnet düğününde gelen kıymetli eşyaları hırsız veya hırsızlar çalıyor. (Metin burada biraz sorunlu, ifadeden henüz sünnet olmayan çocuklarının düğünü için tedarik edilen kıymetli eşyalar anlaşılıyorsa da bu tarihte en küçük çocuğu sünnet yaşı geçmiş ve  15 yaşında olduğu için, sünnet düğününde hediye gelen kıymetli eşyalar olarak anlamak lazım). Geçmişteki üç hırsızlık olayında gerekli şikâyetler yapıldığı halde polis, jandarma ve savcılık olayı ciddi olarak araştırmadıklarından hırsızların cüreti iyice artmış. Şehzade de şikâyetini bizzat Padişah’a yapıyor. Padişah Vahideddin’in de Mabeyn Başkâtibi Ali Fuad Paşa’ya bu konunun ciddi olarak araştırılması için verdiği emri Sadaret’e tebliği belgesidir.

Belge Metni:

Devletlû Necâbetlû Seyfeddin Efendi hazretlerinin ikāmetlerine tahsis olunan Zincirlikuyu Kasrı’na evvelki gece dördüncü defa olarak sārik girüp bu def’a da müşarunileyh hazretlerinin mahdumları efendiler hazeratının icrâ-yı hıtanları münasebetiyle tedarük olunan bazı zî-kıymet eşyânın sirkat edilmiş olduğu ve evvelki sirkatler üzerine Beşiktaş Polis Merkezi’yle Beyoğlu Jandarma Kumandanlığı’na ve Bidayet Müddeî-i Umumiliği’ne malumat verildiği halde icraat-ı ciddiyyede bulunulmaması sāriklerin cüretlerini arttırdığı beyanıyla iktiza-yı halin ifası müşarunileyh hazretleri tarafından atebe-i seniyye-i mülûkâne’ye takdim kılınan arîzada istirham olunduğundan hükûmetçe serî’an taharriyat ve tedâbir-i muktezıyyeye bi’t-tevessül mütecasirlerin bir an evvel eşya-yı mesruka ile beraber zahire ihracıyla haklarında muamele-i lazime-i kanuniyenin ifası ve neticeden atebe-i ulyâ-yı mülûkâne’ye de arz-ı malumat olunması mukteza-yı emr u fermân-ı hümâyûn-ı padişâhîden bulunmağla ol bâbda emr u fermân hazret-i veliyyü’l-emrindir. 

Fî 7 Cumadelahire sene 1337 fî 10 Mart sene 1335 [10 Mart 1919]

Ser-Katib-i Hazret-i Şehriyari
bende
Ali Fuad


19 Mayıs 2013 Pazar

BAYRAMINIZ KUTLU OLSUN

Sinan ÇULUK

Kurtuluş sürecini lokal mücadelelerin önceliği sonralığı gibi kronolojik ayrıntılara boğmaya gerek yoktur. Türk Milleti emperyalizme karşı verdiği İstiklal Harbi’ne bugün başlamıştır. 


Örgütlü ve bilinçli bu mücadelenin tarafları bellidir. Güneşi balçıkla sıvamaya kalkarak, topyekûn bir milletin esaretten kurtuluş savaşını karalayanların da safları bellidir.

Ülkemizin kendine özgü bir idare geleneği vardır. Demokrasi denilen sistem ile yönetilmediği halde anlayış itibariyle çok daha demokrat zamanlarımız olmuştur. Bu idari şeklin en önemli sacayağı yeniçeri, esnaf ve ulema idi. Ulema zaten verdiği fetva ile Padişah’ı bile yerinden edebilirdi. Yeniçeri Ocağı ise esnaf ve ulemada temsil edilen ahalinin dayanak noktası, saltanatın gücünü dengeleyen kuvvetler ayrılığı ilkesinin tezahürüdür. 







İkinci Mahmud devrinde on dört sene Merci-i Devlet namıyla gücünün zirvesindeki Halet Efendi’yi suçlayan Cevdet Paşa’nın Tarih’inden birkaç satırın görüntüsünü yayınlıyorum. Göreceğiniz gibi Halet Efendi sadrazama mealen “ikide birde ocağı kaldırmaktan bahsetme, sonra Padişahı nasıl zaptederiz” diye nasihatte bulunuyor. İktidarın tek elde toplanmasına ve padişahın her aklına estiğini yapabildiğine dair tarihi malumatın hiçbir kıymet-i harbiyesi yoktur. Dördüncü Murad ve İkinci Abdülhamid devirlerindeki istibdat istisnaidir ve bugün rahmetle aranır hale gelmiştir.

Rical-i devletin aklı başında olanları gereken tedbirleri her zaman almıştır. Çocuk padişahlarla dünyanın bir numaralı devletinin idare edilebileceğine inanan saftaron tarihçilerin basiretleri bağlanmadıysa görevini icra ediyordur. Bu devleti her zaman ilmiye, kalemiye ve seyfiye sınıfının devlet adamları idare etmiştir.

Ülkemizde geleneksel tarih anlayışında devşirmelerin zamanındaki yeniçeri ordusuna övgüler düzülür, ocağı Türklerin ele geçirdiği 1620’lerden sonrasına sürekli küfredilir. Ricaut’ya göre Köprülü Mehmed Paşa oğluna bu ordunun kırılması için gerekli gereksiz Alman seferi icat etmesini vasiyet etmiştir.

Yeniçeri Ordusu için de bugünkü iftiralara benzer yalanlar uydurulmuştur. Hamamlardan kadın kaldırmalar gibi iftiralar atılmıştır. Milletin gözbebeği ordu genele yayılamayacak bu gibi suç olaylarından toptan karalanmıştır.


Hiçbir yeniçeri isyanında halk zarar görmemiştir. Yağma ve tedhiş olmamıştır çünkü halk ve ulema yeniçeri ile birliktedir. Küffar ile işbirliğine gidenler veya zafiyet gösterenler isterse padişah olsun cezasını çekmiştir.

Özümüzden yetişmiş, kasten ihmal edildiğini ve içinden kemirildiğini anlayamayan ordumuzu topa tutarak yok ettikten sonra Yunanlılar bağımsızlığını ilan etti. Türkler de Baltalimanı ve peşinden gelen bir dizi anlaşma [ab gümrük birliğine kadar gelen] ile bağımlı hale getirildi. Emperyalizmin hizmetindeki yeni kurulan ordu ise Ruslarla işbirliğine açık Sultan Aziz’i, İngilizlerin desteği ile katletti.

Enver Paşa’dan itibaren oluşturulan yeni Türk ordusu bugün yine emperyalizm ekseninden kaydığı için cezalandırılıyor. Ordumuz tarihi iyi okusun ve başına örülen çorapta yanında yer alacak ahali ile ulemanın değerlerine saygı göstersin. Ordunun tek hâmisi milletidir.

Aziz Türk milletine ve ordusuna yapılan her saldırı emperyalizm kaynaklıdır.

Bayramınız Kutlu Olsun.

AYASOFYA'NIN İZNİK ÇİNİSİ HAYRAT PANOSU

Sinan ÇULUK

643 senesinde Receb ayının ilk günlerinde Ayasofya Camii’ne asılmış bir pano.Muhtemelen Regaib Kandili hatırası…

İznikli Tabakzade Kethüdayeri Mehmed Bey tarafından hayrat olarak asılmış. İznikli birinden herhalde İznik çinisi gelir. Kabe, Mekke ve Medine tasvirli…

Aidiyet Kitabesi:

Sahibü’l-hayrât ve’l-hasenât Tabakzade Kethüdayeri Mehmed Bey el-İznikiyyü’l-cündî.

Hayra yazsun şerrini anın Kirâmen Kâtibîn
Kim anarsa bir duadan işbu hayrın sahibin

Tahriren fî evâil-i Recebü’l-Mürecceb li-seneti selase ve hamsîn ve elf. Allahümmağfir li-sahibihi ve’l-katibihi ve kariihi. Sene 1053. [Eylül 1643]


Sahi
bü’l Hayr rûhîçün Fâtihâ maa’s-Salavât.


18 Mayıs 2013 Cumartesi

TASHİH



  • "II. Mahmud ' un asırlardan beri devletin yönetildiği Topkapı Sarayı'ndan çıkmak istemesinin sebebi, sadece babası lll. Selim 'in bu sarayda öldürülmüş olması ve dolayısıyla onun geçmişten kaçmak istemesi değildi."
  • Bu ibare en önemli ve ciddi ansiklopedimizin bir maddesinden alındı. Maddi hatanın ne olduğunu ilgilenenler kolaylıkla bulabilir. Hatadan münezzeh olmak Allah'a mahsus. Hatanın sahibi değil hatayı öne çıkarmak gerek. Maksadım üzüm yemektir, bağcıyı döğmek değil. O yüzden isim vermiyorum. Sadece bu kadar ciddi çalışmalarda bile editörlük müessesesinin önemi ortaya çıkıyor. Yıllardır elde dolaşan ansiklopedinin ilgili maddesinde, bu sakat temel üzerinden bir bina inşa ediliyor. Biraz daha dikkat. Ülkemizde ahbap çavuşlar sistemi hakim olduğundan beri eleştiri de ortadan kalkınca hata yapanın yanına kar olarak kalıyor.
  • Okur okumaz hatayı fark edemeyenler, ufak bir araştırma ile tespit edebilirler...

TAĞYİR-İ EZHAN

Sinan ÇULUK

Ülkemizde siyasi otorite her zaman dini otoriteyi evirip çevirmiştir. Bu durum Laik Türkiye Cumhuriyeti’nde de, hukuk kodlarını İslam’dan alan Osmanlı Devleti’nde de aynı şekilde cereyan etmiştir. Siyasi otorite için toplumun aykırı fikirlerle tanışması her zaman ürkütücüdür. Kaynağı ne olursa olsun farklı fikirler “tağyir-i ezhan” kategorisindedir. Son devir gençliği bu “tağyir” kelimesini “eski TCK. 146. madde ”den gayet iyi hatırlıyor.

Paylaştığım belgenin kilidi de bu kelimedir, açılırsa belgenin muhtevasına nüfuz edilebilinir. Sadaretin meramına yan desteği olarak kullandığı fıkhi terminoloji, toplumsal fayda temininde bir araç olmaktan başka anlam taşımamaktadır. Günümüzde olduğu gibi bilhassa kadınların falcı ve muskacılar tarafından dolandırılmalarının da önüne geçmek imkânsızdır. Geriye kala kala "tağyir-i ezhan" kalıyor. Eksersizi şimdilik sayfamızın takipçilerine bırakıyorum.

Belge Metni;

Şeyhülislam Efendi Hazretlerine
Bağdad ve Mağrib ahalisinden ve Ekrâd makûlesinden bazı eşhas ekser dükkânlarda ve şurada burada ikametle rukyehanlık ve remmallik yolunu sanat ittihaz ederek taife-i nisvan ve sair kesâna vefk ve nusha vermek ve sair suretle erâcif tekevvününü mucib olur tefevvühâta tasaddî eylemek misillü neşr-i ekâzîbi tervîc kâr u menfaatlerine sebeb ve alet addetmiş olduklarından ve hâlbuki bu makule etvâr ve akvâl şer‘an ve aklen caiz olmadığından başka tağyîr-i ezhânı müstelzim şey olarak öyle nâ-meşrû‘ hareketin def‘ u imhası levazım-ı umûrdan görünmüş idüğünden bunun suret-i zecr u men‘i esbabının istihsali hakkında re’y ve mütalaa-i aliyye-i Meşihat-penâhîleri ne vechile ise iş‘ârı husûsuna himem-i aliyyeleri derkâr buyurulmak bâbından emr u irâde hazret-i men lehü’l-emrindir.
 
 
 

14 Mayıs 2013 Salı

CUMA HUTBESİNDEN SONRA DUA OKUNUP SESLİ ÂMİN DENİLMESİ

Sinan ÇULUK

Naib görevine gitmeyen kadı’nın kendi yerine gönderdiği vekilidir. Eğin Naibi olan şahıs sicili bozuk bir kimse olup bir yandan da mahkemesi devam etmektedir. Bu naip İkinci Abdülhamid’e bir mektup göndererek Cuma namazlarında padişah namına hutbe okunduktan sonra cemaate ellerini açtırıp Padişah için dua ettirdiğini ve cemaatin de sesli olarak âmin dediklerini yazmıştır.

İslam geleneğinde böyle bir uygulama olmadığını bilen Sultan İkinci Abdülhamid, Şeyhülislamlık Müsteşarı Ali Rıza Efendi’den bir anlamda görüş istemiştir. Müsteşar efendi de sabahtan akşama kadar bu konu üzerine çalışıp, fıkıh kitaplarından derlediği malumata göre fikrini Hünkâr’a bildirmiştir.

Bu malumata göre Cuma namazı hutbesinden sonra cemaatin ellerini açıp yüksek sesle âmin demelerinin caiz olmadığı, aksi takdirde günahkâr olacakları, bu uygulamayı getiren naibin iyi niyetine hükmedilemeyeceği, zaten sicilinin de bozuk olduğu bildirilmektedir.

Kendine yalakalık yapılmasını istemeyen ve dini siyasetine alet etmeyen İkinci Abdülhamid’in aziz ruhuna rahmetler olsun. Günümüzde hükümet tebliği gibi hutbelerin ardından âmin sesleriyle çınlayan kubbelerin altındakilere de ibret olsun.


Belge Metni:


Ma‘rûz-ı Abd-i Dâ‘î-i Kemîneleridir ki

Hatip hutbe hitamında şevket-me’âb efendimiz hazretlerinin hakk-ı hümâyûnlarında dua ettiği vakitte cemaatin cehren âmin demeleri hakkında Eğin Naibi Halid Ferid imza ve mühriyle takdim kılınan varakanın tahkîkiyle arz-ı atebe-i ulyâ kılınması emr u ferman-ı mülhemiyyet-ıktırân-ı cenâb-ı Hilafet-penâhîleri iktizâ-yı âlîsinden olduğu Bekir Beğ kulları tarafından tebliğ buyurulması üzerine keyfiyet mesail-i şer‘iyyeden olmasına binaen sabahtan akşama kadar bu maddeye dâir kütüb-i fıkhiyye mütalaa ve tetebbu‘ olundukta muhât-ı ilm-i âlî buyurulduğu üzre Cum‘â Namazı’nda hatip minbere su’ûd ettiği vakit cemaat-i hâzıra içün salât ve kelam şer‘an caiz olmadığı gibi hutbe hitamında hatip duaya şurû‘ ettiği vakitte cemaatin ellerini kaldırması ve lisan ile cehren âmin demesi şer‘an caiz olmadığı ve eğer cemaat duada ellerini kaldırır ve lisan ile cehren âmin derse âsim ve günahkar olacakları kütüb-i şer‘iyyede musarrah olmasına ve sadr-ı İslâm’dan şimdiye kadar cemaatin lisan ile cehren âmin demesi mesmû‘ ve malum olmamasına nazaran sahib-i varakanın beyne’l-İslâm dâ‘î-i kîl u kâl olmak mahzurundan salim olmayan ifade-i muharreresi hüsn-i niyete mahmûl olamayacağı vârid-i hâtır-ı kâsır olmuş ve nâib-i mumaileyhin sicil-i nüvvabça olan kaydından müstebân olduğuna göre bulunduğu memuriyetlerce hüsn-i hâli görülemeyip el-yevm taht-ı muhakemede bulunması dahi zann-ı kâsır-ı kemterânemi müeyyid bulunmuş olmağla ol bâbda ve her hâlde emr u fermân şevket-me’âb efendimiz hazretlerinindir.

19 Rebiülahir sene 1312

el-Abdü’d-Dâ‘î
Müsteşâr-ı Meşihat
[Mühür] [es-Seyyid Derviş Ali Rıza]

12 Mayıs 2013 Pazar

KEMANİ TATYOS EFENDİ

Sinan ÇULUK

28 Nisan 1913 tarihli Şehbal Gazetesi’nden alınma bir haber sunuyorum.
 

Tam yüz yıl öncesine ait bu haber Ermeni cemaatinden bir Osmanlı vatandaşı iken o sıralarda vefat eden Kemani Tatyos Enserciyan Efendi’nin ardından kaleme alınmıştır. Türk musikisinin en beğenilen birçok şarkısında imzası vardır. “Gamzedeyim deva bulmam” diye bilinip halen beğeniyle dinlenen Uşşak şarkı onun bestesidir. Bu topraklarda huzur içinde bir arada yaşama kültürünü geliştiren Anadolu insanına selam olsun. Bu kültürü dinamitleyen her unsur da belasını bulsun. 








 
ŞEHBAL GAZETESİNDEN İKTİBAS:

Müteveffa Kemani Tatyos Efendi Sefalet ve mahrumiyet içinde muhît-i bî-kaydına veda eden bu zavallı musikişinasın bir kıymet-i sanatkaranesi vardı, o derecede ki “piyasa” denilen mehafil-i musikiyenin en muktedir söz bestekarı idi denilebilir. Tatyos Efendi Ortaköy’de 1274 tarihinde tevellüd etmişti. Bir çok şarkılar bestelemiş, müteaddid saz âsârı tasnif etmiştir. Ez-cümle Rast, Uşşak, Hicazkâr Kürdî, Karcığar, Sûz-i nâk pîşrevleriyle Karcığar, Hüseynî, Hicazkâr Kürdî saz semaîleri maruftur. Neşr edilmemiş bazı âsârı daha mevcut olduğu söyleniyor. Yeni bir tasviri bulunamadığı içün –alem-i matbuatımızda vefatı maatteessüf pek mühmilane telakki olunan- bu biçare sanatkârı büsbütün mensî kalmaktan vikaye maksadıyla yegâne mevcut gençlik resmini derc ediyoruz. Terceme-i haline dair şu kısa malumatı da Ahmed Rasim Beyefendi’nin Tasvir-i Efkar’da münteşir bir makale-i kadr-şinâsânesinden iktibas ettik.


TÜRK ASKERİ NEDEN SAÇLARINI ÖREREK ATKUYRUĞU ŞEKLİNDE UZATIRDI

Sinan ÇULUK

Klasik dönemin günümüze göre vahşi usullerinden biri de savaş meydanında kesilmiş kafaların toplanarak bir yere yığılması idi. Bu meydandaki kesilmiş kafaları toplamanın en kolay yolu ağız içine el sokularak bir yerden diğerine nakledilmesiydi. Türklerin çoğu savaş meydanında eğer şehit olurlarsa kâfirin mundar elinin ağızlarının içine girmesini istemezlerdi. En önemli tedbir olarak saçlarını uzatırlar ve savaş zamanı tepedeki kısım hariç kafalarını kazıtırlardı. Bu kalan saçları da kalın bir atkuyruğu saç örgüsü yaparlar ve üzerine miğfer, barata gibi uygun olan serpuşlarını giyerlerdi. Eğer şehit olurlarsa, bu at kuyruğu düşmanın kelle toplarken işine gelir ve ellerini Türk askerinin ağzına sokmadan kesik kafaları saçlarından tutarak taşırlardı. 

Polonyalı ressam Jan Mateiuko’nun “Jean Sobieski III repoussant les Turcs ausiège de Venne” isimli tablosunda bu vaziyete dair bir ayrıntıya rastladım. Polonyalı Jan Sobieski’nin Viyana önlerindeki Türk karargâhına baskınını temsil eden bu tablonun sağ alt köşesinde serpuşu düşmüş bir Türk askeri bulunuyor. Saçları kazılı ve orta yerden bir atkuyruğu uzanıyor. Yukarıda anlattığım âdeti belgeleyen bir tablo olması nedeniyle paylaşıyorum.


ESAD EFENDİ KÜTÜPHANESİ SÜTUNLARI

Sinan ÇULUK

Sultanahmet/Yerebatan'daki Esad Efendi Kütüphanesi'nin iç görünüşü. Şimdi halı ve hediyelik eşya galerisi olarak hizmet veriyor. Bu kadar küçük bir bina ve kubbeler için bu sütunlara ne gerek vardı. Taşıyıcı olarak duvarlar bile yeterdi. Yoksa burası Mason Locası olarak mı yapılmıştı.

İhtimalleri sorguluyorum. İlave malumatı olan var mı?



İSTANBUL ÜNİVERSİTESİNİN SÜLEYMANİYE KAPISI

Sinan ÇULUK

İstanbul Üniversite'sinin yıllar önce kapatılan tarihi Süleymaniye kapısı ve meydan çeşmesi. İki foto aynı yerden çekilme. Eski olan 1890'lara aittir. Aralarındaki fark sadece seneler değil, nasıl da değişmiş. Kapının üstündeki bina burasının Seraskerlik olduğu zamandan kalma askeri kışla binasıdır. Yokedilmiş.

Bu kapıyı hiçbir rektör açamadı, hala kapalı. Gerekçesi, öğrencilerin Süleymaniye Camii ile sosyalleşmesinin ve bütünleşmesinin önüne geçilmesi. Burası Beyazıt'a göre nispeten sakindir, öğrenciler komutayı her an ele alabilirler.

Zaten Deniz Gezmiş ve arkadaşları da bu kapıyı kullanarak, Süleymaniye doğumevi sırasındaki Malatyalıların kahvelerine takılıyorlardı.

Bizde çözüm Gordiyon'dan beri düğümü kılıçla kesmekten ibarettir. Engelleyemezsen toptan kapatırsın, mesele hallolur.

Bu kapıyı açacak adamı bu millet minnetle anacaktır.



TERORİST SALDIRILARIN ZAMANLAMASI

Sinan ÇULUK

Osmanlı coğrafyasının bugünkü parçalı devletleri üzerindeki emperyalist saldırıların hicri takvim ile karşılıklarının tespit edilmesi gibi kapsamlı bir iş öneriyorum.

Üç aylar, kandil geceleri ve dini bayram günleri bu coğrafyada sürekli kan ve gözyaşı akıtılıyor. Bugün Reyhanlı saldırısı- üç ayların başlangıcı ve Receb ayının biri. Saddam da Kurban bayramının birinci günü asılmıştı. Yoksa Selahaddin Eyyübi'nin Kudüs'ü Miraç gecesi fethetmesi hala unutulmadı da bir hatırlatma mı yapılıyor.

Tabii ki önce sonuçları görmek lazım, erken hüküm vermemeli. Zamanı ve teknik bilgisi olan birileri bu saldırıların, patlamaların tarihini tespit etse ve eşleştirse ne çıkacak merak ediyorum.

MUSTAFA KEMAL ATATÜRK’ÜN TÜRK MİLLETİNE SON ARMAĞANI HATAY VİLAYETİ’DİR



Sinan ÇULUK


Geçenlerde  bir gün İskenderun’daydım.  Tarihine vatanına sevgisi, ilgisi olan insanlara sordum. Buranın Osmanlı’daki adı nedir. Neredeyse herkes Üzeyr Sancağı adını firesiz söyledi. Peki, bu ad nereden geliyor? Sorumun tatminkâr bir cevabı olmadı. Peşinden “peki buranın eskiden Özerili adıyla anıldığını biliyor musunuz? Sorusuna kimse “evet” diyemedi. Buranın aslında çok eski bir Türk yurdu olduğunu ve esas isminin Özerili Sancağı olduğunu söylediğimde buranın yerlileri bile ilk defa duyduklarını söyledi. Özerli diye yakınlarda bir yerleşim yeri olduğunu herkes biliyordu. Aradaki illiyet bağını kimse sorgulayamıyordu.

Şimdi çuvaldızı kendime batırıyorum. Bu kadar zamandır, Özerili sancağı nasıl oldu da Üzeyr  Sancağı olarak adlandırılmaya başlandı, bu değişiklik nasıl vuku buldu, ne araştırabildim, ne de buna dair hazır bir kayda rastlayabildim. Şimdi tahminimi yazıyorum, burası aslında Osmanlı Devrinde de Özerili idi, ancak Divan-ı Hümayun’daki cahil bir katibin veya Nişancının,  Özer  imlasını Üzeyr’in yanlış yazımı gibi değerlendirip “ayın” ile yazmaya başlamasından sonra Özerili unutuldu, Üzeyr Sancağı yaygın isim oldu.

 Bazı ukalaların da bu ismi “Azir” diye iddia ettiklerine şahit olmuşumdur. Azir Sancağı bir ara arşiv kataloglarında da vardı. 

1950’den itibaren sağcı, milliyetçi, muhafazakar, dindar vs. sıfatlara sahip hükümetlerin idaresinde, üstelik “Milli” bir eğitim bakanlığımız olmasına rağmen nasıl bir eğitim sistemimiz var ki kendi topraklarımızda bile tarihimizden bi-haber yetişiyoruz.  

Bir de yurtdışında Türkiye’yi tanıtan okullar falan açmakla övünüyoruz.  Tanımadığın ülkenin nesini tanıtıyorsun demezler mi adama…

MUSTAFA KEMAL ATATÜRK’ÜN TÜRK MİLLETİNE SON ARMAĞANI HATAY VİLAYETİ’DİR.  SAHİP ÇIKMAK BOYNUMUZUN BORCUDUR.

2 Mayıs 2013 Perşembe

PERTEVNİYAL VALİDE SULTAN TÜRBESİ




Sinan ÇULUK


Bu fotoğraf çok kişinin kafasını karıştıracaktır. Aksaray semtinin nasıl tarumar edildiğini, İstanbul’un ortasındaki bu nezih mahallenin, gelişmişlik safsatası uğruna fuhuş, karapara ve her türlü pisliğin döndüğü bir merkez üssü haline getirildiğinin de ispatıdır.

Solda Sultan Abdülaziz’in annesi Pertevniyal Valide Sultan’ın türbesi, sağda ise camii karşımızda durmaktadır. Bu Valide Sultan, oğlu Abdülaziz ve torunu Veliahd Şehzade Yusuf İzzettin Efendi ne yaptılar ki nesiller boyu dinmeyen bir kin ve nefrete kurban gittiler. 

Yılmaz Öztuna neye dayanarak iddia ediyorsa Pertevniyal’in soyunu Türk olarak belirtir. Saray çevresinden kalanlardan edindiği malumat bu yönde olabilir. Belki de sır burada gizlidir.

Bu mazlum ocaktan önce Sultan Abdülaziz cinayet süsüyle katledildi intihar dendi, oğlu Veliahd Yusuf İzzeddin katledildi intihar dendi, annesi en ağır hakaretlere maruz bırakıldı. Mahremiyetine saldırıldı. Vefatından sonra da türbesi dalavere ile ortadan kaldırıldı, mezarı talan edildi, kemikleri denize atılmak üzere iken Fazıl Ayanoğlu sayesinde saklandı.

Sonradan türbesinden kalan taşlarla caminin bahçesine bir türbe inşa edildi de ruhu biraz huzura kavuştu. Şimdilerde de türbe uzun süredir bitirilemeyen bir restorasyon sebebiyle kapalıdır. Münevver Ayaşlı, Menderes’in başına gelen felaketin Vatan-Millet caddeleri açılırken yıktığı hanelerden yükselen beddualar sebebiyle olduğunu ima eder. Kimbilir Pertevniyal Valide’nin ruhu da bu beddualara katılmıştır!