6 Ocak 2018 Cumartesi

HUKUK DİLİ

Osmanlı Arşivi’nde göreve ilk başladığım grupta Sadaret (Başbakanlık) evrakını tasnif ediyorduk. O zamana kadar varlığından haberdar olmadığım “Meclis-i Vala İstintakları” ile o grupta tanıştım. Bunlar bildiğiniz sorgu tutanaklarıydı. Tanzimat sonrası mahalli mahkemeler karar verdikleri dosyaları İstanbul’da bir anlamda istinâfen incelenmesi için Meclis-i Vala’ya gönderir, oradaki incelemenin ardından mahalli mahkemenin kararı kabul edildikten veya bozulduktan sonra, hükmün infazı veya mahkemenin yeniden görülmesi için sadrazam buyruldusuyla mahalline iade edilirdi. Bu Meclis-i Vala daha sonra Divan-ı Ahkâm-ı Adliye ve Şura-yı Devlet olarak ikiye ayrılacak, Divan-ı Ahkâm daha sonra Adliye Nezareti’ne, Şura-yı Devlet de günümüzün Danıştay’ına dönüşecektir. Bahsettiğim belgeler böylesine eski ve önemli bir kurumun belgeleridir. Mahallinden gelen dosyalar bazen ekleriyle birlikte yüzlere varan sayılarda olur, belgeler torbalarda yıllarca tozun toprağın içinde kaldığından ve katlanıp açılmaları zor olduğundan bunların tasnifi kâbusumuz olurdu. Ben yine de en çok bu belgeleri, bilhassa istintaknâmeleri severdim. Gerek maznunların, gerekse mağdurların ifadeleri birebir kayıtlı olduğundan yerel ağızları, kelimeleri okumak, öğrenmek büyük keyif verirdi. O devrin yaşanmış olaylarını bir teyp kaydını dinlermiş gibi belki de video filmi izlermiş gibi gözümün önünde canlandırabilmek çok farklı yönlerden öğretici oluyordu. 

Hukuk devleti kimliğini pekiştirmek, Tanzimat’la gelen sistemi oturtabilmek için Osmanlı hukukçularının mahkeme sürecine çok önem verdikleri, özene bezene yazdıkları, ebru kaplarla süsledikleri bu metinlerden de belliydi. İstintaknâmelerin en şaşırtıcı yanı “hukuk dilinde ayıp olmadığını” öğrenmem olmuştur. Mağdur veya mağdureler, başlarına gelenleri anlatırken en ayıp sayılan kelime ve fiilleri olduğu gibi söylemişler, kâtipler de olduğu gibi yazmışlar. Çünkü hukuk kesinlik ister, yaklaşık, tahmini ifadelerle hüküm olmaz. Varsayımlarla hareket edilmez. Olan biten neyse tüm yalınlığıyla, çıplaklığıyla anlayıp, ölçülüp tartılıp ona göre hüküm verilir. Buna mukabil hukuki metinler de mugâlataya, yoruma, tahmine meydan vermeden, ucu açık müphemlikler barındırmadan hazırlanır. Önceden karşılaşılmamış, karşılaşılsa da hükmü yanlış verilmiş vak’alarda içtihada ihtiyaç olsa da bunu devletin yetkili kurulları, mahkemeleri yapar. Vatandaşın iki dudağına veya yetkisiz devlet görevlilerinin kafalarına göre ahkâm kesmelerine bırakmaz. Hukukî emirlerde mecâz olmaz. Kullanılan emir kipi neyse ona göre hüküm verilir. Kır, vur, at, yak diye verilen emri, hukuk olduğu gibi anlar, tevili olmaz. Aziz Osmanlı atalarımızın bıraktığı metrûkâttan öğrendiklerim bu minvaldedir. Hukukçuların dedikleri elbette doğrudur.

Hiç yorum yok: