28 Ocak 2024 Pazar
BALYEMEZ – ALİ KURNA
“Cümleye Yâ Hû”
MÜTEKABİLİYET
25 Ocak 2024 Perşembe
SULTAN AZİZ'İN BEŞİNCİ MURAD'A MEKTUBU
«Bihi.
Evvela Cenâb-ı Allah’a badehu atebe-i şevketlerine sığınırım. Hizmet-i millette mesâi etmiş isem de hoşnûdu hâsıl edemediğimi beyân ve zât-ı şâhânelerinin hoşnûdî-i milleti müstelzim olacak hayırlı işlere muvaffakiyetini temenni ile beraber kendi elimle silahlandırdığım asker beni bu hale getirdiğini tahattur buyurmalarını tavsiyeye ibtidâr ederek mürüvvet ve insaniyet, sıkılmışlara yardım etmek meziyetini gösterdiğinden tenknâ-yı ızdıraptan halâs ile bir mekân-ı mahsus için inâyet-i şehriyârîni ricâ eder (ve Saltanat-ı Âl-i Osman’ı Sultan Mecid Han Hazretlerinin hânedânına tebrîk) eylerim.»
ALLAH'TAN KORKMAYIP KULDAN ÖDÜ PATLAYANLAR
Şeyhülislam Hayrullah Efendi’ye Sultan Aziz’i hal’ ettiren fetvayı verdiği için Şerrullah lakabını takanlar onun V. Murad’ı tahtından indirip II. Abdülhamid’i tahta çıkaran fetvayı da verdiğini görmezden gelirler. II. Abdülhamid’i tahtından indiren fetvayı veren Şeyhülislam Ziyaeddin Efendi’ye, metni kaleme alan Küçük Hamdi Efendi’ye her türlü alçak sıfatları layık görürler. Esaret altındaki Meşihat’ten Şeyhülislam Dürrizade imzasıyla, Atatürk ve Kuvayı Milliyeciler hakkında idam fetvası çıkabilirken, Rifat Börekçi ve Anadolu müftülerinin karşı fetvasıyla bu fetva geçersiz ilan edilebiliyordu. Demek ki fetva politikanın bir ayağı haline gelmişti. Üstelik eski devirlerde de bunun örnekleri var. Hem de çok acı itiraflarla. Dördüncü Mehmed devrinde yaşanan Şeyhülislam Esiri Mehmed Efendi’nin azli böyle acı bir itiraftan sonra gerçekleşmiştir.
Şeyhülislam Mehmed Efendi, velinimeti olan Köprülü Mehmed Paşa’yı kötüleyip, "iyi ki öldü, haksız yere çok masumun kanını dökmüştü" gibi sözlerle ileri geri konuşur. Köprülü Mehmed Paşa’nın oğlu olup 26 yaşında babasının yerine sadrazam yapılan Fazıl Ahmed Paşa, IV: Mehmed’in huzurunda olduğunu umursamadan babasını kötüleyen şeyhülislama dönerek “her kimi katlettiyse senin fetvan ile katletmişti” diye cevap verir. O zamanlar şeyhülislamlara “fetva veren” mânâsına müftü de deniliyordu. Müftü Efendi pervasızca “şerrinden korkardım onun için fetva verdim” deyince Fazıl Ahmed Paşa “Ya Efendi! Allah’tan korkmayıp mahlûktan korkmak ilm-i diyânete layık mıdır” diye sorar. Susup kalan şeyhülislam padişahın hemen yazdığı bir hatt-ı hümâyûn ile azledilip Bursa’ya sürgüne gönderilir.
Tarih-i Raşid’in I. cildinde olayın anlatıldığı bölümün çevriyazısı:
«(Azl-i Şeyhülislam Bursalı Mehmed Efendi ve Tebdîl-i Sadr-ı Rûm bâ-Hatt-ı Hümâyûn)
Vezir-i Azam Hazretleri [Köprülü Mehmed Paşa’nın oğlu Fazıl Ahmed Paşa] Şeyhülislam Bursalı Mehmed Efendi ile bir husûs içün huzûr-ı hümâyûna vardıklarında sevk-i kelâm ile “vezir-i azam müteveffâ Köprülü Mehmed Paşa’nın ahvâli mezkûr olup müfti-i müşârunileyh mevti isabet oldu, zîrâ çok ehl-i ırzın hûn-ı nâmûsunu rîzân ve nâ-hak yere katı çok kan etmişti” dedikte vezir-i azam hazretleri dahi “her kimi katlettiyse senin fetvan ile katletmişti” deyü mukabele eyledi. Müftü Efendi dahi “şerrinden korkardım onun içün fetva verdim” dedikte “Ya Efendi! Allah tealâdan korkmayıp mahlûktan havf etmek ilm-i diyânete layık mıdır” deyü şeyhülislamı iskât ve ilzâm ettiği meşhûd-ı padişah-ı enâm oldukta “sadr-ı fetvâya bir mütedeyyin ve perhîzkâr âdem tedârük eyle” deyü hatt-ı hümâyûn ısdâr buyurulmağın Rûmili Kadıaskeri Sun‘î-zâde es-Seyyid Mehmed Efendi sene-i mezbûre Cumâde′l-âhiresinin on ikinci günü huzûr-ı hümâyûna da‘vet olunup hil‘at-i beyzâ-yi fetvâ ilbâs ve Sadr-ı Rûm′a İstanbul′dan ma‘zûl Minkârî-zâde Yahya Efendi iclâs olundu.»
DÖRDÜNCÜ MUSTAFA'NIN TAYYAR MAHMUD PAŞA'YA DAİR HATT-I HÜMAYUNU
24 Ocak 2024 Çarşamba
NABİ'DEN VAİZE
Eskilerin yobazlığa karşı hiç müsamahası yoktu. Emin olun bugün meydanı boş bulup olur olmaz yerde ahkam kesip, milleti zıvanadan çıkaranların o devirlerdeki izdüşümlerine, sazla, sözle, şiirle, fıkrayla ve çoğunlukla devletin demir yumruğuyla, buldukları her yerde kafa göz demeden giydiriyorlardı.
Buyurunuz Urfalı Nabi'den berceste bir beyit.
«Vaiz bizi tahvif ile teşvişe düşürme»«Sen mahkeme-i rûz-ı cezâdan mı gelirsin»
KÂNÎ DİVANINDA İSTANBUL TASVİRİ
Tokatlı Ebubekir Kânî Efendi bence çok çok zeki bir şairdir. Bilmeyenler için söyleyeyim; hani aşık olduğu Romen kızı "madem aşıksın bana, sen de gel Hıristiyanlığa" deyince "hoop orada dur bakalım, kırk yıllık Kânî olur mu Yani" diyen ve bu deyişiyle dilimize yerleşen Kânî Efendi'dir sözünü ettiğim. Hakkında daha fazla malumatı web ortamında rahatlıkla bulursunuz. Hatta MEB sayfasında Kânî Divanı bile var. İşte o divanda bir İstanbul bahsi var ki günümüzde bol bol karikatürleştirilen "Seni yenecem ulan İstanbul" mottosunun yolunu çok eskiden yapmış. Köprülü Asım Bey kitapları arasındaki divandan ilgili sayfa görüntüsüyle yeni yazılı halini veriyorum.
Anlaşılmayan birkaç kelime için Kubbealtı lügatine müracaat edebilirsiniz. Muhtemelen lügate bakılmayacağı için yanlış anlaşılacak bir mevzuyu ben açıklayayım. Gündemde de olduğundan şiirde dikkatinizi çekebilecek kira meselesi ev kirası değildir. O devirlerde yolculuk için tutulan arabalara kira arabası, sürücü ve işleticilerine de kiracı denilirdi. Bunların şehirlerde yattıkları hanlar da genel olarak "kiracı hanı" adıyla anılırlardı.
Gitmek ister gönül İstanbul’a/İsteğin belki o yerlerde bula
İşitenler kimi tahsin etti/Kimisi hande-i şîrin etti
Dedi bazıları ey divâne/Gerçi ırgat da varır divana
Lîk adı yine onun ırgat/Onda yoktur ona cây-ı mutad
Sen gibi bî-ser ü pâya ne gerek/Vara İstanbul’a zahmet çekerek
Kudretin var mı kira tutmağiçün/Ya kiracıları avutmağiçün
Sen gibi yüz bini var her yolda/Kim sorar hiç seni İstanbul’da
Gel otur bunda işin Hak düzetir/Geçinirsin hem ağalar gözetir
Geldi bu söz bana gayet ağır/Lîk o yanşak olup ben sağır
Dedim ey merd-i sütûde güftâr/Bahrde hâr u hasın da yeri var
Hasılı fesh-i azimet olmaz/Badezin bunda ikamet olmaz
Bir zamanda gezelim dünyayı/Alalım ibret-i mâfihâyı
Görelim Hazret-i Mevlâ neyler/Umarım akıbetin hayr eyler
İŞGAL ALTINDAKİ İSTANBUL'UN SİNEMALARI
Mayıs 1921'de İstanbul işgalin en azgın döneminde ama sinema salonları da birbiri ardına açılmakta. Kapasiteleri ve semtleri ile sinemaların o zamanki listesi.
ŞİŞLİ CAMİİ’NİN YERİNDEKİ ÇAMUR DERYASI
Ressam Giovanni Jean Brindesi ve "Pazar Kayığı"
YAZMALARDA KARŞIMIZA ÇIKAN DOĞUM KAYITLARI
Yazma bir kitabı karıştırırken sayıları az da olsa bazı ana-babaların çocuklarının doğum tarihlerini kaydettiklerini görüyorum. Bu eski Türk geleneği bu akşam karıştırdığım dijital yazmada da karşıma çıktı. Yalnız bu ana-babaların tuttukları kayıtları görünce dayanamayıp hüzünleniyorum. İsimleri meçhul ebeveyni kimdi acaba? Dört yıl içinde peş peşe doğan Fatma Kadın, Mehmed Sadık Çelebi ve Abdurrahman adlı çocukları için ne güzel dualar etmişler. Duaları kabul oldu mu? Ömürleri uzun, âlim, salih ve saliha olabildiler mi? Kim bilir? Ne hayatlar yaşandı geçti, bizlerin hayatları da geçip gidiyor işte…
(Ay adlarının kısaltmaları biraz çalakalem olmuş. Cumade’l-Ula’nın kısaltması Ca., Zilkade’nin Za. olmalıyken C. , Z. yazıp geçmişler. Böyle yazıldığına daha önce de rastladım. Divan ve Babıâli kâtiplerinin kuralları halk arasında pek dikkate alınmıyor.)
METİN:
Hâlâ bin yüz elli dört senesi mâh-ı Cumade’l-Ûlâ’nın yirminci Çarşamba günü saat üçte iken kızımız Fatma Kadın dünyaya kadem bastı. Allahü azimüşşan hazretleri tûl ömür ile muammer eyleyip aʻmâl-i saliha ile âmil eyleye. Âmin. Fî 20 C. Sene 1154 [3 Ağustos 1741]
Ve bin yüz elli altı senesi mâh-ı Muharremü’l-Haram’ın yirminci gecesi mübarek Cumartesi gecesi saat üçte iken oğlumuz Mehmed Sadık Çelebi dünyaya kadem basmıştır. Allahü tebareke ve teâlâ hazretleri ömr-i tavîl ile muammer eyleyip âlim ve sâlih kullarından eyleye. Âmin. Fî 20 M. Sene 1156 [16 Mart 1743]
Ve bin yüz elli yedi senesi mâh-ı Zilka’de’nin yirmi yedi Perşembe gecesi saat bir dakika 15’te oğlumuz Abdurrahman dünyaya kadem basmıştır. Allahü tebareke ve teâlâ hazretleri ömr-i tavîl ile muammer eyleyip âlim ve sâlih kullarından eyleye. Âmin, bi-hürmetihi Seyyidi’l-Mürselîn. Fî 27 Z. Sene 1156 [1 Ocak 1745]
PADİŞAHLARIN YAZMA ESERLERDEKİ HATLARI
Bazen okuduğum, gözden geçirdiğim yazmalarda sultanların padişahlık veya şehzadelik zamanlarında okudukları kitaplara düştükleri notları görüyorum. Bu notların sağında solunda padişah yazısı olduğuna dair bir imza veya açıklama olmadığı için unutulup gitmelerini istemedim. Şimdilik bunlardan 4 tanesini sizlerle paylaşıyorum.
İlk önce Vakanüvis Ahmed Asım Efendi’nin “Asım Tarihi” adıyla bilinen eserinin yazma nüshasına Sultan II. Mahmud’un yaptığı tashihi göstereyim. Asım Efendi günümüzde İÜ. Nadir Eserler Kütüphanesi 6018 numarada kayıtlı müellif nüshasını II. Mahmud’a sunmuş ve karşılığında hatırı sayılır bir caize almıştır. II. Mahmud bu kitabı dikkatle okumuş olmalı ki son sayfasında III. Selim’in sadrazamı Yusuf Ziya Paşa’dan sonra Yeniçeri Ağası İbrahim Hilmi Paşa’nın sadarete getirildiğini yazdığı satırın yanına yanlışı tashih ederek “Kapudan-ı Derya İsmail Paşa makam-ı sadarete mevsul oldu” cümlesiyle doğrusunu yazmıştır. (1. ve 2. foto)
Topkapı Sarayı Kütüphanesi Revan 1303 numarada kayıtlı “Yemişçi Hasan Paşa’nın Telhisleri” kitabı en ilginç olanıdır. II. Süleyman bu kitabı resmen karalama defteri gibi kullanmış, belki şehzadeliğinde okuması için verilen bu kitabın birçok sayfasını karalamıştır. Çok bozuk, kötü bir yazıyla “Sultan Süleyman’ın kitabıdır, Sultan Süleyman Han b. İbrahim Han” ibarelerini yazmayı da ihmal etmemiştir. (4. ve 5. Foto),
2 Ocak 2024 Salı
İSTANBUL KÜTÜPHANELERİNİN DURUMU (1900)
İstanbul kütüphanelerinin durumuna dair Fetva Emini Nuri Efendi mühürlü, 20 Kasım 1900 tarihli bir değerlendirme notu. İstanbul'da büyük tahribata yol açan 1894 depreminin yaraları henüz sarılamamış, bazı kütüphaneler depremzede olduğu için, bazıları da mücbir sebeplerle mühürlenip kapatılmış. Her tarafta en çok görülen şey toz, toz, toz. Oturacak doğru dürüst yerleri yok. Nuri Efendi'nin dilinden ıstırabını okuyalım.
«Kütüphanelerimiz pek şâyân-ı esef bir haldedir. Bazıları hareketzede olduğu için bazı diğerleri de kapıları temhir olunarak seddedilmiştir. Açık bulunanlarının bir kere içerilerine girildimi tozdan topraktan döşemelerinin fersudeliğinden oturacak bir yer bulmak müşkildir. Bir kitap getirtilip ele alındı mı teessürler içinde kalınır. Zira cildinin fersudeliğinden o köhneliğe inzimam eden birkaç parmak sihanındaki tozdan kitabın rengi kalmadığı gibi hemen hemen dağılacak zannolunur. O kitaplar ki bugün milyonlar sarf edilse Hüdânekerde zayi olduğu takdirde elde edilmek kabil değildir. Çünkü ekserinin nüshası kalmamıştır. Kütüphanecilerin ise ekserisinin maaşları hilâf-ı marzî-i hazret-i padişâhî olarak pek cüz’idir. Hatta Şehid Ali Paşa kütüphanecisinin maaşı yüz para, Köprülü Kütüphanecilerinin ki 30 kuruş maaş aldıkları mesmu‘-ı hakîr olmuştur.
Fî 27 Receb-i Şerif 1318 [20 Kasım 1918]
[Mühür-Eminü'l-Fetva]