11 Ocak 2014 Cumartesi

KELLE-KULAK MESELESİ



Sinan ÇULUK

Eski devirlerde geçerli olan savaş adetleri günümüzün bakış açısıyla çok vahşidir. Bazen filmlerde görürüz, kral, düşmanının kafatasından yaptırdığı kadeh ile içkisini içmektedir. Belki de kızılderililerin kafa derisi yüzmeleri de bununla alakalıdır. Bu hissiyatı bugün algılayabilmek bile zor. Bunun gibi o zamanlar savaş meydanlarında ölülerin kafa, dil ve kulak gibi bazı uzuvları da kesilir, ordugaha getiren askerlere bundan dolayı mükafat verilirdi. Ayrıca merkezi ordunun seferde olmadığı zamanlarda, isyancıların peşine takılan küçük birliklerin mensupları da öldürdükleri isyancıların bu gibi uzuvlarını merkeze gönderirlerdi. Osmanlının klasik çağlarında bu anlayış diğer milletlerde de mevcuttu. Onlar da aynısını yaparlardı. 

Taşrada idam edilen yüksek rütbeli görevliler veya isyancıların kafaları, yolda bozulmalarının önüne geçmek için bal dolu kıl torbalara konularak merkeze gönderilirdi.İstanbul’da Topkapı Sarayı’nın dışında “ibret taşı” adı verilen taşlarda bu kesik kafa, kulak, dil gibi uzuvlar halkın seyredip ibret alması için teşhir edilirdi. İdam edilen rical-i devletin de kesik kafaları burada teşhir edilir, diğerlerinden farklı olarak idamına neyin sebep olduğuna dair hususların yazıldığı “yafta” da kesik kafaların önüne konulurdu.

Bazı belgelerde ve kroniklerde yakalanan “dil”lerin konuşturulmak üzere ordugaha veya merkeze gönderildiklerinden bahsedilir. Gerçekten de konuşturulmak üzere yakalanan esirlere “dil” adı verilmektedir.  Buradan yola çıkılarak belgelerde geçen bu kulakların da ele geçirilen esirlerden bazılarının dinlenmek üzere gönderilmelerini kastettiği iddia edilmektedir. Görüntüsünü verdiğimiz belgede ise bunun tam aksine “galtide-i meydan-ı mezellet” de yani zillet meydanında yuvarlanmak üzere 500 kelle ve 1000 kulak gönderildiği söylenmektedir ki bu iddiayı boşa çıkarır. Hatta bazı belgelerde de görülmüştür ki savaş meydanından toplanan “kafir şapkaları” bile İstanbul’a gönderilmektedir. 

Aşağıdaki  belgeyi İstanbul’daki kapıkethüdasına gönderen Sakız Mutasarrıfı Vahid Paşa’dır. Sicill-i Osmani yazarı Mehmed Süreyya Bey, Kilis Nusayrilerinden olduğunu kaydeder. Öyle olmalı ki ilk görevi Zecriye Muhassıllığıdır. Alkollü içkilerden alınan vergileri toplayan idare olan Zecriye Muhassıllığı idareci ve çalışanlarının yeni ihtida etmiş olanlardan veya İslam dışı sayılan bazı mezheplerden seçilmelerine dikkat edilirdi. Aslında kitaba, okumaya düşkün bir adam olmalı ki bugün bile faaliyette olan Kütahya Vahid Paşa Kütüphanesi onun eseridir. İsminin yazılışında da Vâhid yerine Vahîd imlasının tercihi, onun kökeni ile izah edilebilir.

1821 Rum İsyanı o bölgeleri kasıp kavurmuş ve Osmanlı Devleti’nin başına büyük dertler açmıştır. Bu sıralarda oradaki isyancılardan ayrı kalmayan Sisam ve Sakız Rumları ada Türkleri üzerinde büyük bir katliam gerçekleştirdiler. Bunun üzerine isyancıların cezalandırılması da gecikmedi. Sürekli olarak Rumlara yönelik Sakız Adası katliamını dillendirenlerin, orada bir gecede katledilen 30 000 Türk’den hiç bahsetmemesi aşağılık bir durumdur. İşte bu belgede zikredilen kafa ve kulaklar o zamanların isyancılarına aittir.

Belge Metni;

Sakız Muhafızı Vahîd Paşa kullarının kapıkethüdasına muharrer şukkasıdır.

İnayetlü, atufetlü, mürüvvet-şiyem karındaşım, sultanım hazretleri

İşbu şehr-i Şabanü’l-Muazzam’ın on dördüncü günü bi’l-ittifak eşkıya taharrisine gidüp on sekizinci günü avdet eden asakir-i İslam’ın tarafımıza getürdükleri beşyüz ve kusur kelle ile bin kadar kulak tatarlarımıza teslimen Dersaadet’e irsal olunmağla lede’l-vusul galtîde-i meydan-ı mezellet olmak üzere Bab-ı Ali’ye ifadeye himmet buyurmaları menut-ı re’y u rü’yetleridir. Fi 19 Ş[aban] sene 1237
[11 Mayıs 1822]


Hiç yorum yok: