28 Ocak 2018 Pazar

ŞEHZADE KARNELERİ

İstikbalin umudu çocuklarımızın, gençlerimizin karnelerini almaktan kaynaklanan çoşkularını, onlara şehzade karnesi örneği takdim ederek kutlamak istiyorum. Sultan II. Abdülhamid’in çocukları Şehzade Mehmed Selim ve Abdülkadir Efendilerin karneleri. Bir ayda gördükleri derslerden aldıkları notlara ait karneler bunlar.

Selim Efendi yaşça büyük olduğundan dersleri ileri düzeydeki konulardan seçilmiş. Ders isimleri; Mecmau’l-Adab, Pend-i Attar, Sarf-ı Arabî, Hesab-ı Mükemmel, Hendese, Ahval-i Nücum ve Felekiyat, İmla ve Fransızca. Notları 45 üzerinden veriliyormuş. Gayet başarılı bir öğrenciymiş. Fransızca hariç diğerlerinden “aliyyülala” almış.

Abdülkadir Efendi ağabeyi Selim Efendi’den sekiz yaş küçük. Ağabeyine göre değerlendirirsek kendisini ilkokul sonu-ortaokul başı seviyesinde düşünmeliyiz. Dersleri de bu değerlendirmeyi yapmaya müsait. Kuran-ı Kerim, Dürr-i Yekta, Talim-i Farisi, Tarih-i İslam, İmla, Hesap, Coğrafya ve Fransızca dersleri görmüş. Ağabeyine göre daha bir ortakarar öğrenciymiş. Kuran dersi haricinde tam notu yok. Dürr-i Yekta, Hesap ve Fransızcası “orta”.

Karnenin üstüne gayet güzel bir Osmanlı Arması nakşedilmiş. Alttaki takdim yazısı ve mühür Şehzadeler Mektebi Mubassırı Baha Bey’e ait. Daha çok Lala Baha Bey olarak tanınan bu zat Ermeni teröristlerin Yıldız Camii’ne Abdülhamid’i öldürmek için düzenledikleri bombalı saldırıda padişahın hemen yanındaydı ve başına isabet eden bir şarapnel parçasıyla oracıkta şehit oldu. Hikâyesini “#tarih” dergisinin 32. Sayısında yazmıştım.

(Son anda yaptığım bir taramada Cevdet Kırpık’ın “Osmanlı’da Şehzade Eğitimi” adlı eserinin künyesine rastladım ama bu belgeleri tahlil edip etmediğini bilemiyorum)


OSMANLIDA TÜKETİCİ HAKLARI: HAMİLE ÇIKAN CARİYENİN İADESİ

Osmanlıda cariye ticareti şu belgenin tarihinden 14 yıl önce yasaklandı ama yasak kararı tam olarak hayata geçirilemedi. Abdülhalim Efendi isminde biri, Zabtiye Meclisi üyelerinden Mustafa Efendi’nin Arab cariyesini Fatih semtinde Esirci Yunus Ağa’dan satın almış. O Arap diyor ama muhtemelen zenci… Devrine göre de iyi para vermiş. Satan adam da kanunen yasak olan esir ticareti yapanları engelleyecek güvenlik örgütünün yönetiminde. Üstelik nihai tüketiciye ayıplı mal satmış. Mustafa Efendi’nin adamının hamile bıraktığı cariye, bir kız çocuğu doğurmuş. Abdülhalim Efendi tüketici haklarını(!) kullanarak cariyeyi iade etmek istemiş ama ne esirciden, ne de cariyenin sahibinden parasını alamamış. Artık hakkını mahkemede aramaktan başka yolu kalmamış. Peki, esir, cariye ticareti yasak değil mi? Ne cüretle mahkemeye başvuruyor. Bunların hepsini organize suç örgütü isnadıyla zindana atmak lazımdı.

Belge Metni:

Bundan dört mâh mukaddem Zabtiye Meclisi azasından Mustafa Efendi’den üç bin yedi yüz elli kuruşa bir Arab cariyesi alınmış ise de cariye-i merkûme bir buçuk mâh sonra hamile olduğunu ve nihayet üç dört gün zarfında hamlini vaz’ edeceğini ifade etmesinin üzerine Sultan Mehmed’de Esirci Yunus Ağa vasıtasıyla alınmış olduğu cihetle esirci-i merkûme gönderilmiş ve cariye-i merkûme bir hafta sonra hamlini vaz’ eylemiş ve bahası olan üç bin yedi yüz elli kuruşun gönderilmesini mumaileyh Mustafa Efendi ile esirci-i merkûme haber gönderilmiş ise de meblağ-ı mezbûru ifa edemeyeceğini ve dünyaya gelen kız çocuğu adamından olması cihetiyle kendisi karışmayacağını mumaileyh Mustafa Efendi beyan eylemiş olmakla bâ-marifet-i şer’-i şerif icabının icrasîçün lazım gelen mahalle havalesi babında irade hazret-i men-lehü’l-emrindir.


Fi 9 Cumadelahir sene [1]278 [11 Aralık 1861]
[Mühür: es-Seyyid Abdülhalim]

MEYVENİN ÇÜRÜĞÜ SANDIK ALTINA, İYİSİ ÜSTÜNE DİZİLİR

Eski devirlerin esnafı, dürüstlük timsalidir, ahlak abidesidir diyoruz ve buna dair bol bol örnekler de gösteriyoruz ama esnafın ahlaksızlığına dair bir örnek bulduk mu gözden kaçırmak için debelenip duruyoruz. Bu sefer öyle yapmayalım. Üzümün, incirin çürüğünü kutuların altına, iyisini üstüne dizenleri teşhir edelim. 


BELGE METNİ:

İzmir Mollasına, ve [] ve [] kadılarına ve Kuşadası naibine hüküm ki:

Mahrûse-i İstanbul’da Yemiş İskelesi’nde vâkî’ yemişçi ve bakkal taifesi arzuhal idüp kadîmü’l-eyyâmdan [berü] İzmir’den mahrûse-i mezbûreye üzüm geldikde razakı üzümü torba ile ve siyah üzüm çuval ile ve seklem ve kalem ile ve incir dahı kalem ve hasır ile getürile gelüp kutu ile incir ve üzüm getürile gelmemiş iken yakın zamandan berü tüccar taifesi incirin ve üzümün çürüklerini kutuların altına ve iyisini üstüne vaz’ idüp cümlesi eyü olmak üzere bey’ idüp bunlara ve sair [silik-ticaretlerine?] zarar olmağla hala Mahrûse-i İstanbul’da İzmir bazergânlarından el-Hac Ali ve el-Hac Hüseyin ve el-Hac Musa ve Eyyüb ve sâirleriyle mürafaa-i şer’ olunduklarında ba’de’l-yevm incir ve üzüm kutuya vaz’ olunmayup ve sarıca incir ile löp inciri karışık olmayup her biri başka başka kadîmden olugeldüği üzere hasır ve kalem ile getürilüp min ba’d kadime mugâyir vaz’ u hareket olunmamak üzere kıbel-i şer’den hüccet-i şer’iyye virilmekle mahallinde hüccet-i şer’iyye mucebince amel olunup fî mâ ba’d kadime mugâyir bir ferdi vaz’ u hareket itdirilmemek bâbında hükm-i hümâyûnum ricâ iyledikleri ecilden siz ki mevlânâ-yı mûmâileyhimsiz yedlerinde olan hüccet-i şer’iyyeleri mûcebince amel ve hilafından şer’le tenbih eyleyesiz deyü yazılmıştır. 


Fî Evâhir-i Zilhicce sene 1118 [25 Mart-3 Nisan 1707]


(Belgede "kalem" gibi okunan üzüm, incir sevkiyatında kullanılan malzemenin ne olduğunu bulamadığım için okunuşundan da kuşkuluyum)

KIZILELMA MI BOĞDAN'IN ALYANAK ELMASI MI?

 Ruhun şâdolsun Ahmed Resmî Efendi. Yıllar önce görüp gelecek nesillerin ibret alması için yazdığın bu satırlardan kimse ibret almamış. Bu defa Boğdan'ı sorsan nerede olduğunu bilemeyecek adamlar "Kızılelma semtini" hiç bilemediklerinden bildiğin kırmızı elmaları camide dağıtarak değişen hiç birşey olmadığını gösterdiler.





HULÂSATÜ’L-İ’TİBÂR


İfâ-yı hamd u senâ-yı Hüdâvend-i allâm ve icrâ-yı vazife-i salât u selâm hitâmından sonra ma’rûz-ı endiyye-i behiyye-i kirâm budur ki: Fatiha-i ma’mûre-i âlem ve sâniha-i debdebe-i mülûk u ümemden berü nev-be-nev zuhûr eden havâdis-i rûzgâr karnen ba‘de karnin tevârihe yazıla gelmekle dünyaya sonra gelenler selefte geçmişlerin ahvâl ve etvârına itibâr ede geldikleri mahall-i inkâr değildir. Bu suretde güzelce tevârih okuyup öteden berü her zamanda ve her iklimde ebnâ-yı cihan ceng u cidâlden hâli olmayub «ve lev la def´ullahin nase ba´dahüm bi ba´dil le fesedetil erdu [Ve eğer Allah'ın insanlardan bazılarını bazılarıyla defetmesi olmasaydı yeryüzü mutlaka fesada uğramış olurdu. Bakara 251âyet-i kerîme-i hikmet-iştimâli mefhûmunca nizam-ı âlemin esası [s.4] müdafaa üzerine kurulmuş ve dünya mülkünün ma‘mûr ve müstahkem olması iktizâ-yı hâle göre düşmanlarla sulh u musafât mesâlihine mevkûf olmak kaziyyesine tahsil-i vukûf ede gelmiş akıl ve tecrübe sahipleri bu kaide-i hikemiye ile amel ederek her vakitte kavganın a’lâsı olmadığını fehm edip daima sulhu cenk üzerine tercih ile hidmetkar oldukları devlete ve ibadullaha rahat ve emniyet bağışlaya gelmişlerdir. 


Akıl ve tecrübesi nâkıs olmak takribiyle bu kânûn-ı mesnûn-ı mergûbun husûlüne riayet etmeyip edyân-ı sâirede bulunanları bilumum dünyadan kaldırmak ve yahut her zaman düşmanın burnunu yere sürtüp haddini bildirmek ehl-i İslam’ın üzerine vaciptir deyü itikad eden yâdigârlar “hareket olmayınca bereket olmaz; Bu memleketler seyfle alınmıştır. Padişah-ı İslam'ın bahtı âlî, ricâli pişkin, kılıcı keskindir. Dünyada dindâr bahâdır vezir-i Aristo-tedbir ve beş vakti cemaatla kılar on [s.5] iki bin güzide asker tedarük ettikten sonra Kızıl Elma’ya dek gitmeğe ne minnet vardır?” deyü tumturak elfâzla cehlini itirâf ve sandalye üzerinde Hamzaname nakleden pehlivanlar gibi lâf u güzâf edip Kızıl Elma semtini Boğdan'dan gelen alyanak elma gibi yenir şey zanneder. Binaen alâ zâlik encâm-ı kârı fikretmek şânından olmayan bazı sadediller teshîli ile 1182 tarihinde hâdis olup doksana varınca mütemâdi olan Moskov seferlerini mutazammın başka bir makale tahrîr ve bizden sonra bu kârhane-i hayret-fezâya gelenlere mürûr-ı zamanla ibret-pezîr olarak harekât-ı mâziyeyi âtî için örnek ittihâz etmek mülâhazasıyla hayr-hâhân-ı Devlet-i Aliyye'den bazıları ihtâr u istihsân etmeğin bi-mennihi teâlâ rûzmerre itibarıyla kaleme alınıp sebt-i cerîde olunan mevâd ve vekâyi‘-i vâkı‘a mutâbık ve sıdk u hakîkate muvâfık olmak üzere bir mukaddime ve bir lâhika ve altı fasıl ile bir hâtime üzerine tertîp ve “Hulâsatü’l-İtibâr” ismiyle telkîb olunmuştur.

20 Ocak 2018 Cumartesi

SOSYALİST FRAKSİYON KAVGASI: İŞTİRAKÇİ HİLMİ'NİN VAPURDA DARP EDİLMESİ



Türkiye Sosyalist Hareketleri Tarihine Katkı

Türkiye Sosyalist Fırkası lideri İştirakçi Hilmi’nin 66 numaralı Şirket-i Hayriye vapurunda İşçi Sosyalist Fırkası mensupları tarafından dövülmesine dair bir belge sunuyorum. İştirakçi Hilmi ve Türkiye Sosyalist Hareketleri üzerine kayda değer bir belge. 

Daha önce kullanılıp kullanılmadığını bilemiyorum ama tetkik ettiğim kadarıyla yayınlandığına dair bir kayıt bulamadım. 29 Ekim 1921 tarihinde İstanbul Polis Müdürü tarafından Dâhiliye Nezareti’ne sunulmuş. Darp olayını protesto eden Şirket-i Hayriye mensupları, Ser-memur Rıza Efendi’nin emriyle yolculardan bilet toplamayıp geçişleri serbest bırakmışlar. Grev yapmaya da niyetlenmişler ama Hilmi Bey’e saldıranların yakalanması üzerine protestolarını ve grev niyetlerini sonlandırmışlar. 

Belge Metni:

İSTANBUL
POLİS MÜDİRİYET-İ UMUMİYESİ
1. ŞUBESİ
ADED 5761
DÂHİLİYE NEZARET-İ CELİLESİNE

Maruz-ı Çâkerleridir

Dün akşam Boğaziçi’nden Köprü’ye son postayı icra eden altmışaltı numerolu vapurda bulunan “Türkiye Sosyalist Fırkası” reisi Hilmi Bey ile “İşçi Sosyalist Fırkası” mensûbîninden bazı zevat miyânelerinde fırka meselelerinden mütevellid ihtilaf-ı nazar dolayısıyla tahaddüs eden münazaa neticesinde Hilmi Bey’in darp edilmesinden müteessir olan Türkiye Sosyalist Fırkası’na mensup Şirket-i Hayriye müstahdemininin Ser-memur Rıza Efendi’nin emri üzerine bu [sabah] Köprü’ye muvasalat eden vapurlardan çıkan yolculardan bilet toplamaktan istinkâf eyledikleri ve bidâyeten tatil-i eşgâle dair [ittihaz] olunan tertibâtın Hilmi Bey’e tecavüz eylemekle maznun bulunan bazı eşhasın derdestlerinden sonra saha-i fi’ile îsâline [medar ettirilmeksizin] müstahdeminin vazifeleri başına avdetleriyle seyr u seferlerin temin edilmiş olduğu arz olunur. Ol babda emr u ferman hazret-i veliyyülemrindir. 29 Teşrin-i Evvel sene 337 [29 Ekim 1921]

Fahrî Yâverân-ı Hazret-i Şehriyârîden
Polis Müdir-i Umûmîsi
Miralay
[İmza]

[Belgenin tahribinden dolayı okunamayan yerleri siyak u sibak üzere tahminen doldurulmuştur] 



6 Ocak 2018 Cumartesi

EMANET-İ MÜBAREKE

Son günlerde Mukaddes Emanetler gündemde olunca kamuoyunda bir kavram kargaşası oluştu. Yavuz Sultan Selim'in 1517'de Mısır'dan getirdiklerine Mukaddes Emanetler denilirdi. Medine'den getirilenlere de Mukaddes Emanetler denilince bunların da Hz. Muhammed'den ve devrinden kalma kitaplar, eşyalar olduğu zannediliyor. Oysa Medine'den getirilen birkaç parça Kuran dışında (üstelik onların da Hz. Osman'a izafe edilen mushaf dahil sonraki yüzyılların ürünü olduğu ispatlandı) hepsi padişahlar, valide sultanlar, devlet adamları, az bir miktarı da yabancı hükümdarlar tarafından oraya hediye edilen eserler. Henüz kesinleştiremedim ama sanki Osmanlı 1917'de bunları ayırd etmek için "Emanet-i Mübareke" tabirini daha çok kullanıyor. Birçok belgede ve listede bu kavramla anılıyorlar. Emanet-i Mukaddese tabirini hiç görmesem kesin kararımı verirdim ama bazıları ayrım gözetmeden kullanmış. Osmanlı bilinçli yapmamışsa bile bizler bu zamanda o eşyalara mukaddes sıfatını vermemeliyiz. En iyi adlandırma "Emanet-i Mübareke" hatta "Mübarek Emanetler" olacaktır.

SAHİL YOLUNDAN ÖNCESİ

Topkapı Sarayı'nın etrafındaki surlara "Sur-ı Sultanî" denilirdi. Marmara cihetindeki surlar denize bitişik inşa edilmişlerdi. Birçok eski fotoğrafta o vaziyet görülebilir. 1853'te Dolmabahçe Sarayı'na taşınılınca Topkapı ihmal edildi. Bir de Sultan Aziz'i kandırarak bahçesinden şimendüfer geçirdiler. Birçok eski köşk kasır harap oldu. 1955'te Adnan Menderes sur altından yol geçirdi. İşte şimdiki Sahilyolu budur. 1880'lerden 1955'e kadar o bölgenin topografik değişimini dört fotoğrafta izlemeniz için paylaşıyorum.

 


BÜYÜK USTA OZAN SAĞDIÇ

Fotoğrafçıların pek fotoğrafı olmaz. Kimbilir "terzi söküğünü dikemez" darbımeseli gibi ileride buna benzer sözler de literatüre girebilir. Bu akşam #tarih yazarı, eşsiz yazı ve fotoğrafların sahibi Ozan Sağdıç'la selfi çekindik. Bugüne kadar çektiğim ikinci veya üçüncü selfi fotoğrafımdır. Toplantıdaydık, birden aklıma geldi. Fotoğraf dünyamızın duayeni ile bir selfi çekeyim ve bunu en değerli hatıralarım arasında mümtaz bir mevkiye koyayım diye düşündüm ve iki poz ayarından sonra deklanşöre bastım. Ozan Sağdıç üstadım beğendikten sonra ben de bunu paylaşırım

.

HUKUK DİLİ

Osmanlı Arşivi’nde göreve ilk başladığım grupta Sadaret (Başbakanlık) evrakını tasnif ediyorduk. O zamana kadar varlığından haberdar olmadığım “Meclis-i Vala İstintakları” ile o grupta tanıştım. Bunlar bildiğiniz sorgu tutanaklarıydı. Tanzimat sonrası mahalli mahkemeler karar verdikleri dosyaları İstanbul’da bir anlamda istinâfen incelenmesi için Meclis-i Vala’ya gönderir, oradaki incelemenin ardından mahalli mahkemenin kararı kabul edildikten veya bozulduktan sonra, hükmün infazı veya mahkemenin yeniden görülmesi için sadrazam buyruldusuyla mahalline iade edilirdi. Bu Meclis-i Vala daha sonra Divan-ı Ahkâm-ı Adliye ve Şura-yı Devlet olarak ikiye ayrılacak, Divan-ı Ahkâm daha sonra Adliye Nezareti’ne, Şura-yı Devlet de günümüzün Danıştay’ına dönüşecektir. Bahsettiğim belgeler böylesine eski ve önemli bir kurumun belgeleridir. Mahallinden gelen dosyalar bazen ekleriyle birlikte yüzlere varan sayılarda olur, belgeler torbalarda yıllarca tozun toprağın içinde kaldığından ve katlanıp açılmaları zor olduğundan bunların tasnifi kâbusumuz olurdu. Ben yine de en çok bu belgeleri, bilhassa istintaknâmeleri severdim. Gerek maznunların, gerekse mağdurların ifadeleri birebir kayıtlı olduğundan yerel ağızları, kelimeleri okumak, öğrenmek büyük keyif verirdi. O devrin yaşanmış olaylarını bir teyp kaydını dinlermiş gibi belki de video filmi izlermiş gibi gözümün önünde canlandırabilmek çok farklı yönlerden öğretici oluyordu. 

Hukuk devleti kimliğini pekiştirmek, Tanzimat’la gelen sistemi oturtabilmek için Osmanlı hukukçularının mahkeme sürecine çok önem verdikleri, özene bezene yazdıkları, ebru kaplarla süsledikleri bu metinlerden de belliydi. İstintaknâmelerin en şaşırtıcı yanı “hukuk dilinde ayıp olmadığını” öğrenmem olmuştur. Mağdur veya mağdureler, başlarına gelenleri anlatırken en ayıp sayılan kelime ve fiilleri olduğu gibi söylemişler, kâtipler de olduğu gibi yazmışlar. Çünkü hukuk kesinlik ister, yaklaşık, tahmini ifadelerle hüküm olmaz. Varsayımlarla hareket edilmez. Olan biten neyse tüm yalınlığıyla, çıplaklığıyla anlayıp, ölçülüp tartılıp ona göre hüküm verilir. Buna mukabil hukuki metinler de mugâlataya, yoruma, tahmine meydan vermeden, ucu açık müphemlikler barındırmadan hazırlanır. Önceden karşılaşılmamış, karşılaşılsa da hükmü yanlış verilmiş vak’alarda içtihada ihtiyaç olsa da bunu devletin yetkili kurulları, mahkemeleri yapar. Vatandaşın iki dudağına veya yetkisiz devlet görevlilerinin kafalarına göre ahkâm kesmelerine bırakmaz. Hukukî emirlerde mecâz olmaz. Kullanılan emir kipi neyse ona göre hüküm verilir. Kır, vur, at, yak diye verilen emri, hukuk olduğu gibi anlar, tevili olmaz. Aziz Osmanlı atalarımızın bıraktığı metrûkâttan öğrendiklerim bu minvaldedir. Hukukçuların dedikleri elbette doğrudur.

1 Ocak 2018 Pazartesi

BİR KOYUNA SEYYİD OLDUK

Anadolu’da Arap ülkelerinden fazla seyyid var sanki. Osmanlı devri tarih metinlerinde neredeyse seyyid olmayan yok. Bu şaşırtıcı duruma bir itiraz da yok. Aslında bolluğun sebebi belli ama herkes bildiğini yutup, saklıyor. İşte bu belge ve benzeri o kadar çok belge var ki ortada dönüp duran sahtekârlığı örtbas etmeye imkân yok. Peygamberin torunu olmak, Hz. Hasan ve Hüseyin’in soyundan gelmek saygıyı hak eder bir durum olsa da imtiyaz kaldırmaz. Bunlar ayrıcalıklı sınıf. Ne vergi veriyor, ne askere gidiyor, ne de suç işlediklerinde normal kadı mahkemesinde yargılanıp o iğrenç zindanlara atılıyorlar. Nakibüleşraf tarafından usulen yargılanıp çoğu kez serbest kalıyorlar. Seyyidlik insanlara belirli imtiyazlar bahşetmeye başlayınca gayet tabii hilekârlık almış yürümüş.  Seyyid ve şerifleri nizama sokmak, zabt u rabt altına almak için teşkilatlandırılan Nakibüleşraflık müessesesi de işe yaramamış. Sözde bunlar sahtekârları önleyecekti. Pratikte işe yaramadığını, sahtekârlığı bizzat Halep nakibüleşraf kaymakamı Birecikli Şeyhoğlu Seyyid Hüseyin’in yapmış olduğu bu olaydan da anlıyoruz.  Rişvan aşiretinin belli oymaklarının bazılarından altı-yedi yüz kişiye birkaç koyun mukabili seyyidlik temessükü ve hücceti verip başlarına da yeşil sarığı sarmış. Aşiretin mensupları da “biz artık seyyid olduk” diyerek ne vergi vermişler, ne koyunlarını saydırmışlar. Devlete şikâyet gelince bunların seyyidlik belgelerini alıp İstanbul’a gönderin diye emredilmiş. Kaç tanesi geriye gelmiştir, iptal edilebilmiştir belli değil.Günümüzde seyyidiz diye geçinenlerin arasında koyun rüşvetiyle seyyid olanların torunları da var mıdır acaba?


115 numaralı Mühimme Defteri’nden:


Maraş ve Hısn-ı Mansur ve Derende [Darende] ve Sivas kadılarına ve Ayntab naibine hüküm ki;

Sen ki Hısn-ı Mansur kadısı mevlana-yı mezkûrsun. Südde-i saadetime mektup gönderip kasaba-i Hısn-ı Mansur’da sakin ulema ve suleha ve sâdât ve eimme ve hutebâ ve yerli ve göçer Rişvân tâifeleri bâ-cem’ihim meclis-i şer’a varıp göçer Rişvan aşiretinden Cudikanlı ve Bilanlı ve Mülukanlı ve Dalyanlı oymaklarından altı yedi yüz miktarı reayasından bundan akdem Medine-i Haleb’de nakibü’l-eşraf kaymakamı olan Birecikli Şeyhoğlu es-Seyyid Hüseyin nâm kimesne tama’-ı hâmından naşi her birinden birer kaç koyun alıp başlarına alamet-i hadra ve men’ içün yedlerine temessük ve hüccet vermekle mezburlar biz seyyid olduk deyü zimmetlerinde olan koyunların saydırmayıp ve rüsumatların vermeyip, on kese akçe miktarı rüsumatların birkaç seneden beri tenezzül bulmağla mezbur Şeyhoğlu Seyyid Hüseyin’in verdiği senetler yedlerinden alınıp tahrip olunmaz ise aharlarına dahi sirayet eder deyü ilhahlarıyla arz etmeğin siz ki mevlana-yı mumaileyhimsiz sahihü’n-neseb sâdât-ı kiramdan olmayıp sonradan nakib vekili mezburdan aldıkları hücec ve temessükât ma’rifet-i şer’le yedlerinden ahz ve der-kise ve memhuren der-i devlet-medârıma irsâl eylemeniz içün yazılmıştır. 

Evahir-i L [Şevval] 1118. [1707 Ocak sonları]Pısısı




Pısısı