Sinan ÇULUK
Bahçekapı'da Birinci Abdulhamid
Türbesi'ndeki kademi-i şerif |
Hz. Muhammed'in ayak izi olduğuna inanılan çeşitli
taşlara genel olarak "nakş-i kadem-i şerif" veya "nakş-i kadem-i
saadet" denilmiştir. İslam tarihinin çeşitli devirlerinde Hindistan'dan
Mısır'a, Kudüs'ten İstanbul'a kadar geniş bir coğrafyada yaygınlıkla
görülmüşlerdir. İslam âlimleri arasında bunların gerçekten Hz. Muhammed'in ayak
izi olduğu hususunda bir ittifak meydana gelmemiştir. Hz. Muhammed'in ayak izi
olarak kabul edenler olduğu gibi, birçok âlim bu taşların sahtekârlık eseri
meydana getirildiğine ve Müslümanları itikaden yanlış inanışlara sevk ettiğine
dair görüşler ortaya koymuşlardır.
Osmanlı sultanlarının mukaddes emanetlere gösterdiği
saygının derecesi fevkalade yüksektir. Bu öneme binaen Topkapı Sarayı'ndaki
Enderun'un en önemli koğuşu veya dairesi, Hz. Muhammed'in hırkası ile diğer
mukaddes emanetlerin saklandığı "Hırka-i Saadet" dairesidir. Burada
dördü taş ve ikisi tuğla olmak üzere altı aded "kadem-i şerif"
muhafaza edilmektedir. İstanbul'da Eyüp Sultan ve Üçüncü Mustafa türbelerinde
de birer adet ayak izi bulunur.
İstanbul Bahçekapı'da Sultan Birinci Abdülhamid
Türbesi'nde bulunan taş da bunlardan bir diğeridir. Türbe'nin kuzey tarafında
bir niş içine hazırlanan camekânda sergilenmektedir. Birinci Abdülhamid'in
tuğrası altında yer alan kitabede aşağıdaki beyitler mevcuttur.
Oldu resm-i
kadem-i Hazret-i Fahr-i Âlem
Tâc-ı
vehhâc-ı ser-i cümle-i ehl-i îmân
O kademdir
ki idüp tayy-ı semâvât-ı alâ
Menzil-i
Sidre'ye bastı şeb-i esrâda ıyân
Sür yüzün
acz u niyâzile idüp istişfâ‘
Olayım
dirsen eğer mahzar-ı afv vu gufrân
Kaynaklar incelendiğinde görüldüğü üzere Birinci
Abdülhamid'in veli olduğuna dair halk arasında yaygın bir kanaat vardır.
Zamanında bu inanışı pekiştirecek çeşitli uygulamalara gidilmiş olması eşyanın
tabiatına uygundur. Birinci Abdülhamid Türbesi'ndeki taşın Şam'da bulunduğu
yerden İstanbul'a getirilmesi safahatı kaynaklardan takip edildiğinde
birbirinin tekrarı bilgilerden ibarettir. Bu hususta en önemli iki kaynak
olarak, Ayıntaplı Muhammed Münib Efendi'nin Âsâru'l-Hikem fî Nakşi'l-Kadem adlı
eseri ile Osmânzâde Hüseyin Vassâf'ın Sefîne-i Evliyâ adlı eserleri
görülmektedir. Günümüz eserleri genellikle bu iki kitaptan yaptıkları
iktibaslarla Birinci Abdülhamid Türbesi'ndeki kadem-i şerifin hikâyesini
nakletmişlerdir. Elde bir arşiv belgesi bulunmadığından rivayet
üzere anlatılanların hakikati sorgulanmadan doğru olarak kabul görmüştür.
Hüseyin Vassaf Efendi'nin nakli aşağıda aynen verilmiştir.
"Şeyh Muhammed Ziyâd Şâm-ı şerîf civârında Kadem
karyesindeki, Kadem-i şerîf'in ced-be-ced nigehbânıdır. Pederi Ahmed-i Attâr,
onun pederi Hümât'tır. Sultan Abdulhamîd Hân-ı evvel zamânında ârzû-yı şâhâne
üzerine, Kadem-i Saâdet'i oradan başına alarak, mâşiyen İstanbul'a kadar bu
sûretle getirmiştir. Kadem-i Saâdet, el-yevm Abdulhâmid-i evvelin türbesinde
mahfûz mahfaza-i tekrîm olup, kandil ve arefe gibi eyyâm-ı mubârekede Kadem
Dergâhı şeyhi olan zât tarafından güşâd ve ziyâret ettirilmek şart-ı vâkıf
îcâbındandır. El-Hâletü hâzihî, ziyâret olunur. Muhammed Ziyâd hazretleri
burada mazhar-ı hürmet oldu. O zaman Sadrazam bulunan Halîl Hamîd Paşa, Hz.
Şeyh'e çok muhabbet gösterenlerdendir. Kadem Tekkesi'nin olduğu mahal,
Kapıcıbaşı Konağı imiş. Mülk olduğundan Halîl Hamîd Paşa, burasını istimlâk ve
vakf etmiş. 1190/(1776) târîhlerinde dergâhı inşâya muvaffak olup, Hz. Şeyh'i
burada irşâd-ı nâs için alıkoymuş ve dergâhı kendisine teslîm eylemiştir…1205/(1791)
târîhine kadar irşâd-ı nâs ile meşgûl olup, terk-i âlem-i nâsût eyledikte,
dergâh-ı şerîf hazîresine defn edildi. Türbelerinin üzeri açık ve hâlen ma‘mûrdur.
Kitâbe-i seng-i mezâr-ı ber-vech-i âtîdir: Kadem-i Şerîf'i Şam'dan Âsitâne-i
aliyyeye nakl hizmetiyle şeref-yâb olan sülâle-i Sa‘diyye'den, kutbu'l-ârifîn
ve gavsu'l-vâsılîn merhûm ve mağfûrun leh eş-Şeyh el-Hâc es-Seyyid Muhammed
Ziyâd hazretlerinin, rûh-ı pür-fütûhlarına rızâ’en li'llâhi teâlâ, el-Fâtiha,
1205/(1791)."[i]
Bu metne göre Kadem karyesinde bulunan Kadem-i Şerif,
Şeyh Muhammed Ziyad Efendi'nin bekçiliğini yaptığı, atalarından miras bir
taştır. Halil Hamid Paşa'nın sadrazamlığı zamanında, Birinci Abdülhamid'in
arzusu üzerine Şeyh Muhammed Ziyad tarafından başının üzerinde taşınmak
suretiyle ve yürüyerek Şam'dan İstanbul'a getirilmiştir. Halil Hamid Paşa da
Şeyh Efendi için 1190/(1776) senesinde Kadem Tekkesi'nin bulunduğu mahaldeki
Kapıcıbaşı konağını istimlâk ederek tekke inşa ettirmiştir. Bu tarihte bir
karışıklık olduğu muhakkaktır. Çünkü 1190 senesinde Halil Hamid Paşa daha Âmedi
kaleminde bir memurdur ve silsile-i meratibi çok hızlı yürütülmüş olsa da vezir
ve sadrazam olmasına daha yedi sene vardır.[ii] Muhammed Ziyad'ın Sefine'de
anlatıldığı bölüm, aslında İstanbul Etyemez'deki Kadem Tekkesi ve şeyhlerine
dairdir. Bu metinde Şam yakınlarındaki Busra kalesinden bahsedilmemektedir.
Muhammed Ziyad Efendi'nin Samatya'da Kadem Dergahı haziresindeki mezar taşı. |
Ahmed Cevdet Paşa da Tarih'inde bu olayı naklederken hatt-ı hümayundaki bilgilerle örtüşen bir malumat aktarır. Üstelik kaynaklarda bu taşın Hz. Muhammed'in çocukluğunda Busra'da bulunduğu zamanın eseri olduğuna dair açık bir ibare ve doğru bir rivayet yoksa da öyle kabul edildiğini belirtir. Cevdet Paşa da Muhammed Ziyad'ın ismini hiç zikretmez. Hüseyin Vassaf'ın karıştırdığı tarihi bir ölçüde aydınlatan bilgi de buradadır. Cevdet Paşa'ya göre taş 5 Receb 1198'de (24 Mayıs 1784) İstanbul'a getirilmiştir.
Çağdaş bir nâkil olan Kilar-ı Hassa hocası Ayıntabi
Muhammed Münib Efendi ise bu taşın Hz Muhammed'in peygamberliği öncesinde,
çocukluğunda ve gençliğinde iki kez olmak üzere Şam'a yaptığı seferlerin
birinde, Şam yakınlarında Havran adıyla bilinen Busra mevziinde zuhur ettiğini
belirtirken, Kadem karyesinden ve camiinden hiç söz etmez. (Her ne kadar şeyhin
mezar taşındaki kitabede Şam'dan İstanbul'a taşın nakli hizmetinde bulunduğu
yazılıysa da) Bu taşın 1198 senesinde İstanbul'a getirildiğini kaydederken
çağdaşı olduğu Şeyh Muhammed Ziyad adından da bahsetmez.[iii]
Yakınlarda Başbakanlık Osmanlı Arşivi'nde tasnifi
tamamlanan Hatt-ı Hümâyûn fonunda rastladığımız bir belgede ise şimdiye kadar
ulaşabildiğimiz en kesin bilgiler mevcuttur. Tarihsiz olan bu belgenin metni
aşağıda verilmiştir.
HATT-I HÜMAYUN
[Birinci Abdülhamid'in el yazısı]
«Benim vezîrim bu tarafa celbi ve türbe‑i cedîdenin bir
mahallinde vaz‘an ziyaretgâhı olmak nezdinizde münâsib ise getürdesiz değil ise
yine Şâm‑ı Şerîf'de merkad‑i Yahya aleyhisselâmda vaz‘ ne vechile münâsib
görünür ise yine taraf‑ı hümâyûnuma arz idesin.
[Telhis]
Şevketlü Kerâmetlü Mehâbetlü Kudretlü Veliyy‑i
ni‘metim Efendim Pâdişâhım
Şâm‑ı Şerîf tarafından vürûd eden tahrîrât mâdde‑be‑mâdde
hulâsa etdirilip dünkü gün atebe‑i ulyâ‑yı mülûkânelerine arz olunmağın şeref‑yâfte‑i
sudûr olan hatt‑ı humâyûnları mûcebince tahrîrât‑ı mezkûrede mestûr olan
mevâddın nizâmına eğerçi ihtimâm‑ı bendegânem masrûf olup ancak Dimaşk‑ı Şâm
eyâletine tâbi‘ Havran nâm nâhiyede vâkî‘ Eski Şâm demekle ma‘rûf Busra nâm
kal‘adan kal‘ u celb ve tahtrevân misillü iki re’s katıra tahmîl ile Şâm‑ı
Şerîf'e nakl ve müteveffâ Esad Paşa'nın[iv] hânesine vaz‘ u nasb olunan seyyid‑i
veled‑i âdem, şefî‘ul‑ümem, nebiyyü'l‑Arab ve'l‑Acem, el‑meb‘ûsü kâffeten‑li'l‑âlem,
sallallâhu aleyhi ve âlihi ve sellem hazretlerinin kadem‑i muhteremlerini
muhtevî bir kıt‘a hacer‑i mu‘ciz-eser‑i mufahhamın berren ve bahren nakli
mümkin olmağla bu cânibe ityânı ve yâhud Câmi‘‑i Emeviyye'de merkad‑i münîr‑i
Hazret‑i Yahya aleyhisselâm kurbunda cümle‑i âsâr‑ı cihân-dârîden olmak üzre
bir mahal ihyâsıyla anda ikâmesi husûslarına dâ’ir emr u fermân‑ı cihân‑bânî ne
vechile cereyân buyurulacağı tahrîrât‑ı merkûmede başkaca bir bend olarak
istifsâr olunduğuna binâ’en mâdde‑i mezkûrede emr u fermân‑ı husrevânîleri ne
vechile olduğunu isti‘lâm ve istibyân içün tahrîrât‑ı mezkûreden madde‑i
mezkûre başkaca ihrâc ve huzûr‑ı âlîlerine arz olundu. Manzûr ve ma‘lûm‑ı
humâyûnları buyuruldukda zikr olunan kadem‑i muhterem‑i Nebevî’nin ziyâretgâh‑ı
hâss u âm olan makâma vaz‘ı züvvârının teksîr‑i tuhaf‑ı salât u selâmlarını
mûcib olacağı âşikâr olmağla tahrîr olunduğu üzre Câmî‘-i Emeviyye’de merkad‑i
mukaddes‑i Hazret‑i Yahya salavâtullâhi alâ nebiyyinâ ve aleyhi kurbunda mahall‑i
mahsûsda tevkîfi ve yâhud bu cânibe celb ile âsâr‑ı hayriyye‑i
Hudâvendigârî'den türbe‑i cedîdenin civârında ziyâretgâh olacak bir mahall‑i
mahsûsa vaz‘ı şıklarından kangısına irâde‑i aliyye‑i tâc‑dârîleri ta‘alluk eder
ise her hâlde emr u fermân şevketlü kerâmetlü mehâbetlü kudretlü veliyy‑i
ni‘metim efendim padişahım hazretlerinindir.»[v]
Tarihsiz olan bu belge, taşın İstanbul'a
getirildiği zaman Halil Hamid Paşa'nın sadareti devrinde ise 1197-1199
aralığında olmalıdır. Telhis metninde Kadem-i Şerif'in, diğer rivayetlerde
belirtilen Kadem Camii'nde bulunduğundan söz edilmeden, Havran nahiyesinde
Eski Şam adıyla bilinen Busra kalesinde olduğu ve "muhtemelen bulunduğu
kayalık mahalden" kal' edildiği (söküldüğü, yerinden çıkarıldığı) açıkça
vurgulanmaktadır. Daha sonra (söylemekte hiç bir sakınca görülmeden)
iki adet katıra tahtırevan tarzında yüklenerek Şam'a getirilmiş ve günümüzde
müze olarak kullanılan Azmzade Esad Paşa'nın hanesine (sarayına) konulmuştur.
Hatt-ı Hümayun'da Kadem-i Şerif Camii'nden bahsedilmemesi bir başka taşın da
mevcut olabileceğini akla getirmektedir. Taşın naklinin bundan sonraki safhası
da rivayetlere tamamen muhalif olarak cereyan etmiştir. Öncelikle rivayetlerde
hiç bahsedilmeyen Emeviye Camii'nde Hz. Yahya Türbesi'nde bir mahal inşa
edilerek orada sergilenmesi teklifi mevcuttur. İkinci şık olarak İstanbul'da
yeni inşa edilen Birinci Abdülhamid Külliyesi'ndeki türbede muhafaza edilirse,
ziyaretçilerinin dua ve salât u selam hediyelerinin çoğalacağı beklentisiyle
hangi şıkkın tercih edileceği Padişahın iradesine bırakılmıştır. İşte burada Hünkâr,
arzu-yı hümayunu ile taşın Şam'dan naklini istediği şeklindeki rivayetlere
tamamen aykırı olarak, kayıtsız bir şekilde tercihi Sadrazamına bırakmıştır.
Tarih-i Cevdet'in ilgili sayfası |
Sonuç olarak Şam'dan gelen iki ayrı taştan
bahsedilmiyorsa ve günümüzde Birinci Abdülhamid Türbesi'nde sergilenen taş,
Şam'da Busra kalesinden getirilen taş ise Kadem Camii'ndeki taş ile alakası
yoktur, taşın nakil işinin nasıl cereyan ettiği ise belli değildir. Deniz veya
karayolundan hangisiyle getirildiği arşivde yapılan araştırmalarda henüz tespit
edilememiştir. Ancak Şeyh Muhammed Ziyad'ın başının üstünde geldiğine dair
rivayetlerde de bir zafiyet olmalıdır. Türbede mevcut kadem-i şerif gayet
hacimli bir vaziyettedir. Bu cesamette bir taşın karayolunda yürüyerek baş
üzerinde getirilmesi pek mümkün olmamalıdır. Hüseyin Vassaf mahreçli bu rivayet
her ne kadar ortalıkta dolanıyorsa da tenkide tabi tutulmadan kabul edilemez.
Üstelik Sultan Birinci Ahmed'e izafe edilen bir şiirde[vi] bu temenninin yapıldığı
bilindiğinden şiirin, bir sufi olan Hüseyin Vassaf'ın muhayyilesinde vücut
bulduğu da düşünülebilinir.
