İstikbalin umudu çocuklarımızın, gençlerimizin karnelerini almaktan
kaynaklanan çoşkularını, onlara şehzade karnesi örneği takdim ederek
kutlamak istiyorum. Sultan II. Abdülhamid’in çocukları Şehzade Mehmed
Selim ve Abdülkadir Efendilerin karneleri. Bir ayda gördükleri
derslerden aldıkları notlara ait karneler bunlar.
Selim Efendi yaşça büyük olduğundan dersleri ileri düzeydeki
konulardan seçilmiş. Ders isimleri; Mecmau’l-Adab, Pend-i Attar, Sarf-ı
Arabî, Hesab-ı Mükemmel, Hendese, Ahval-i Nücum ve Felekiyat, İmla ve
Fransızca. Notları 45 üzerinden veriliyormuş. Gayet başarılı bir
öğrenciymiş. Fransızca hariç diğerlerinden “aliyyülala” almış.
Abdülkadir Efendi ağabeyi Selim Efendi’den sekiz yaş küçük. Ağabeyine
göre değerlendirirsek kendisini ilkokul sonu-ortaokul başı seviyesinde
düşünmeliyiz. Dersleri de bu değerlendirmeyi yapmaya müsait. Kuran-ı
Kerim, Dürr-i Yekta, Talim-i Farisi, Tarih-i İslam, İmla, Hesap,
Coğrafya ve Fransızca dersleri görmüş. Ağabeyine göre daha bir
ortakarar öğrenciymiş. Kuran dersi haricinde tam notu yok. Dürr-i Yekta,
Hesap ve Fransızcası “orta”.
Karnenin üstüne gayet güzel bir
Osmanlı Arması nakşedilmiş. Alttaki takdim yazısı ve mühür Şehzadeler
Mektebi Mubassırı Baha Bey’e ait. Daha çok Lala Baha Bey olarak tanınan
bu zat Ermeni teröristlerin Yıldız Camii’ne Abdülhamid’i öldürmek için
düzenledikleri bombalı saldırıda padişahın hemen yanındaydı ve başına
isabet eden bir şarapnel parçasıyla oracıkta şehit oldu. Hikâyesini “#tarih” dergisinin 32. Sayısında yazmıştım.
(Son anda yaptığım bir taramada Cevdet Kırpık’ın “Osmanlı’da Şehzade
Eğitimi” adlı eserinin künyesine rastladım ama bu belgeleri tahlil edip etmediğini
bilemiyorum)
28 Ocak 2018 Pazar
OSMANLIDA TÜKETİCİ HAKLARI: HAMİLE ÇIKAN CARİYENİN İADESİ
Osmanlıda
cariye ticareti şu belgenin tarihinden 14 yıl önce yasaklandı ama yasak
kararı tam olarak hayata geçirilemedi. Abdülhalim Efendi isminde biri,
Zabtiye Meclisi üyelerinden Mustafa Efendi’nin Arab cariyesini Fatih
semtinde Esirci Yunus Ağa’dan satın almış. O Arap diyor ama muhtemelen
zenci… Devrine göre de iyi para vermiş. Satan adam da kanunen yasak olan
esir ticareti yapanları engelleyecek
güvenlik örgütünün yönetiminde. Üstelik nihai tüketiciye ayıplı mal
satmış. Mustafa Efendi’nin adamının hamile bıraktığı cariye, bir kız
çocuğu doğurmuş. Abdülhalim Efendi tüketici haklarını(!) kullanarak
cariyeyi iade etmek istemiş ama ne esirciden, ne de cariyenin sahibinden
parasını alamamış. Artık hakkını mahkemede aramaktan başka yolu
kalmamış. Peki, esir, cariye ticareti yasak değil mi? Ne cüretle
mahkemeye başvuruyor. Bunların hepsini organize suç örgütü isnadıyla
zindana atmak lazımdı.
Belge Metni:
Bundan dört mâh mukaddem Zabtiye Meclisi azasından Mustafa Efendi’den üç bin yedi yüz elli kuruşa bir Arab cariyesi alınmış ise de cariye-i merkûme bir buçuk mâh sonra hamile olduğunu ve nihayet üç dört gün zarfında hamlini vaz’ edeceğini ifade etmesinin üzerine Sultan Mehmed’de Esirci Yunus Ağa vasıtasıyla alınmış olduğu cihetle esirci-i merkûme gönderilmiş ve cariye-i merkûme bir hafta sonra hamlini vaz’ eylemiş ve bahası olan üç bin yedi yüz elli kuruşun gönderilmesini mumaileyh Mustafa Efendi ile esirci-i merkûme haber gönderilmiş ise de meblağ-ı mezbûru ifa edemeyeceğini ve dünyaya gelen kız çocuğu adamından olması cihetiyle kendisi karışmayacağını mumaileyh Mustafa Efendi beyan eylemiş olmakla bâ-marifet-i şer’-i şerif icabının icrasîçün lazım gelen mahalle havalesi babında irade hazret-i men-lehü’l-emrindir.
Fi 9 Cumadelahir sene [1]278 [11 Aralık 1861]
[Mühür: es-Seyyid Abdülhalim]
Belge Metni:
Bundan dört mâh mukaddem Zabtiye Meclisi azasından Mustafa Efendi’den üç bin yedi yüz elli kuruşa bir Arab cariyesi alınmış ise de cariye-i merkûme bir buçuk mâh sonra hamile olduğunu ve nihayet üç dört gün zarfında hamlini vaz’ edeceğini ifade etmesinin üzerine Sultan Mehmed’de Esirci Yunus Ağa vasıtasıyla alınmış olduğu cihetle esirci-i merkûme gönderilmiş ve cariye-i merkûme bir hafta sonra hamlini vaz’ eylemiş ve bahası olan üç bin yedi yüz elli kuruşun gönderilmesini mumaileyh Mustafa Efendi ile esirci-i merkûme haber gönderilmiş ise de meblağ-ı mezbûru ifa edemeyeceğini ve dünyaya gelen kız çocuğu adamından olması cihetiyle kendisi karışmayacağını mumaileyh Mustafa Efendi beyan eylemiş olmakla bâ-marifet-i şer’-i şerif icabının icrasîçün lazım gelen mahalle havalesi babında irade hazret-i men-lehü’l-emrindir.
Fi 9 Cumadelahir sene [1]278 [11 Aralık 1861]
[Mühür: es-Seyyid Abdülhalim]
MEYVENİN ÇÜRÜĞÜ SANDIK ALTINA, İYİSİ ÜSTÜNE DİZİLİR
Eski devirlerin esnafı, dürüstlük timsalidir, ahlak abidesidir diyoruz ve buna dair bol bol örnekler de gösteriyoruz ama esnafın ahlaksızlığına dair bir örnek bulduk mu gözden kaçırmak için debelenip duruyoruz. Bu sefer öyle yapmayalım. Üzümün, incirin çürüğünü kutuların altına, iyisini üstüne dizenleri teşhir edelim.
BELGE METNİ:
BELGE METNİ:
İzmir Mollasına, ve [] ve [] kadılarına ve Kuşadası naibine hüküm ki:
Mahrûse-i İstanbul’da Yemiş İskelesi’nde vâkî’ yemişçi ve bakkal taifesi arzuhal idüp kadîmü’l-eyyâmdan [berü] İzmir’den mahrûse-i mezbûreye üzüm geldikde razakı üzümü torba ile ve siyah üzüm çuval ile ve seklem ve kalem ile ve incir dahı kalem ve hasır ile getürile gelüp kutu ile incir ve üzüm getürile gelmemiş iken yakın zamandan berü tüccar taifesi incirin ve üzümün çürüklerini kutuların altına ve iyisini üstüne vaz’ idüp cümlesi eyü olmak üzere bey’ idüp bunlara ve sair [silik-ticaretlerine?] zarar olmağla hala Mahrûse-i İstanbul’da İzmir bazergânlarından el-Hac Ali ve el-Hac Hüseyin ve el-Hac Musa ve Eyyüb ve sâirleriyle mürafaa-i şer’ olunduklarında ba’de’l-yevm incir ve üzüm kutuya vaz’ olunmayup ve sarıca incir ile löp inciri karışık olmayup her biri başka başka kadîmden olugeldüği üzere hasır ve kalem ile getürilüp min ba’d kadime mugâyir vaz’ u hareket olunmamak üzere kıbel-i şer’den hüccet-i şer’iyye virilmekle mahallinde hüccet-i şer’iyye mucebince amel olunup fî mâ ba’d kadime mugâyir bir ferdi vaz’ u hareket itdirilmemek bâbında hükm-i hümâyûnum ricâ iyledikleri ecilden siz ki mevlânâ-yı mûmâileyhimsiz yedlerinde olan hüccet-i şer’iyyeleri mûcebince amel ve hilafından şer’le tenbih eyleyesiz deyü yazılmıştır.
Fî Evâhir-i Zilhicce sene 1118 [25 Mart-3 Nisan 1707]
(Belgede "kalem" gibi okunan üzüm, incir sevkiyatında kullanılan malzemenin ne olduğunu bulamadığım için okunuşundan da kuşkuluyum)
Mahrûse-i İstanbul’da Yemiş İskelesi’nde vâkî’ yemişçi ve bakkal taifesi arzuhal idüp kadîmü’l-eyyâmdan [berü] İzmir’den mahrûse-i mezbûreye üzüm geldikde razakı üzümü torba ile ve siyah üzüm çuval ile ve seklem ve kalem ile ve incir dahı kalem ve hasır ile getürile gelüp kutu ile incir ve üzüm getürile gelmemiş iken yakın zamandan berü tüccar taifesi incirin ve üzümün çürüklerini kutuların altına ve iyisini üstüne vaz’ idüp cümlesi eyü olmak üzere bey’ idüp bunlara ve sair [silik-ticaretlerine?] zarar olmağla hala Mahrûse-i İstanbul’da İzmir bazergânlarından el-Hac Ali ve el-Hac Hüseyin ve el-Hac Musa ve Eyyüb ve sâirleriyle mürafaa-i şer’ olunduklarında ba’de’l-yevm incir ve üzüm kutuya vaz’ olunmayup ve sarıca incir ile löp inciri karışık olmayup her biri başka başka kadîmden olugeldüği üzere hasır ve kalem ile getürilüp min ba’d kadime mugâyir vaz’ u hareket olunmamak üzere kıbel-i şer’den hüccet-i şer’iyye virilmekle mahallinde hüccet-i şer’iyye mucebince amel olunup fî mâ ba’d kadime mugâyir bir ferdi vaz’ u hareket itdirilmemek bâbında hükm-i hümâyûnum ricâ iyledikleri ecilden siz ki mevlânâ-yı mûmâileyhimsiz yedlerinde olan hüccet-i şer’iyyeleri mûcebince amel ve hilafından şer’le tenbih eyleyesiz deyü yazılmıştır.
Fî Evâhir-i Zilhicce sene 1118 [25 Mart-3 Nisan 1707]
(Belgede "kalem" gibi okunan üzüm, incir sevkiyatında kullanılan malzemenin ne olduğunu bulamadığım için okunuşundan da kuşkuluyum)
KIZILELMA MI BOĞDAN'IN ALYANAK ELMASI MI?
Ruhun şâdolsun Ahmed Resmî Efendi. Yıllar önce görüp gelecek nesillerin ibret alması için yazdığın bu satırlardan kimse ibret almamış. Bu defa Boğdan'ı sorsan nerede olduğunu bilemeyecek adamlar "Kızılelma semtini" hiç bilemediklerinden bildiğin kırmızı elmaları camide dağıtarak değişen hiç birşey olmadığını gösterdiler.
HULÂSATÜ’L-İ’TİBÂR
İfâ-yı hamd u senâ-yı Hüdâvend-i allâm ve icrâ-yı vazife-i
salât u selâm hitâmından sonra ma’rûz-ı endiyye-i behiyye-i kirâm budur ki: Fatiha-i
ma’mûre-i âlem ve sâniha-i debdebe-i mülûk u ümemden berü nev-be-nev zuhûr eden
havâdis-i rûzgâr karnen ba‘de karnin tevârihe yazıla gelmekle dünyaya sonra
gelenler selefte geçmişlerin ahvâl ve etvârına itibâr ede geldikleri mahall-i inkâr değildir. Bu suretde güzelce
tevârih okuyup öteden berü her zamanda ve her iklimde ebnâ-yı cihan ceng u cidâlden
hâli olmayub «ve lev la def´ullahin
nase ba´dahüm bi ba´dil le fesedetil erdu [Ve eğer Allah'ın insanlardan bazılarını bazılarıyla defetmesi
olmasaydı yeryüzü mutlaka fesada uğramış olurdu. Bakara 251]» âyet-i kerîme-i hikmet-iştimâli mefhûmunca
nizam-ı âlemin esası [s.4] müdafaa üzerine kurulmuş ve dünya mülkünün ma‘mûr ve müstahkem olması
iktizâ-yı hâle göre düşmanlarla sulh u musafât mesâlihine mevkûf olmak kaziyyesine tahsil-i vukûf ede gelmiş akıl
ve tecrübe sahipleri bu kaide-i hikemiye ile amel ederek her vakitte kavganın a’lâsı
olmadığını fehm edip daima sulhu cenk üzerine tercih ile hidmetkar oldukları
devlete ve ibadullaha rahat ve emniyet bağışlaya gelmişlerdir.
Akıl ve tecrübesi nâkıs olmak takribiyle bu kânûn-ı mesnûn-ı mergûbun husûlüne riayet etmeyip edyân-ı sâirede
bulunanları bilumum dünyadan kaldırmak ve yahut her zaman düşmanın burnunu yere sürtüp haddini bildirmek ehl-i İslam’ın üzerine
vaciptir deyü itikad eden yâdigârlar “hareket olmayınca bereket olmaz; Bu memleketler
seyfle alınmıştır. Padişah-ı İslam'ın bahtı âlî, ricâli pişkin, kılıcı keskindir. Dünyada dindâr bahâdır
vezir-i Aristo-tedbir ve beş vakti cemaatla kılar
on [s.5] iki bin güzide asker tedarük ettikten sonra Kızıl Elma’ya dek gitmeğe
ne minnet vardır?” deyü tumturak elfâzla cehlini itirâf ve sandalye üzerinde
Hamzaname nakleden pehlivanlar gibi lâf u güzâf edip Kızıl Elma semtini Boğdan'dan gelen alyanak elma gibi yenir şey zanneder.
Binaen alâ zâlik encâm-ı kârı fikretmek şânından olmayan bazı sadediller teshîli
ile 1182 tarihinde hâdis olup doksana varınca mütemâdi
olan Moskov seferlerini mutazammın başka bir makale tahrîr ve bizden sonra bu kârhane-i
hayret-fezâya gelenlere mürûr-ı
zamanla ibret-pezîr olarak harekât-ı mâziyeyi âtî için örnek ittihâz etmek mülâhazasıyla
hayr-hâhân-ı Devlet-i Aliyye'den bazıları ihtâr u istihsân etmeğin bi-mennihi
teâlâ rûzmerre itibarıyla kaleme
alınıp sebt-i cerîde olunan mevâd ve vekâyi‘-i vâkı‘a mutâbık ve sıdk u hakîkate
muvâfık olmak üzere bir mukaddime ve bir lâhika ve altı fasıl ile bir hâtime üzerine
tertîp ve “Hulâsatü’l-İtibâr” ismiyle telkîb olunmuştur.
20 Ocak 2018 Cumartesi
SOSYALİST FRAKSİYON KAVGASI: İŞTİRAKÇİ HİLMİ'NİN VAPURDA DARP EDİLMESİ
Türkiye Sosyalist Hareketleri Tarihine Katkı
Türkiye Sosyalist Fırkası lideri İştirakçi Hilmi’nin 66
numaralı Şirket-i Hayriye vapurunda İşçi Sosyalist Fırkası mensupları
tarafından dövülmesine dair bir belge sunuyorum. İştirakçi Hilmi ve Türkiye
Sosyalist Hareketleri üzerine kayda değer bir belge.
Daha önce kullanılıp kullanılmadığını bilemiyorum ama tetkik
ettiğim kadarıyla yayınlandığına dair bir kayıt bulamadım. 29 Ekim 1921 tarihinde
İstanbul Polis Müdürü tarafından Dâhiliye Nezareti’ne sunulmuş. Darp olayını
protesto eden Şirket-i Hayriye mensupları, Ser-memur Rıza Efendi’nin emriyle
yolculardan bilet toplamayıp geçişleri serbest bırakmışlar. Grev yapmaya da
niyetlenmişler ama Hilmi Bey’e saldıranların yakalanması üzerine protestolarını
ve grev niyetlerini sonlandırmışlar.
Belge Metni:
İSTANBUL
POLİS MÜDİRİYET-İ UMUMİYESİ
1. ŞUBESİ
ADED 5761
POLİS MÜDİRİYET-İ UMUMİYESİ
1. ŞUBESİ
ADED 5761
DÂHİLİYE NEZARET-İ CELİLESİNE
Maruz-ı Çâkerleridir
Fahrî Yâverân-ı Hazret-i Şehriyârîden
Polis Müdir-i Umûmîsi
Miralay
Polis Müdir-i Umûmîsi
Miralay
[İmza]
[Belgenin tahribinden dolayı okunamayan yerleri siyak u sibak üzere tahminen doldurulmuştur]
6 Ocak 2018 Cumartesi
EMANET-İ MÜBAREKE
Son günlerde Mukaddes Emanetler gündemde olunca kamuoyunda bir kavram
kargaşası oluştu. Yavuz Sultan Selim'in 1517'de Mısır'dan
getirdiklerine Mukaddes Emanetler denilirdi. Medine'den getirilenlere de
Mukaddes Emanetler denilince bunların da Hz. Muhammed'den ve devrinden
kalma kitaplar, eşyalar olduğu zannediliyor. Oysa Medine'den getirilen birkaç
parça Kuran dışında (üstelik onların da Hz. Osman'a izafe edilen mushaf
dahil sonraki yüzyılların ürünü olduğu ispatlandı)
hepsi padişahlar, valide sultanlar, devlet adamları, az bir miktarı da
yabancı hükümdarlar tarafından oraya hediye edilen eserler. Henüz
kesinleştiremedim ama sanki Osmanlı 1917'de bunları ayırd etmek için
"Emanet-i Mübareke" tabirini daha çok kullanıyor. Birçok belgede ve
listede bu kavramla anılıyorlar. Emanet-i Mukaddese tabirini hiç
görmesem kesin kararımı verirdim ama bazıları ayrım gözetmeden
kullanmış. Osmanlı bilinçli yapmamışsa bile bizler bu zamanda o eşyalara
mukaddes sıfatını vermemeliyiz. En iyi adlandırma "Emanet-i Mübareke"
hatta "Mübarek Emanetler" olacaktır.
SAHİL YOLUNDAN ÖNCESİ
Topkapı Sarayı'nın etrafındaki surlara "Sur-ı Sultanî" denilirdi.
Marmara cihetindeki surlar denize bitişik inşa edilmişlerdi. Birçok eski
fotoğrafta o vaziyet görülebilir. 1853'te Dolmabahçe Sarayı'na
taşınılınca Topkapı ihmal edildi. Bir de Sultan Aziz'i kandırarak
bahçesinden şimendüfer geçirdiler. Birçok eski köşk kasır harap oldu.
1955'te Adnan Menderes sur altından yol geçirdi. İşte şimdiki Sahilyolu
budur. 1880'lerden 1955'e kadar o bölgenin topografik değişimini dört
fotoğrafta izlemeniz için paylaşıyorum.
BÜYÜK USTA OZAN SAĞDIÇ
Fotoğrafçıların pek fotoğrafı olmaz. Kimbilir "terzi söküğünü dikemez"
darbımeseli gibi ileride buna benzer sözler de literatüre girebilir. Bu
akşam #tarih
yazarı, eşsiz yazı ve fotoğrafların sahibi Ozan Sağdıç'la selfi
çekindik. Bugüne kadar çektiğim
ikinci veya üçüncü selfi fotoğrafımdır. Toplantıdaydık, birden aklıma geldi. Fotoğraf dünyamızın duayeni ile
bir selfi çekeyim ve bunu en değerli hatıralarım arasında mümtaz bir
mevkiye koyayım diye düşündüm ve iki poz ayarından sonra deklanşöre
bastım. Ozan Sağdıç üstadım beğendikten sonra ben de bunu paylaşırım
.
.
HUKUK DİLİ
Osmanlı Arşivi’nde göreve ilk başladığım grupta
Sadaret (Başbakanlık) evrakını tasnif ediyorduk. O zamana kadar
varlığından haberdar olmadığım “Meclis-i Vala İstintakları” ile o grupta
tanıştım. Bunlar bildiğiniz sorgu tutanaklarıydı. Tanzimat sonrası
mahalli mahkemeler karar verdikleri dosyaları İstanbul’da bir anlamda
istinâfen incelenmesi için Meclis-i Vala’ya gönderir, oradaki
incelemenin ardından mahalli mahkemenin kararı kabul edildikten veya
bozulduktan sonra, hükmün infazı veya
mahkemenin yeniden görülmesi için sadrazam buyruldusuyla mahalline iade
edilirdi. Bu Meclis-i Vala daha sonra Divan-ı Ahkâm-ı Adliye ve Şura-yı
Devlet olarak ikiye ayrılacak, Divan-ı Ahkâm daha sonra Adliye
Nezareti’ne, Şura-yı Devlet de günümüzün Danıştay’ına dönüşecektir.
Bahsettiğim belgeler böylesine eski ve önemli bir kurumun belgeleridir.
Mahallinden gelen dosyalar bazen ekleriyle birlikte yüzlere varan
sayılarda olur, belgeler torbalarda yıllarca tozun toprağın içinde
kaldığından ve katlanıp açılmaları zor olduğundan bunların tasnifi
kâbusumuz olurdu. Ben yine de en çok bu belgeleri, bilhassa
istintaknâmeleri severdim. Gerek maznunların, gerekse mağdurların
ifadeleri birebir kayıtlı olduğundan yerel ağızları, kelimeleri okumak,
öğrenmek büyük keyif verirdi. O devrin yaşanmış olaylarını bir teyp
kaydını dinlermiş gibi belki de video filmi izlermiş gibi gözümün önünde
canlandırabilmek çok farklı yönlerden öğretici oluyordu.
Hukuk devleti kimliğini pekiştirmek, Tanzimat’la gelen sistemi oturtabilmek için Osmanlı hukukçularının mahkeme sürecine çok önem verdikleri, özene bezene yazdıkları, ebru kaplarla süsledikleri bu metinlerden de belliydi. İstintaknâmelerin en şaşırtıcı yanı “hukuk dilinde ayıp olmadığını” öğrenmem olmuştur. Mağdur veya mağdureler, başlarına gelenleri anlatırken en ayıp sayılan kelime ve fiilleri olduğu gibi söylemişler, kâtipler de olduğu gibi yazmışlar. Çünkü hukuk kesinlik ister, yaklaşık, tahmini ifadelerle hüküm olmaz. Varsayımlarla hareket edilmez. Olan biten neyse tüm yalınlığıyla, çıplaklığıyla anlayıp, ölçülüp tartılıp ona göre hüküm verilir. Buna mukabil hukuki metinler de mugâlataya, yoruma, tahmine meydan vermeden, ucu açık müphemlikler barındırmadan hazırlanır. Önceden karşılaşılmamış, karşılaşılsa da hükmü yanlış verilmiş vak’alarda içtihada ihtiyaç olsa da bunu devletin yetkili kurulları, mahkemeleri yapar. Vatandaşın iki dudağına veya yetkisiz devlet görevlilerinin kafalarına göre ahkâm kesmelerine bırakmaz. Hukukî emirlerde mecâz olmaz. Kullanılan emir kipi neyse ona göre hüküm verilir. Kır, vur, at, yak diye verilen emri, hukuk olduğu gibi anlar, tevili olmaz. Aziz Osmanlı atalarımızın bıraktığı metrûkâttan öğrendiklerim bu minvaldedir. Hukukçuların dedikleri elbette doğrudur.
Hukuk devleti kimliğini pekiştirmek, Tanzimat’la gelen sistemi oturtabilmek için Osmanlı hukukçularının mahkeme sürecine çok önem verdikleri, özene bezene yazdıkları, ebru kaplarla süsledikleri bu metinlerden de belliydi. İstintaknâmelerin en şaşırtıcı yanı “hukuk dilinde ayıp olmadığını” öğrenmem olmuştur. Mağdur veya mağdureler, başlarına gelenleri anlatırken en ayıp sayılan kelime ve fiilleri olduğu gibi söylemişler, kâtipler de olduğu gibi yazmışlar. Çünkü hukuk kesinlik ister, yaklaşık, tahmini ifadelerle hüküm olmaz. Varsayımlarla hareket edilmez. Olan biten neyse tüm yalınlığıyla, çıplaklığıyla anlayıp, ölçülüp tartılıp ona göre hüküm verilir. Buna mukabil hukuki metinler de mugâlataya, yoruma, tahmine meydan vermeden, ucu açık müphemlikler barındırmadan hazırlanır. Önceden karşılaşılmamış, karşılaşılsa da hükmü yanlış verilmiş vak’alarda içtihada ihtiyaç olsa da bunu devletin yetkili kurulları, mahkemeleri yapar. Vatandaşın iki dudağına veya yetkisiz devlet görevlilerinin kafalarına göre ahkâm kesmelerine bırakmaz. Hukukî emirlerde mecâz olmaz. Kullanılan emir kipi neyse ona göre hüküm verilir. Kır, vur, at, yak diye verilen emri, hukuk olduğu gibi anlar, tevili olmaz. Aziz Osmanlı atalarımızın bıraktığı metrûkâttan öğrendiklerim bu minvaldedir. Hukukçuların dedikleri elbette doğrudur.
1 Ocak 2018 Pazartesi
BİR KOYUNA SEYYİD OLDUK
Anadolu’da Arap ülkelerinden fazla seyyid var sanki. Osmanlı
devri tarih metinlerinde neredeyse seyyid olmayan yok. Bu şaşırtıcı duruma bir
itiraz da yok. Aslında bolluğun sebebi belli ama herkes bildiğini yutup,
saklıyor. İşte bu belge ve benzeri o kadar çok belge var ki ortada dönüp duran sahtekârlığı
örtbas etmeye imkân yok. Peygamberin torunu olmak, Hz. Hasan ve Hüseyin’in
soyundan gelmek saygıyı hak eder bir durum olsa da imtiyaz kaldırmaz. Bunlar ayrıcalıklı
sınıf. Ne vergi veriyor, ne askere gidiyor, ne de suç işlediklerinde normal
kadı mahkemesinde yargılanıp o iğrenç zindanlara atılıyorlar. Nakibüleşraf tarafından
usulen yargılanıp çoğu kez serbest kalıyorlar. Seyyidlik insanlara belirli
imtiyazlar bahşetmeye başlayınca gayet tabii hilekârlık almış yürümüş. Seyyid ve şerifleri nizama sokmak, zabt u rabt
altına almak için teşkilatlandırılan Nakibüleşraflık müessesesi de işe
yaramamış. Sözde bunlar sahtekârları önleyecekti. Pratikte işe yaramadığını, sahtekârlığı
bizzat Halep nakibüleşraf kaymakamı Birecikli Şeyhoğlu Seyyid Hüseyin’in yapmış
olduğu bu olaydan da anlıyoruz. Rişvan
aşiretinin belli oymaklarının bazılarından altı-yedi yüz kişiye birkaç koyun
mukabili seyyidlik temessükü ve hücceti verip başlarına da yeşil sarığı sarmış.
Aşiretin mensupları da “biz artık seyyid olduk” diyerek ne vergi vermişler, ne
koyunlarını saydırmışlar. Devlete şikâyet gelince bunların seyyidlik
belgelerini alıp İstanbul’a gönderin diye emredilmiş. Kaç tanesi geriye
gelmiştir, iptal edilebilmiştir belli değil.Günümüzde seyyidiz diye geçinenlerin arasında koyun rüşvetiyle seyyid olanların torunları da var mıdır acaba?
115 numaralı Mühimme Defteri’nden:
Maraş ve Hısn-ı Mansur ve Derende [Darende] ve Sivas
kadılarına ve Ayntab naibine hüküm ki;
Sen ki Hısn-ı Mansur kadısı mevlana-yı mezkûrsun. Südde-i
saadetime mektup gönderip kasaba-i Hısn-ı Mansur’da sakin ulema ve suleha ve
sâdât ve eimme ve hutebâ ve yerli ve göçer Rişvân tâifeleri bâ-cem’ihim
meclis-i şer’a varıp göçer Rişvan aşiretinden Cudikanlı ve Bilanlı ve Mülukanlı
ve Dalyanlı oymaklarından altı yedi yüz miktarı reayasından bundan akdem Medine-i
Haleb’de nakibü’l-eşraf kaymakamı olan Birecikli Şeyhoğlu es-Seyyid Hüseyin nâm
kimesne tama’-ı hâmından naşi her birinden birer kaç koyun alıp başlarına
alamet-i hadra ve men’ içün yedlerine temessük ve hüccet vermekle mezburlar biz
seyyid olduk deyü zimmetlerinde olan koyunların saydırmayıp ve rüsumatların
vermeyip, on kese akçe miktarı rüsumatların birkaç seneden beri tenezzül
bulmağla mezbur Şeyhoğlu Seyyid Hüseyin’in verdiği senetler yedlerinden alınıp
tahrip olunmaz ise aharlarına dahi sirayet eder deyü ilhahlarıyla arz etmeğin
siz ki mevlana-yı mumaileyhimsiz sahihü’n-neseb sâdât-ı kiramdan olmayıp
sonradan nakib vekili mezburdan aldıkları hücec ve temessükât ma’rifet-i şer’le
yedlerinden ahz ve der-kise ve memhuren der-i devlet-medârıma irsâl eylemeniz
içün yazılmıştır.
Evahir-i L [Şevval] 1118. [1707 Ocak sonları]Pısısı
Evahir-i L [Şevval] 1118. [1707 Ocak sonları]Pısısı
Pısısı
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)