14 Ekim 2022 Cuma

NAZIRIN HİZMETKÂRI DEĞİL, DEVLETİN MEMURUYUZ


II. Abdülhamid’in saltanatının ilk yıllarında, 1881’de Maliye Nazırı yaptığı Vidinli Hüseyin Tevfik Paşa Osmanlıların matematik alanında yetiştirdiği en büyük isimlerden biridir. İlim adamı kimliği ile devlet adamlığı kimliği arasında her zaman doğru orantı kurmanın imkânsızlığını ispatlarcasına, tayin edildiği Maliye Nezareti’nde göreve başlar başlamaz herkesin tepkisini üzerine çekmiş. Memurlarla görüşen veya doğrudan kendi izlenimlerini aktaran bir maliye müfettişi de uzun bir rapor kaleme almış. Bu rapor satır aralarında Osmanlı bürokrasisinin öyle bir yönünü aksettiriyor ki, her resmi evrakta bunu görmek olası değildir. Tanzimat bürokrasisinin Osmanlı kurumlarına nasıl yerleştiğini, yüzyıllarca padişahın kulu olan devlet adamlarının artık yavaş yavaş kendilerini “devletin memuru” saydıklarını, en azından Maliye’de bir hiyerarşinin oluştuğunu ve “dışarıdan” tayin edilen bir nazırın hoş karşılanmadığını görebiliyoruz.

Raporda Tevfik Paşa ile yıldızı hiç barışmayan Maliye ricalinin kıdemlilerinden bir Münir Bey’e epey yer veriliyor. Tevfik Paşa’dan sonra iki ayrı Münir Bey Maliye Nazırı olmuş. Belki onlardan biridir, şimdilik kim olduğunu tespit edemedim. İşte bu Münir Bey, tam bir Tanzimat Osmanlısı tavrıyla “Nazırın hizmetkârı değil devletin memuru, bendesiyiz” diyor. Raporlar, şikâyetler padişah üzerinde etkili olmuş olabilir zira bu rapordan iki ay sonra Tevfik Paşa görevden alınmış. Benim görebildiğim en erken tarihli memur manifestosu sayılabilecek cümle şimdilik bu. Daha eskisi de olabilir elbette ama ben görmedim. Osmanlı memuru, kimlik arayışı sonunda kendini “devletin memuru” olarak somut bir kimlikle tanımlamıştı tanımlamasına ama II. Abdülhamid’in ilerleyen yıllarda rejimi tam anlamıyla eline alıp istibdata yönelmesiyle bu kimlik tutunamadan yerini “padişahın kulu” kimliğini taşımakla zorunlu memurlara bırakmıştı. Cumhuriyet'in tek partili yıllarından sonra da devlet memuru hükümetin emrinde olmakla birlikte asla bir siyasi partinin hizmetinde olamazdı ama geldiğimiz noktada herkes kendini parti memuru olmaya zorunlu hissediyor. (Bu konuya da ileride devam etmek üzere şimdilik nokta koyuyorum.)
Belge Metni:
«…oldukları halde münasebetli münasebetsiz bir söz arasında umumuna hitaben (hepinizi bir gemiye doldurup batırmalı) demiş, Münir Bey tahammül ve sabredemeyip (o gemide biraz daha geçerse siz de bulunursunuz) cevabıyla mukabele ederek nazır paşayı mecburen sükût ettirmiştir. Çünkü nazır paşa böyle şeyleri mektepte okumamış olduğundan müdafaadan aczini muameledeki aczi gibi göstermiştir.
Her ne ise Münir Bey’in şu cevabına balmumu yapıştırmış olmasından veyahut tuluata tabi bulunmasından naşi Münir Bey’i ara sıra tahkire başlayıp hatta Münir Bey tahammül edemez hale gelerek bir gün erkândan bazıları kendi odasında olduğu halde yine nazır paşa çağırıp muamele arasında hakaret etmiş olduğundan avdetinde (şimdi Mabeyn-i Hümayun’a gidip nazırdan şikâyet edeceğim. Nazırın hizmetkârı değil devletin memuru bendesiyiz. Kabahatimiz ne ise meydana koysun da azlettirsin. Hakareti çekemeyiz) demiş ise de erkândan bazısı önünü alıp hiddetini teskin etmiştir.»



Hiç yorum yok: