Lozan Antlaşması
gereğince Türkiye ve Yunanistan arasında “Nüfus Mübadelesi” yapılmıştı. 1924
yılında gerçekleşen bu mübadelenin şimdiye kadar hiç bilmediğim bir boyutuna
rastladım. Mübadeleyi anlatırken, Selanik Dönmeleri üzerine de orijinal olaylar
ve isimlerden bahsediyor. Bizzat Selanik’in yerli Türk eşrafından birinin
gözlemlerinden ibaret, birinci elden malumat içeren bu satırları, yorumsuz
olarak sizlere sunuyorum. (Metnin dijital görüntülerinden takip edebilmeniz
için sayfa numaralarını köşeli parantezde belirttim.)
METİN:
RUMİLİ MUHACERETİ
SELANİK’TEKİ TÜRK
MÜSLÜMAN KARDAŞLARIMIZIN AHVALİ
Yeni gelen Rumili
muhacirlerinden bir zat, idarehanemizi ziyaret etti. Bu zat, Selanik eşrafından
ve Müftüzadelerden Mehmed Mustafa Efendi namında bir gençtir. Oradaki Müslüman
muhacirler hakkında bize uzun uzadıya malumat verdi. Bu malumatı hulasaten enzar-ı
kariine [okuyucuların nazarına] arz etmeyi faideli addettik. Mumaileyh diyor
ki:
-Bugün Selanik şehri
bir mahşer gibidir. Her taraftan, şehirlerden, kasabalardan, köylerden akın
akın muhacir kafileleri gelmektedir. Selanik’te vapur bekleyen yüz binlerce
Müslüman vardır. Hanlar, oteller dolduktan sonra zavallı Müslümanlar cami
avlularında, sokaklarda, yağmura, çamura karşı hasır çatarak sefil bir halde
bulunmaktadırlar. Yunanlılar biçarelerin avuçlarında bir şey bırakmamışlar. Beş
on kuruşunu muhafaza edebilenler de buraya gelmeden paralarını tüketeceklerdir.
Vesait-i nakliye [nakliye vasıtaları] çok noksandır. Haftada birkaç vapurla yüz
binlerce halk nasıl naklolunabilir? Hilal-i Ahmer [Kızılay] yardım ediyor.
Biraz çorba ile mısır ekmeği veriyor. Fakat asıl yapılacak yardım, bir an evvel
bu kafileleri Türkiye’ye [1] sevk edebilmektir. Bunun için çok sürat göstermek
lazımdır. Üzerlerinde ne sağlam bir giyecekleri, örtüleri vardır; ne de
tedarikine kudret-i maliyeleri müsaittir.
Köylerinden ayrılırken
Yunanlılardan görmedik zulm ü cefa, yollarda çekmedikleri mihnet ü meşakkat
kalmıyor. Geldikten sonra da Selanik’te layıkıyla mazhar-ı muavenet ve himaye
olamıyorlar. Araya giren bir takım menfaatperestler bu zavallıların sırtından
bir şey çıkarmaya çalışıyorlar. Selanik’deki Dönmeler evlerinde rahat rahat oturdukları
halde yine bu zavallı Türk köylülerinin meyanına idhal ederek Hilal-i Ahmer’den
müntefi’ olmak istiyorlar ve oluyorlar.
Bu yüzden Dönmelerle
Türkler arasında Selanik’te çok büyük münakaşalar oldu. Selanik’deki Türkler,
Hilal-i Ahmer şubesi reisi Doktor Faik Bey ırkdaşlarından olması hasebiyle
onlara daha fazla teshilat ve muavenet gösterdiğine kaildirler. Filhakika bazı
şeyler vardır ki Türklerin bi-hakkın infialini mucib olmuştur. Mesela tevziatta
Türklerle Dönmeler arasından müsavata riayet edilmiyor. Dönmelere tahsis olunan
fırın beyaz ekmek tevzi’ ediyor. Türk köylülerine ise mısır ekmeği veriliyor.
[2]
Tahtakale’de Dönme
kasaplarından Küçük Osman namında birisi vardır. Dönmeler gizli bir vesika ile
oradan et alıyorlar. Türk fukarası ise bu tevziattan mahrum kalıyor. Türk
muhacirleri diyorlar ki:
«Yalıboyu -yani Dönmelerin
sakin oldukları mahalleler- süt kutuları ile doldu, biz ise açlıktan ölüyoruz.»
Sonra Türkler
Dönmelerin Atina’ya bir heyet göndererek «Kendilerinin Türk ve Müslüman
olmadıklarını, binaenaleyh mübadeleye tabi bulunmadıklarını talep etmiş
olduklarından dolayı onlara kalben çok münfail olmuşlardır. Bu heyet (Dilber
Faika) namında bir Dönme kadınının riyasetinde Atina’ya gitmiş, fakat muvaffak
olamamıştır. Yunanlılar bu heyete demiş ki:
-Biz şimdiye kadar
sizin böyle bir davada bulunduğunuzu işitmemiştik. Bittabi şimdi bu talebinizi
tervic edemeyiz.
Dilber Faika, Biryat siyon
[ismin orijinalini bulamadım. Okul ismi gibi ] müdiresidir. Yunan devairinde
[resmi dairelerinde] kimin ne işi varsa bu kadına müracaat eder. Dilber Faika
herkesin işini suhuletle bitirmeye muvaffak olur. Dönmeler de bunun için
Atina’ya gönderdikleri heyet riyasetine bu kadını intihab etmişlerdi. Fakat
nasılsa bu defa muvaffak olamadılar.
Sonra Türklerin
Dönmelere karşı besledikleri infialin diğer bir [3] sebebi de vardır ki çok mühimdir.
Türk hükümeti Selanik’ten çekildikten sonra Dönmeler yavaş yavaş fesleri
çıkarak şapka giymeye, kadınları da çarşafları atmaya başladılar. Gitgide bu
hal umumileşti. Son zamanlarda Dönmelerin erkekleri hemen umumiyetle, kadınları
da ekseriyetle şapka giydiler. Kadınların bir kısmı da şapka değilse de
başlarını ona benzer bir hale koydular. Kollarını, göğüslerini, enselerini
açtılar; yalnız başlarının tepesinde tülden, yahut kumaştan birer parça
muhafaza ettiler. Bu halde kalanlar vakt ü hali o kadar yerinde olmayanlardır.
Fakat Yalıboyu’ndaki Dönme kadınlarının hemen hepsi şapka giydiler. Bunlar
erkeklerle beraber tiyatrolara, sinemalara, barlara gazinolara gidiyorlar.
Selanik’in yerli Türkleri bu ahvalden çok müteessir olmuşlardı.
Vakta ki Tevfik Rüşdü
Bey riyasetindeki Mübadele Komisyonu Ankara’dan hareket ettiği haberi geldi,
bunlar derhal şapkalarını çıkararak fes giymeye başladılar.
Malum ya, bunlar kabile
kabiledir. «Yakubiler, Hamdi Bey Takımı, Hoynozlar, İnce Saçlılar…» gibi
kabilelere münkasimdir [bölünmüştür]. Kendilerinden başkasından kız alıp kız
vermezler, hatta bir kabile halkı diğer kabile ile sıhriyet [akrabalık] tesis
etmez. Osman Dede mürşid-i a’zamlarıdır. Mezhepte ona tabidirler. Osman Dede,
peygamberlik daiyesinde bulunan büyük cedleri Sabetay Lui’nin [Sabatay Sevi]
mezhebini izah ve tafsil etmiştir. Osman Dede’nin yazdığı kitaplar münhasıran
Dönmelerin ellerinde bulunur. Osman Dede’nin kabrini her zaman ziyaret ederler.
[4]
Bunların böyle
Türklerden ayrı ayrı yaşamalarını bazı kendi içlerinden olanlar da hoş
görmüyor. Bu ayrılığı gayrılığı kaldırmaya teşebbüs edenler oluyor. Fakat her
nedense muvaffak olamıyorlar. Feyziye Mektebi muallimelerinden İsmet Hanım
namında bir kadın da bu kabildendir. Bu kadın Dönmedir, fakat Türklere karşı
kalbinde çok muhabbet vardır. Dönmelerin böyle evlenmelerinde, cenazelerinde,
makberlerinde kat’iyen Türklerle ihtilat etmemelerini açıktan açığa tenkid
etmiştir. Bunun üzerine bu kadıncağızı döğerek mektepten azlettiler. Şimdi
dişçilik yapıyor.
Sonra Yadigar-ı Terakki
Mektebi karşısında Bisikletçi İbrahim Efendi namında bir zat vardır. Bu da
Dönme idi. Fakat bilahire onlardan ayrılarak bir Türk hanımıyla evlendi,
tamamiyle Müslümanlık ahkam ve şeairine teb’an yaşamaya başladı. Şimdi bu
İbrahim Efendi pek sağlam bir Müslümandır. Yadigar-ı Terakki Mektebi’ndeki
bisiklet meraklısı olan Dönme çocuklarından bazıları [5] İbrahim Efendi’nin
yanına geldikçe İbrahim Efendi onlara Türklerin mezayazından, artık bu ayrılık
gayrılığın aralarından kalkması lüzumundan bahsedermiş. İbrahim Efendi’yi
dinleye dinleye bu çocuklarda Türklük hisleri uyanmaya başlamış, bir defa
mektepte Dönmelerle Türkler arasındaki ayrılık gayrılığın kalkması lüzumundan
bahsetmişler. Bu heyet-i idareye aksetmiş bunun üzerine heyet-i talimiye
çocukları toplamış. «İçinizde Avrupa’ya gitmek isteyen var mı?» diye sormuşlar.
Çocukların bir çoğu «Avrupa, Avrupa! Hiç istemeyen var mı?» diye bağırmışlar.
Müdür demiş ki:
-Avrupa’ya karşı
gösterilen muhabbet ve meftuniyetinizden memnun olduk. Şu kadar ki hepinizi
göndermek mümkün değildir. Kur’a çekeceğiz. Kime isabet ederse o gidecektir.
Filhakika kur’a
çekmişler. Fakat ne tuhaf tesadüf! Kur’a hep o İbrahim Efendi’nin dükkânına
giden çocuklara isabet etti ve bu çocuklar Avrupa’ya gönderildiler. Ondan sonra
diğerlerinin de İbrahim Efendi ile temas etmesine çok dikkat ettiler.
Hâsılı asırlardan beri
onlar bu halde yaşamışlar ve bu güne kadar bu akidelerini, bu taassuplarını
muhafaza edegelmişlerdir. [6]
Sonra Türkiye’den
Mübadele Heyeti geldikten sonra da bazı şeyler oldu ki bunlar da Türklerin
infialini mucip oldu. Heyet gelince Müslüman ahaliye karşı beyannameler tevzi
olunmaya başladı. Bu beyannamelere gerek müsadere olunan, gerek memleketlerinde
kalan emval-i metrukenin neden ibaret olduğu yazılacaktı. Bu beyannamelerin
tevziinde de bazı dolaplar, fırıldaklar döndü. Muhtelit Komisyon azalığına
tayin olunan Selanik dava vekillerinden Dönme Mustafa Arif Bey’in mahdumu Edip
Arif Bey (Edip Arif Bey, Vatan gazetesinin muhabiri Lütfi Arif Bey’in
biraderidir) yine Dönmelerden Selanik Belediye Reisinin damadı Tahsin Bey
namında iki zat peyda oldu. Bunlar beyanname müteahhidi sıfatıyla ahali ile
heyet arasına girdiler. Bunlar basılan beyannameleri alıyorlar, ahali bunlara
müracaat ediyor. Bunlar Daruleytam’da bir yer açtılar. Herkes oraya geliyor.
Bunlar maiyetine birkaç da katip aldılar. Beyannameleri bunlar dolduruyor,
kendilerine veriyor, bunun mukabilinde Edip Arif ile Tahsin Bey köylünün
kılığına kıyafetine bakarak tutturabildiği kadar bir meblağ isterler. En aşağı
elli altmış Frank alırlar. Yüzden fazla aldıkları da olurdu. Bu paranın üç beş
Frankını kâtiplere verirler. Üst tarafı da müteahhitlerde kalırdı. Yunanlılar
tarafından soyularak gelen zavallı Türk köylüleri bir de «Edip Arif ve Tahsin»
Bey kumpanyası tarafından böyle muameleye maruz kalıyordu. Fakat zavallı
köylüler işin farkında değil. Bu paranın Hilal-i Ahmer’e ait olduğunu
zannederek bunu seve seve veriyorlardı. Bilahire Selanik’in Türk eşrafı bunu
haber alarak Hilal-i Ahmer reisi Mahir Bey’e müracaat ettiler, bu paranın
Hilal-i Ahmer Sandığı’na yatırılıp yatırılmadığını sordular. Haberi olmadığını
söyledi. Türkler üç kişiden mürekkep bir heyette Atina’ya Tevfik Rüşdü Bey’e
gönderdiler. Bu meselenin şuyu’u bütün Türkleri son derece müteessir etti,
infiallerini tezyid etti. Hayli gürültüler oldu. Matbuata kadar intikal etti.
Gazeteler her şeyi açıktan açığa yazdılar. Bunun üzerine Edip Arif ile Tahsin
ortadan kayboldular. Lakin topladıkları binlerce Frank ceplerinde kaldı. Her
halde beyanname müteahhidi Edip Arif Bey’in biraderi Lütfi Arif Bey kardaşının
yaptığı bu işleri gazetesine yazmıştır, zannederim.
Ondan sonra
beyannameler meccanen tevzia başlandı. Şimdi köyler heyet-i ihtiyariyesi davet
olunarak kaç hane ise o kadar beyanname kendilerine veriliyor. Onlar da
doldurarak iade ediyorlar. Bunun mukabilinde hiçbir ücret alınmıyor. Allah razı
olsun, Tevfik Rüşdü Bey bu hususta Müslümanları çok himaye ediyor.
İşte bu sebeplerden
dolayı Dönmelerle Türkler arasında hayli münakaşalar, hayli gürültüler oldu.
Muhtelit Komisyon azasından Mösyö Henç bu münakaşâta nihayet verilmesi hakkında
bir beyanname neşretti. Bu meselelerde hep Mustafa Arif Bey’in tedbirsizliği yüzünden
vukua geldiğini söyledi. İşte ben oradan ayrıldığım zaman vaziyet bu merkezde
idi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder