28 Ocak 2024 Pazar

MÜTEKABİLİYET

 

İmparator III. Napolyon’un süslü-püslü, beyaz boyalı bir arabası varmış. Paris halkı nezdinde bu araba korku ve telâş kaynağıymış. Görür görmez kaçışırlar, göz önünden kaybolmaya çalışırlarmış. O sıralarda Fransa’nın İstanbul sefiri de padişahların saltanat kayığına benzer bir kayık yaptırmış, debdebeyle gezip Boğaziçi’nin keyfini çıkarırmış. Sultanımız gıcık olsa da bizim Hariciye, Fransız sefirini o sevdadan vazgeçirmenin yolunu bulamamış. İstanbul sefirinin Boğaziçi’ndeki macerası Paris’te Osmanlı sefiri olarak bulunan Ahmed Vefik Paşa’nın kulağına gitmiş. Hemen Napolyon’un arabasının rengine kadar aynısından yaptırmış. Olur olmaz yerde her gün arabasına atlayıp Paris’i turlar, Vefik Paşa’nın arabasını görüp III. Napolyon geçiyor zanneden Parisliler perişan olurlarmış. Sonunda Fransa Hariciyesi arabanın değiştirilmesini rica eder. Vefik Paşa bu ricayı beklemektedir. “İstanbul’daki sefirinizin kayığı ortadan kalkarsa benim arabam da ortadan kalkar” cevabını verir. İstanbul’a anında emir uçurulur ve taklit saltanat kayığı gözden kaybedilir. Vefik Paşa da arabasını siyaha boyatarak kullanmaya devam eder.
Şu kısacık hikâyenin ardında dağ gibi bir kaide durmaktadır ki diplomaside buna “mütekabiliyet kaidesi” denilir. Karşılık verme, karşılıklılık anlamına gelen “mütekabiliyet kuralı” aslında bir ülkenin bağımsızlığı ve egemenliği ile o kadar iç içedir ki mütekabiliyetten verilen her taviz egemenlik hakkından verilen tavizden başka bir şey değildir.
Günümüzde Türk Milleti’nin sığınağı, dayanağı, istinatgâhı olması gereken Türkiye Cumhuriyeti Devleti özellikle iki konuda mütekabiliyet kuralını kendi milleti aleyhine işletmektedir. Türklerin aleyhine ve cansipârâne bir şekilde yabancıların her türlü çıkarını korumak adına turist vizesi ile yabancıların emlak sahibi olmaları hususunda kendi milletini kurda kuşa yem eden bir hükümet vardır. Ülkemizin turist dövizine, çarığı sağlam Arap zenginlerin parasına ihtiyacı var denilerek bunlara her türlü kolaylığı sağlarken mütekabiliyet ilkesini hiç umursamamaktadır.
Bu sayede Türkler, süresi geçmiş pasaportlarla bile Türkiye’ye elini kolunu sallayarak girenlerin ülkelerine giriş vizesi alamamakta, konsolosluk kapılarında her türlü aşağılanmaya maruz bırakılırken, vize alınsın alınmasın harç ödemeye mecbur tutularak resmen soydurulmaktadır. Elin ecnebisine kaptırılan olağanüstü vize ücretleriyle adamlar kendi büyükelçiliklerinin masraflarını çıkardıkları gibi tüm diplomatik temsilciliklerinin finansmanını da bize yüklemeye uğraşmaktadır. Ülkemizin toprakları asla ve asla yabancıya satılmamalıyken sattığımız yetmiyormuş gibi bir de ne idüğü belirsiz insanları bu sayede vatandaş yapıp, oy kullandırarak ülkemizin kaderinde söz sahibi kılmak da hiçbir zaman kabul edilir bir politika değildir.
Osmanlılar 19. asırda uluslararası arenada güçten düştükleri zaman dilimlerinde bile mütekabiliyet ilkesinin çiğnenmesine izin vermeye asla yanaşmadılar. Düyun-ı Umumiye eliyle tahsil edilen borçların toplamı Osmanlının bir yıllık gelirinin on katı olduğu zamanlarda bile bu kuralı çiğnetmemek için ellerinden geleni ortaya koydular. Mütekabiliyeti ortadan kaldırarak topraklarını Avrupalılara satmamak için büyük direnç gösterdiler. Şimdiki kuru kuruya Osmanlıyla öğünüp duran Neo-Osmanistler işin bir de bu tarafını dikkate alırlar mı! Elbette duymak, bilmek dahi istemezler. Yazıklar olsun!

Hiç yorum yok: