30 Ocak 2014 Perşembe

MEŞRUTİYET’İN İLANINI SAĞLAYAN TELGRAF

Sinan ÇULUK

İttihad ve Terakki Cemiyeti, 23 Temmuz 1908 günü Manastır’dan çektikleri bu telgraf ile Sultan İkinci Abdülhamid’i askıda olan Kanun-ı Esasi’nin (Anayasa) uygulanması ve kapalı bulunan Meclis-i Mebusan’ın (Parlamento) açılması için tehdit ettiler ve istediklerine kavuştular.

Telgraf Metni:

Atebe-i Felek-Mertebe-i Cenab-ı Padişahi’ye

İradat-ı seniyye-i müstakarralarıyla tebe’a ve zîr-i destanlarına bahş ve ihsan buyurulan Kanun-ı Esasi’nin tatbikat-ı fiiliyyesine müsaade ve icab-ı halin irade buyurulması suretiyle sadakat ve ubudiyyetimizin halelden vikayesini istirham ve Pazar gününe kadar Meclis-i Mebusan’ın küşadına dair ferman-ı hümayunları ısdar

buyurulmadığı halde rıza-yı şehriyarilerine muhalif ahvalin vuku’ı derkâr olup Manastır Vilayeti dahilinde el-yevm bulunan memurin-i mülkiye erkan ve ümera ve zabitan-ı askeriye ve efrad-ı şahaneleriyle ulema ve meşayıh ve’l-hasıl kibar u sıgar edyan-ı muhtelife mensubîninin bilâ-istisna vahdaniyyet-i Huda’ya karşı ahd u misak-ı umumi altında bulunduğunu arz eyleriz ferman. Fî 10 Temmuz sene [1]324 [23 Temmuz 1908 Perşembe]

Osmanlı Terakki ve İttihad Cemiyeti Manastır Merkezi


11 Ocak 2014 Cumartesi

KELLE-KULAK MESELESİ



Sinan ÇULUK

Eski devirlerde geçerli olan savaş adetleri günümüzün bakış açısıyla çok vahşidir. Bazen filmlerde görürüz, kral, düşmanının kafatasından yaptırdığı kadeh ile içkisini içmektedir. Belki de kızılderililerin kafa derisi yüzmeleri de bununla alakalıdır. Bu hissiyatı bugün algılayabilmek bile zor. Bunun gibi o zamanlar savaş meydanlarında ölülerin kafa, dil ve kulak gibi bazı uzuvları da kesilir, ordugaha getiren askerlere bundan dolayı mükafat verilirdi. Ayrıca merkezi ordunun seferde olmadığı zamanlarda, isyancıların peşine takılan küçük birliklerin mensupları da öldürdükleri isyancıların bu gibi uzuvlarını merkeze gönderirlerdi. Osmanlının klasik çağlarında bu anlayış diğer milletlerde de mevcuttu. Onlar da aynısını yaparlardı. 

Taşrada idam edilen yüksek rütbeli görevliler veya isyancıların kafaları, yolda bozulmalarının önüne geçmek için bal dolu kıl torbalara konularak merkeze gönderilirdi.İstanbul’da Topkapı Sarayı’nın dışında “ibret taşı” adı verilen taşlarda bu kesik kafa, kulak, dil gibi uzuvlar halkın seyredip ibret alması için teşhir edilirdi. İdam edilen rical-i devletin de kesik kafaları burada teşhir edilir, diğerlerinden farklı olarak idamına neyin sebep olduğuna dair hususların yazıldığı “yafta” da kesik kafaların önüne konulurdu.

Bazı belgelerde ve kroniklerde yakalanan “dil”lerin konuşturulmak üzere ordugaha veya merkeze gönderildiklerinden bahsedilir. Gerçekten de konuşturulmak üzere yakalanan esirlere “dil” adı verilmektedir.  Buradan yola çıkılarak belgelerde geçen bu kulakların da ele geçirilen esirlerden bazılarının dinlenmek üzere gönderilmelerini kastettiği iddia edilmektedir. Görüntüsünü verdiğimiz belgede ise bunun tam aksine “galtide-i meydan-ı mezellet” de yani zillet meydanında yuvarlanmak üzere 500 kelle ve 1000 kulak gönderildiği söylenmektedir ki bu iddiayı boşa çıkarır. Hatta bazı belgelerde de görülmüştür ki savaş meydanından toplanan “kafir şapkaları” bile İstanbul’a gönderilmektedir. 

Aşağıdaki  belgeyi İstanbul’daki kapıkethüdasına gönderen Sakız Mutasarrıfı Vahid Paşa’dır. Sicill-i Osmani yazarı Mehmed Süreyya Bey, Kilis Nusayrilerinden olduğunu kaydeder. Öyle olmalı ki ilk görevi Zecriye Muhassıllığıdır. Alkollü içkilerden alınan vergileri toplayan idare olan Zecriye Muhassıllığı idareci ve çalışanlarının yeni ihtida etmiş olanlardan veya İslam dışı sayılan bazı mezheplerden seçilmelerine dikkat edilirdi. Aslında kitaba, okumaya düşkün bir adam olmalı ki bugün bile faaliyette olan Kütahya Vahid Paşa Kütüphanesi onun eseridir. İsminin yazılışında da Vâhid yerine Vahîd imlasının tercihi, onun kökeni ile izah edilebilir.

1821 Rum İsyanı o bölgeleri kasıp kavurmuş ve Osmanlı Devleti’nin başına büyük dertler açmıştır. Bu sıralarda oradaki isyancılardan ayrı kalmayan Sisam ve Sakız Rumları ada Türkleri üzerinde büyük bir katliam gerçekleştirdiler. Bunun üzerine isyancıların cezalandırılması da gecikmedi. Sürekli olarak Rumlara yönelik Sakız Adası katliamını dillendirenlerin, orada bir gecede katledilen 30 000 Türk’den hiç bahsetmemesi aşağılık bir durumdur. İşte bu belgede zikredilen kafa ve kulaklar o zamanların isyancılarına aittir.

Belge Metni;

Sakız Muhafızı Vahîd Paşa kullarının kapıkethüdasına muharrer şukkasıdır.

İnayetlü, atufetlü, mürüvvet-şiyem karındaşım, sultanım hazretleri

İşbu şehr-i Şabanü’l-Muazzam’ın on dördüncü günü bi’l-ittifak eşkıya taharrisine gidüp on sekizinci günü avdet eden asakir-i İslam’ın tarafımıza getürdükleri beşyüz ve kusur kelle ile bin kadar kulak tatarlarımıza teslimen Dersaadet’e irsal olunmağla lede’l-vusul galtîde-i meydan-ı mezellet olmak üzere Bab-ı Ali’ye ifadeye himmet buyurmaları menut-ı re’y u rü’yetleridir. Fi 19 Ş[aban] sene 1237
[11 Mayıs 1822]


5 Ocak 2014 Pazar

PADİŞAHIN ANASINI RÜŞVET YEMEKLE SUÇLAYAN SADRAZAM

Sadrazam Kıbrıslı Mehmed Emin Paşa Sultan Abdülmecid dönemi sadrazamlarındandır. Bir gün padişahın huzurunda iken gümrük meselelerinden konuşuluyormuş. Sadrazam yeri gelince sözünü sakınmadan “merhume Bezmialem Valide Sultan bundan da rüşvet yemiş” diye padişahın yüzüne karşı söylemiş. Ne beklersiniz; padişahın hemen cellatları çağırıp “alın bunun kellesini” demesini. Oysa ki Osmanlı Devleti gibi 600 yıl süren bir devletin geçirdiği aşamalar vardır ve her devir birbirinin aynı değildir. Osmanlının son dönemlerinde padişahlar iktidarı devlet adamları ile paylaşmak zorunda kalmışlardı. Böyle olunca da sadrazam, padişahın yüzüne karşı, annesini rüşvet yemekle itham edebiliyordu. O anda sesini bile çıkaramayan padişahın dili, hareme gelince çözülmüş, orada başına gelenleri dillendirmiş ve ancak ertesi günü sadrazamı görevinden azledebilmişti. Ne var ki yerine getirdiği Rüşdi Paşa’dan da memnun olmayacak ve beş ay sonra Kıbrıslı Mehmed Emin Paşa’yı yeniden sadarete getirebilecekti. Üstelik annesini rüşvetle suçlayan sadrazam hakkında hiçbir hukuki işlemde de bulunmamıştır.

Kıbrıslı Mehmed Emin Paşa’nın esaslı bir biyografisi için bkz.

İbnül Emin Mahmud Kemal İnal, Son Sadrazamlar, c.I s. 83-100.



Bu vaka Cevdet Paşa’nın Maruzat adlı eserinin 17. Sayfasında anlatılır.

3 Ocak 2014 Cuma

SARAYLI FATMA HATUN’UN VASİYETNAMESİ

Sinan ÇULUK

Saraylı Fatma Hatun, sağlığında azad ettiği cariyesi Bahtiyar’a üç-beş parça eşyasını ölümünden sonrası için vasiyet ediyor. Saraylı bir hatunun listede gösterildiği gibi yorgan yastık nevinden köhne ev eşyalarını bile vasiyetname düzenleyerek bırakması ilginç gelebilir. O yılların anlayışı öyleydi. Nadir ve örnek bir belge olarak takdim edilir…

Belge Metni:

Vasiyetnâmemdir ki câriyem Bahtiyar’a teberru’ eylediğim eşyalar beyan olunur.

Köhne Yastık adet 5
Köhne Minder adet 2
Köhne Şilte adet 2
Köhne Mak’ad-ı Çuha adet 2
Köhne Yorgan adet 3
Köhne Baş yastığı adet 3
Abdest leğeni adet 1
El leğeni Adet 1
Güğüm Adet 1
Tencere Adet 2
Sahan maa kapak Adet 4 4
Köhne entari Adet 2
Köhne çamaşır Adet 1

Mezkûr Bahtiyar câriyem azadlı olup bu zikr olunan eşyâları ve evim içinde hasıra varıncaya kadar cümlesini câriyem Bahtiyar’a hâl-i hayâtımda ve kemâl-i sıhhatimde teberru’ ve hîbe-i şer’iyye ile hîbe ettim. Bi-emrillahi teâlâ “Küll-i nefsin zâikatü’l-mevt” mazmûnunca va’dem temâm olup vefât edersem bir kimesne rencîde etmesin her kim rencîde ederse yevm-i kıyâmette iki elim yakasındadır. Bu vasiyyetnâmeme amel ve itibâr oluna. 29 Ra. 1194 [4 Nisan 1780]

Bende
Fatıma
Hatun
Saraylı