[i] Osmânzâde Hüseyin Vassâf, Sefîne-i
Evliyâ, Haz. Mehmet Akkuş-Ali Yılmaz, c.I, s.462-463, İstanbul 2006.
[ii] Halil Hamîd Paşa / Burdurludur.
Babası Polat Paşa'nın kölesi ve hazinedarı ve Çelik Mehmed Paşa kapu kethüdası
Gürcü Hacı Mustafa Ağa'dır. Gençliğinde İstanbul'a gelip Divan Kalemine girerek
Eflâk kapı kethüdasına katib oldu. Râif İsmail Paşa himmetiyle Âmedî Kalemine
girip âmedci olarak Beylikçi Mustafa Re'fet Efendi'ye vekâlet eyledi. Doğruluk
ve dürüstlüğünden dolayı Cemaziyelevvel 1193'de (Mayıs/Haziran 1779) büyük
tezkireci, Zilhiccesinin son gününde (7 Ocak 1780) reisülküttab, 3 şevval
1194'de (2 Ekim 1780) sadâret kethüdası olup 27 Cemaziyelâhir 1195'de (20
Haziran 1781) azlolundu. Şevval'de (Eylül/Ekim) tersane emini, 16 Ramazan
1196'da (25 Ağustos 1782) 2. defa kethüda-yı sadrıâlî ve 25 Muharrem 1197'de
(31 Aralık 1782) vezirlikle sadrazam oldu. 20 Cemaziyelevvel 1199'da (31 Mart
1785) ayrılarak Cidde valisi olmuş ise de 15 Cemaziyelâhir'de (6 Mayıs 1785)
azledilmiş ve azlinin 27. günü vefat eylemiştir. Haydarpaşa'da medfundur. Güler
yüzlü, latîfeci, cömert, edip, yazıcılıkta ustaydı. Davudpaşa İskelesi'nde bir
tekke, Bâbıâli yakınında bir sebil yaptı.- Mehmed Süreyya Bey, Sicill-i
Osmânî, Hazırlayanlar, Nuri Akbayar-Seyit Ali Kahraman, c.II, s. 578-579,
İstanbul 1996. Kemal Derviş'in büyük dedesidir.
[iii] vr 2a)…hattâ civâr-ı Şâm-ı
cennet-meşâmmda bir seng-i zümürrüd-fâm üzre nakş-ı pâ-yı kimyâ-sâ-yi Resûl-i
Ekrem bin yüz doksan sekiz senesine gelince mültesem-i şifâh-ı âlem ve
müstelem-i cibâh-ı Benî Âdem olmuş iken Pâdişâh-ı rû-yi zemîn ve şehen-şâh-ı
âsmân-temkîn Sultân-ı Selâtîn-i cihân ve Hâkân-ı Havâkîn-i devr-i zamân
Hüsrev-i Kisrâ-yı adâlet ve Erdşîr-i şîr-i savlet bahr-i mevvâc-i lütf u
mekârim (vr 2b) ……….. ol resm-i kadem-i meymenet-kıdem ile
Daru's-Saltanati'l-Aliyye himâhallahü te‘âlâ an-külli afeti ve beliyye dahi
şeref-endûz-i meyâmin ü ikbâl ve izzet-âmûz-ı sa‘âdet ü iclâl olmağiçün
mânend-i Bedr-i münîr-i matla‘-i kadîminden Kostantiniyye semtine tahrîk u
tesyîr ve Bağçekapusu kurbunda riyâz-ı nâzıra (vr 3a) gibi müceddeden
ihyâ buyurdukları medrese ve kitabhane ve mekteb ve sebîl ve imâret-i âmireleri
civârında vaz‘ u takrîr olunmağa misâl-i vâcibü'l-imtisâl şeref-rîz-i sâhâ-i
iclâl olmağla dâ‘iyân-ı Devlet-i Aliyye ve perverdigâr-ı ni‘met-i
seniyyelerinde Kilâr-ı Hassa-i Hümâyûnları hocası es-Seyyid Muhammed Münîb
el-Ayıntâbî kulları pişgâh-ı felek-destgâh-ı hüsrevânelerine takdîm-i rukiyyet
ve arz-ı ubûdiyyet dâ‘iyesiyle Âsârü'l-Hikem fî Nakşi'l-Kadem ismiyle
mersûm bir risâle-i muhtasara te’lîf ve bir mukaddime ve iki bâb ve bir hâtime
üzre tertîb ve tersîf eylemişdir.
Mukaddime- Havârık-ı âde
makûlesinden olan ef‘âl-i gayr-i mu‘tâdenin aksâmı beyânındadır.
Bâb-ı
Evvel- Kadem-i mufahharü'l-enbiyâ ahcârda te’sîr etmek vâkî‘ oldu mu
olmadı mı ihtilâfât-ı ulemâ beyânındadır.
Bâb-ı Sânî-
Alâ-Takdîri'l-vukû‘ bu Belde-i Tayyibe'ye nakl buyurulan resm-i kadem-i
hayri'l-mevcûd kangı mahalde nakş-pezîr-i safha-i vücûd olduğu beyânındadır.
Hâtime:
Enbiyâ ve murselîn salavâtu'l-lahi alâ nebiyyinâ ve aleyhim ecma‘în
hazerâtından ve ashâb-ı güzîn ve selef-i sâlihîn rıdvânullah-i te‘âlâ aleyhim
ecma‘în cenâblarında yâd-gâr olan Kadem-i Şerîf ve Hırka-i Sa‘âdet ve Lihye-i
Mübâreke (vr 3b) misillü teberrükâta ta‘zîm u tekrîm ve telsîm u takbîl
meşrû‘ olup niçe fezâ’ili müştemil olduğu beyânındadır. Hemân Kerîm-i
kâde'l-hâcât ve mucîbu'd-da‘avât Celle Şanuhû ve Azze Sultânehû hazretleri
hidmet-i ubûdiyyetimizi dergâh-ı ulûhiyetinde makbûl idüp Habîb-i müctebâsı
hürmetine şevketlü kudretlü azametlü veliyy-i ni‘met-i alemiyân olan padişâh-ı
merhâmet-penâh efendimiz hazerâtın şehzâdegân-ı kirâm ve selâtîn-i izâmlarıyla
serîr-i devlet ve server-i saltanatda ber-karâr ve düşmenân-ı
hakâret-nişânların pây-mâl-i zill u hasâr eyleye âmîn yâ Erhame'r-Râhimîn. - Mehmed
Münîb el-Ayıntâbî, Âsâru'l-Hikem fî Nakşi'l-Kadem, Süleymaniye Ktp. Hacı
Mahmud Efendi nu. 2184.
[iv] Es'ad Paşa (Azmzâde) / İsmail
Paşa'nın oğludur. Babasının sâyesinde mîrimiran rütbesiyle Hama mutasarrıfı
oldu. 1156'da (1743) Amcası Süleyman Paşa'nın vefatında vezirlikle Şam valisi
olup 1169 (1755-56) da ayrıldı. 1170 (1756-57) de Sivas valisi oldu. Şam'da
Mekkîzade Hüseyin Paşa hadisesi buna isnat olununca 1171'de (1757-58) Ruscuk'a
sürülüp Sivas'dan hareketinden sonra yolda katlolunmuş ve o sene Şaban 1171'de
(Nisan 1758) kesik başı İstanbul'a getirilmiştir. Soyu günümüze kadar
gelmiştir. Şam'da adına mensup hanı, Hama ile Ma'arretünnu'man'da ve
Hanşeyhûn'da büyük su havuzuyla hamamı ve Hama hükümet konağıyla Hicaz yolunda
su havuzları ve kuleler ile Haremeyn-i Muhteremeyn'de diğer hayır eserleri
vardır. - Sicill-i Osmânî, c.II, s.496.
[v] BOA.HAT. 1451/25
[vi] N’ola tâcım gibi başımda götürsem
dâim
Kadem-i nakşını ol Hazret-i Şâh-ı
Resûl’ün
Gül-i gülzâr-ı nübüvvet o kadem sâhibidir
Bahtiyâ [Ahmedâ] durma yüzün sür kademine
o gülün