27 Haziran 2015 Cumartesi

EL FALI MÜTEHASSISI JAN POL


El falcıları günümüzde İstiklal Caddesi ve çevresindeki kafeler başta olmak üzere birçok bölgeyi mekan tutmuş vaziyetteler. Bundan tam 101 sene önce de böyle bir salgın başlamış olmalı ki el falı mütehassısı Jan Pol gazeteye ilan vermiş. Çok ilginç bu ilan metnini paylaşıyorum;

«ELE BAKAR HER GÜN BAKAR
BİR BAKIŞ 5 KURUŞTUR
Hal-i hazır ve istikbaldeki taliinizi anlamak ve her ne türlü şeye teşebbüs etmek isterseniz evvela muvaffakiyete nail olup olmayacağınızı ilmü’l-kef [Avuç içi falı] mütehassısı meşhur Fransız lisanı muallimi mösyö Jan Pol’a müracaat ederek anlamanız tavsiye olunur.
Taliiniz her gün tebeddül edebilir. Adres: Yeni Osmanlı Postahanesi karşısında
Erzurum Han numara 9»


22 Haziran 2015 Pazartesi

YENİŞEHİR SİNAN PAŞA KÜLLİYESİNDE NELER OLUYOR? RESTORASYON MU İMHA MI?


Fotoğrafları Salih Erol dostumuzun sayfasından aldım. Görünce gözlerime inanamadım. Burası Osmanlı'nın ilk başkenti Yenişehir ilçesi. Annemin memleketi. Osman Gazi'nin bizzat inşa ettirip adını koyduğu bir kent. Maalesef adıyla mütenasip bir vaziyetten uzaklaşalı yüzyıllar olmuş. Eski devirlerin, payitaht kenti olduğu günlerin hatırasını yaşatan eserleri hoyratça tahrip edilmiş. Birkaç tarihi eserin dışında Osmanlı mirasını, izini mumla arasanız bulamazsınız. Osmanlı'nın en eski mezarlığı olan Yenişehir mezarlığının üzerinde bugün belediye parkı, birkaç okul, sinema salonu gibi tesisler var. Cumhuriyetin ilk yıllarının olmaması gereken en yanlış icraatlarından en önde gelenleri mezarlıklarımızın tahrip edilmesiydi. İşgüzar yöneticiler mezarlarla birlikte zamanla oluşmuş ağaçları bile ortadan kaldırıp o çıplak alanlarda yeniden ağaç dikmek gibi garabete imza attılar. Yenişehir ilçesi de bundan nasibini aldı. Rahmetli dedem sağlığında bu parkta hiç oturmadı. Dedelerinin mezarı üzerinde çay içmeyi teklif dahi edemezdik. O devirler kısa sürdü, tarihin ve eskilerden intikal edenlerin değeri anlaşıldı derken yeniden o kötü günleri hatırlatan manzaralarla karşılaşıyoruz. Bugünkü teknik biraz değişmiş. Restorasyon, imar faaliyeti adı altında yoğun bir katliama maruz kalan tarihi eserlerimiz sahipsiz kalmış, müteahhitlerin insafına bırakılmış.
Bu fotoğraflarda görülen tarihi eser halkın Kurşunlu Han dediği Sinan Paşa Külliyesi. Yemen Fatihi Gazi Sinan Paşa'nın hatırası. Fotoğrafta ileride görülen cami de külliyenin bir parçası. Buradan da birkaç yıl evvel 16. Yüzyılın muhteşem İznik çinileri çalınmıştı da maceralı bir şekilde yeniden bulunmuştu. Yerlerine konulup konulmadığı hakkında bir bilgim yok. Gelelim günümüze, işte burada 400 senedir sapasağlam duran Kurşunlu Han'ın duvarları yıkılarak bir kapı açılmış. Han ve medrese içerisinde süren restorasyona iş makinalarının rahatça girip çıkması için bu kapının açıldığı söyleniyor.
Akıllara zarar bu durumun telafisi mümkün olur mu acaba. Yoksa o kapıdan sonra duvarın tamamının kendiliğinden yıkılması mı beklenecek. Bu vaziyetin sorumluları hesap verecekler mi? Milletin gözü önünde pervasızca bu duvarı yıkanlara ses çıkarmayan, tarihin ihyası adına katliamın gerçekleştiren herkes vebal altındadır.



21 Haziran 2015 Pazar

SEYF GAZETESİ




Bodamyalızade Mehmed Münir Bey'in imtiyaz sahipliğinde Lefkoşa'da çıkan "Seyf" gazetesinin 5 Ocak 1913 tarihli nüshasından klişe. İmtiyaz sahibi uygun görmüş, kılıcın Arapçasını gazeteye isim verdiği yetmiyormuş gibi bir de resmini benzetmiş. Altına da "Cennet Kılıçların Gölgesindedir" anlamındaki hadisin Arapçasını eklemeyi ihmal etmemiş. Şimdi düşünebiliriz ki bu gazete ve imtiyaz sahibi siyaseten İslamcı ve emperyalizme kılıçla karşı çıkmak gerektiği fikrinde. Tam aksine İngilizlerin Kıbrıs adasındaki en büyük yardakçıları olduğundan "Sir" unvanı verilen tek Türk. Aynı zamanda Türk vakıflarının yağmalanmasından birinci derecede sorumlu olduğu iddiaları hiçbir zaman gündemden düşmeyen bir işgüzar.
Görünüşe aldanmamalı...


GEYİKLİ BABA'YA DAİR [1] RAKI VE ŞARAP MESELESİ


Bugün "Kesmeşeker" adlı bir müzik grubunun "Geyikli Baba Uzaylılar Şarabı" adlı saçma sapan sözlerden ibaret şarkısını duydum. Hafakanlar bastı. Dar ve sınırlı bir çevrenin inhisarındaki yalan-yanlış bilgilerin popüler müziğe malzeme edilip kamuoyuna sunuluş tarzı beni aşırı rahatsız etti.
Neden böyle oldu? İşin bir evveliyatı var. Hilmi Ziya Ülken 1924 yılında "Anadolu Tarihinde Dini Ruhiyat Müşahedeleri" adlı bir makale yazdı. Osmanlı Arşivi'nin ilk tasnif heyetlerinde yer alan Ahmed Refik [Altınay]ın arşivde bulduğu çok eski ve eksik bir belgede Orhan Gazi'nin Geyikli Baba'ya rakı ve şarap gönderdiği yazılıydı. Bu belgeye dayanan makale öylesine kabul gördü ki Geyikli Baba'nın meyhor olduğu, rakı ve şarap içtiği en aklı başında olması gereken ilim erbabı tarafından da sorgusuz sualsiz kabul edildi. Oysaki Ahmet Refik bu makaleden üç sene sonra “Bizans Karşısında Türkler” adlı kitabını yazdığında belgenin tamamını neşretmiştir.Üstelik Osmanlı Arşivi'nde bu belgeler sapasağlam vaziyette araştırmaya açık bulunuyordu. Birbirinden nakletmekle alim olmak yerine kuşkuya kapılıp belgeyi yerinde görmek isteyen biri de çıkmamış. Aslında bazı “Tevarih-i Al-i Osman”larda belgenin eksik kısımlarını tamamlayan malumat zaten yazılıydı. Bu yeni malumata istinaden eski hatalı tezlerin tashihi gerekirdi ama ne yazık ki günümüze kadar sayısız makalede Geyikli Baba’nın şarab ve rakı içtiğine yönelik iddia gerçeğin ta kendisi olarak yayıldıkça yayıldı. Hilmi Ziya Ülken belki belgenin ikinci sayfasını görmedi, belki belgeyi aktaran Ahmed Refik kasıtlı olarak Ülken’i yanılttı. Bu ihtimaller üzerine kesin bir iddiada bulunamam ancak Ahmet Yaşar Ocak’a kadar aynı batıl iddianın tekrarında inat edilince tarihin kasıtlı olarak tahrif edildiğini söyleyebilirim.
Olayın aslı şu şekilde cereyan etmiştir; Orhan Gazi yanındakilerden medhini çok duyduğu bazılarının da belki gözden düşürmek için “Meyhor” olduğunu söyledikleri Geyikli Baba’ya iki yük rakı ile iki yük şarap göndermiştir. Geyikli Baba aslında şarap ve rakı olan yükleri kabul etmiş ve yanındaki Balım Sultan’a “padişah bize iki yük bal ve iki yük yağ göndermişler” diyerek keramet göstermiş ve onlardan zerde-pilav yaptırarak padişaha iade etmiş. Aynı zamanda kazanların altındaki kordan aldığı bir parçayı da pamuğa sardırarak Orhan Gazi’ye göndermiştir. Bu vaziyet karşısında aklı başından giden Orhan Bey, Baba Sultan Tekke’sini ziyaret ederek Geyikli Baba’ya “Bizim de bir hissemiz olsun, gözünün gördüğü yeri vereyim” teklifinde bulunur. Bu soruya Geyikli Baba “Bizim gözümüz çok yere bakar” diyerek zahiri âlemde gördüklerinin Orhan Gazi’nin sınırlı dünyasının çok çok üzerinde olduğunu vurgulamıştır. Yine de padişahların ikramını geri çevirmek uygun bulunmadığından olsa gerek kendi fethettiği tekke ve civarının verilmesini kabul etmiştir.
Kor ve pamuk metaforunun daha başka menkıbelerde de geçtiğine dair itirazlara hiç gerek yoktur. Bu belge ve anlatıdaki şekliyle Orhan Gazi ve Baba Sultan'a özgü bir haldir.
İşte yıllardır “Orhan Gazi’den Geyikli Baba’ya rakı ve şarap gönderildi, Baba ve müritlerinin de bu içkileri içtiğine dair dolaşan rivayetlerin aslı astarı bu kadardır. Hilmi Ziya Ülken’in göremediği ikinci sayfa belge dahil olmak üzere bu orijinal belgeleri ve çevriyazısını yayınlıyorum.
METİN.
Kutbü’l-arifîn Şeyh Geyikli Baba Hoy’dan gelmiştir. Ulu geyiğe binip gelmiştir. Geyikler kendine musahhar imiş. Gelip İnegöl’de mekân tutmuş. Merhum Sultan Orhan padişah hazretlerinin fethinde merhum Orhan ol kıyıları [herkes farklı okumuş, belki imla hatası var, kapı yazılmak istenilmiş olabilir] fethederken Kutbü’l-arifîn Şeyh Geyikli Baba dahi ol cânibde üç yüz altmış kapılı bir kilise varmış. Kızıl Kilise demekle meşhur imiş. Ol kiliseyi kendiler[i] fethetmişler. Cenk ederken bir kestan[e] ağacı varmış. Cengi eder edermiş. Ol kestaneye vardıkta ol kestane yarılıp Baba’yı saklar imiş. Kâfirler arar bulamazlar imiş. Sabah gene çıkıp kâfirlerle cenk ederdi. Erenlerle bu nev’le alınmıştır. O zamanda Hazret-i Orhan padişah şöyle haber vermişler ki “Hoy’dan bir er gelip ulu geyiğe binip Kızıl Kilise’yi aldı” deyü cevap vermişler. Vardıklarında merhum Orhan padişah “Baba meyhordur” deyu iki yük arakı ve iki yük şarap gönderüp Baba dahi yanındaki Balım Sultan[a] cevap verip “padişah bize iki yük bal ve iki yük yağ göndermişler” deyü bir kazan getirtip ateş yaktırıp kaynattırıp içine pirinç koyup a’la zerde olup getiren adam nazarında ve hem onunla biraz zerdeden padişah[a] gönderip ve hem altında yanan ateşten biraz kor bir panbuk içine koyup padişah[a] göndermiş. Padişah onu görüp bî-ihtiyar nazarlarına varıp onlar dahi gaibden taam getirip ziyafet etmişler. Musahabette Baba’ya padişah “Hazret bizim dahi bir eserimiz olsun. Ne dilersen vereyim, gözün baktığı yeri vereyim” demiş. Onlar dahi “benim gözüm çok yer bakar ve illa benim feth etticeğim yeri verin” deyip padişah hazret dahi iki pare kendinin fethettiği köyü onlar[a] vakfetmiştir. Ol vakıf olan köyler mahsulünden Baba’nın üzerinde umaç şorbası [çorbası] pişip ayende ve revende ve fukaraya bezl olunur. Baba bile cevap edip “her kim Baba Çorbası ister bende sakin olsun ve her kim pilav zerde ve nefayis isterse Tahtalıköy’e gitsin. Ol zaman Bursa’ya Tahtalıköy derler imiş. Ve dahi şikar-ı hümayununuzda buyurduğunuz Geyikli Baba’nın ve Balım Sultan’ın örtüsü tecdid olup kırk kazan keşkek üç tane sığır ve üç mut [mud: ölçü birimi] un yufka ve on kazan pilav ve on koyun dahi kurban ihya olmuştur gönderdiğiniz otuyla…













MÜSLÜMAN OLUP İMAMLIK YAPAN YAHUDİ HAHAMI ABDULLAH'IN ARZUHALİ


İstanbul’da Balat semti dışında Yahudi hahamı olarak yaşarken üç kızıyla birlikte Müslüman olan Abdullah’ın (o devirde ihtida edenler genellikle Abdullah adını alırlardı) arzuhalidir.
Müslüman olduktan sonra da imamlık yapıyor olmalı ki kendisine “Haham İmam” lakabı takılmış. Kendisi ve kızlarına “Yahudi milleti batıl millettir, telef ederler” cümlesiyle Yahudilerin bir zarar vermesinden endişelendiğini belirtiyor.
Perakende ve perişan olmadığından yani hali vakti yerinde olduğundan o devirde ihtida edenlere verilmesi adet olan Padişahın ihsanından bir talepte bulunmaya mahçup olduğunu vurgulayarak kızlarıyla birlikte İslam dinini kabul ettiğinin bilinmesini istiyor.
Haham İmam'a bir talebi olmasa da İstanbul Gümrüğü gelirlerinden aylık kırk kuruş maaş bağlanmış ki o devirde iyi bir maaştır.
METİN:
HÜVE
Hak Subhanehu ve Teala Hazretleri
Şevketlü, Mehabetlü, Şecaatlü, Azametlü, Padişah-ı Alem-penah Efendimiz Hazretlerinin
Mübarek vücud-ı hümayunların hata ve hatardan masun ve mahfuz eyleyüp serir-i saltanatında ber-karar ve ber-devam eyleye. Amin.
Arzuhal-i Balat haricinde haham ve imam nam Yahudi daileri budur ki: Bu daileri üç kız evladım ile haham imam kulları ehl-i İslam[ı] hüsn-i rızam ve ihtiyarım ile İslam[ı] kabul ettik. Lakin kızlarımı şevketlü efendimizi[e] hibe ile hibe eyledim ve bu haham kullarını bir medar-ı maaş ve kimseye muhtaç etmeyüp zira Yahudi milleti batıl millettir. Telef ederler ve şevketlü efendimiz medar-ı maaş ihsan-ı hümayun olmasına âr ile karar olunur. Zira bir mahcub kul olup perakende ve perişan olmamağla merahim-i mülûkanelerinden mercûdur ki üç nefer kerimem ile bu kullarına İslam Dini talim ve kabul olunduğu babında emr-i hümayun şevketlü, mehabetlü, şecaatlü, azametlü, padişah-ı alem-penah efendimiz hazretlerinindir.
El-malum
Abdullah
DERKENAR
SAHH
Sahib-i arz-ı hal şeref-i İslam ile müşerref olup fakirü’l-hal ve kesirü’l-iyal ve vücuhla inayet-i aliyyeye sezavar olmağla İstanbul Gümrüğü Mukataası malına zamla şehriye kırkar kuruş maaş tayin ve tevcih ve beratı ita olunup mahlul oldukta kimesneye verilmeyüp tamamen hazine-mande olunmak ve gümrük-i mezkur malına zam olunduğunu müşir Başmuhasebe’den beratı ve Maden Kalemi’ne ilmühaberi verilmek buyruldu. 1220.R.3


İRLANDA HALKININ SULTAN ABDÜLMECİD'E TEŞEKKÜRÜ


İngiltere'nin zulmü altında inleyen İrlanda'da iki milyon göç, bir milyon can kaybı ile sonuçlanan "Büyük Kıtlık" dönemi kara bir leke olarak durmaktadır. İngiliz sömürgeci politikalarının yansıması olarak halkın başlıca gıdası olan patates ürününe hastalık bulaşması ile 1845-1849 yılları arasında bu felaket yaşanmıştır. Osmanlı Devleti Kraliçe Viktorya'nın muhalefetine rağmen felaketzedelere ayni ve nakdi yardımlarda bulunmuştur. İrlandalılar da bu jeste karşılık Sultan Abdülmecid'e aşağıdaki mektubu göndermişlerdi. Çeşitli kaynaklarda yanlış olarak Topkapı Sarayı'nda korunduğu söylenen bu teşekkür mektubunun aslı Başbakanlık Osmanlı Arşivi'nde korunmaktadır.


İNGİLTERE KRALİÇESİNİN UĞRADIĞI SUİKAST


İngiltere’nin 64 yıl gibi rekor bir zaman diliminde kraliçesi olan Viktorya, bu süre zarfında yedi defa suikasta maruz kalmıştır. 21 Mayıs 1849’daki dördüncü suikast, Osmanlı Devleti’nin Londra Büyükelçiliği tarafından hemen ertesi günü yazılan bir tahrirat ile İstanbul’a bildirilmiştir. Kraliçe ve kocası Prens Albert yanlarındaki çocukları ile Hyde Park’ta gezinirken İrlandalı John Hamilton kraliçeye suikastta bulunmuştur. Kraliçe ve ailesi bu saldırıda her hangi bir zarar görmemişlerdir. Hemen yakalanan suikastçı ilk sorgusunda, bir tuğla fabrikasında amele olduğunu, kalıcı bir isim bırakmak için bu saldırıyı yaptığını, tabancada mermi bulunmadığını, amacının bu sayede hapse girerek bedavadan yiyip içmek olduğunu belirtmiştir. Londra halkının oldukça tepkisini çeken bu saldırının ertesi günü kraliçe ve ailesi aynı yerlerde yeniden gezintiye çıkarak halka moral vermişler, halkın da “hurra” tezahüratları ile karşılık verdikleri görülmüştür.
METİN:
Devletlü Efendim Hazretleri
Şehr-i hâlin yirmi altıncı Cumartesi günü haşmetlü kraliçe cenaplarının tevellüdünü tebrik içün sarayda ita olunan drayromdan [İngilizcesini bulamadım] sonra akşam üzeri kraliçe-i müşarunileyha cenapları Prens Alber [Albert] ve evlatlarından Prens dö Gal [Prince de Galles] ve Prenses Ruvayal [Royal?] ve Prenses Elen [Helena] cenaplarıyla birlikte arabaya binerek Hayt Park’da [Hyde Park] biraz dolaştıktan sonra alafranga saat altı kararlarında iken Bukingam Sarayı’na [Buckingham Palace] girmek üzere saray-ı mezkur kurbunda bindiği arabaya doğru bir tabanca sıkılmış ise de bereket versin ne kendisine ne de yanında bulunan Prens Alber ve evlatlarına hiçbir zarar isabet etmemiş ve bu keyfiyet-i nâ-marziyeye cesaret eden şahıs dahi tutularak ibtidaki istintakinde ismi Con Hamilton [John Hamilton] ve memleketi İrlanda olduğu ve kendisi tuğla fabrikası amelelerinden bulunduğu ve sıktığı tabancanın derununda kurşun olmadığından hem ibkâ-yı nâm etmek ve hem de hapse girerek bad-ı heva [bedava] yiyip içmek için böyle bir fiil-i kabihaya ictisar eylediği anlaşılmış olmağla şimdiye kadar daha diğer türlü bir sual vuku bulmamıştır. Her halde bu madde bütün Londra ahalisinin infialini mucip olmuş olduğundan ertesi günü kraliçe-i müşarunileyha cenapları tekrar araba ile zikr olunan mahallerde gezindikte ahali-i merkume tarafından kraliçe-i müşarunileyha cenaplarına pek çok izhar-ı muhabbet olunarak hura [hurray] çağırılmış ve kendisi dahi bugün beş on güne kadar avdet etmek üzere bir adaya [tespit edemedim ama yer adı olarak böyle bir yer varsa “Brata’ya” şeklinde okunmalıdır] azimet etmiş olduğu ifadesiyle takdim-i arizaya ibtidar kılındı. Bi-mennihi teala malum-ı mekarim-melzum-ı nezaretpenahileri buyuruldukta ol babda emr u ferman hazret-i men-lehü’l-emrindir.
Fi Selh-i C. Sene [12]65 [22 Mayıs 1849]

[MÜHÜR]

ZEYREK SEMTİNDE YATAN TARİH


Akşemseddin'den Kutup Osman Efendi'ye, İsmail Hakkı Bursevi'den Çerkeşi Şeyhlerine kadar yani İstanbul'un fethinden itibaren manevi nüfuzunu şehre sindiren böylesi bir makamın ibret verici halidir. Ben fotoğrafı çektiğimde Zeyrek Camii restore ediliyordu ama burası restorasyon planında yoktu. Şimdilerde restorasyona alınmışsa bilemem ama vaziyet böyleydi.
KİTABE:
Bu makam ibtidâ-yı feth-i İstanbul’da kutbü’l-arifîn eş-Şeyh Ak Şemseddin kuddise sırruhu hazretlerine mensûb olup muahharan kibâr-ı ehlullahdan çok zevât-ı kirâm ve husûsan Şeyh-i İlâhi Emir Buhârî ve Şeyh Bali-i Sofyevî ve Atpazârî Şeyh Osman Fazlullahi ve halifesi Şeyh İsmail Hakkı kaddesallahu esrâhum hazerâtı dahi sâkin olmuşlardır ve derûnunda elân medfûn olan e’ızze-i Halvetiyye-i Şabaniye’den Arifbillah Çerkeşî eş-Şeyh İbrahim ve Şeyh Halil Efendilerin ve bu hângâhdan güzerân eden e’ızze-i kiramın rûh-ı kudsiyyelerîçün el-Fâtihâ. Târîh-i Küşâd sene 855.






9 Haziran 2015 Salı

HALET EFENDİLERİN SONU GELMEZ


İkinci Mahmud zamanındaki meşhur "Devlet Kahyası" Halet Efendi anasının gözü bir adam. 14 sene devleti parmağında oynatmış, Sultan Mahmud sadece bakakalmış. Sonunda intikamını almış ama Halet'in laflarından, mektuplarından günümüze çok ibretli sözlerin kalmasına mani olamamış. Yeniçeri Ocağı'nı Sultan Mahmud'u dengelemek için kollayan, pohpohlayan Halet Efendi'nin "Yeniçeri Ocağı'nı ortadan kaldırmak, onun yerine düzenli orduyu kurmak çok kolay, lakin Arslanımı neyle zabtederiz" diye meşhur bir sözü vardır. Buradaki "Arslanımı" Cevdet Paşa'nın Tarih'inde okuduğumdan beri hep kulağımı tırmalamıştır. Çünkü Valide Sultanların padişah olan çocukları için kullandıkları bu tabiri Halet Efendi'nin de kullanmasını anlamlandıramıyordum. Meğer bunun aslı da başkaymış. Esad Efendi Tarihi'nde "arslanım" yerine "budala" yazılıymış. Cevdet Efendi haşmetmeab hünkara budalayı yakıştıramamış el çabukluğu ile arslanımı ilave edivermiş. Bu malumata Süheyla Yenidünya'nın "Halet Efendi" isimli doktora tezinde rastladım.
METİN
Cild hadi-i aşerde (11. ciltte) beyan olunduğu üzere Halet Efendi zeki ve fatin ve natuk ve bahs ve mükalemeye ve hasmını iknaa kadir bir adam olup ancak haiz olduğu mevki-i nüfuz ve ikbalini muhafaza için her türlü fenalığı ihtiyar eyler ve yeniçeri süfehasını celb u telif için onlara pek çok para bezl eder ve yeniçeri eşkıyasının cidden terbiyesi tasmim olunsa türlü bahaneler ile onu teehhurata düşürür ve bu vechile kendi dolab-ı mefsedetini döndürür idi. Hatta Derviş Paşa sadaretinde bir gün akdolunan encümeni-i meşverette Rusyalı ile vuku’ bulan bir münazaaya dair mübahase olundukta ilan-ı harbe karar verilme derecesine gelip meclis dağıldığı zaman Derviş Paşa Halet Efendi’yi alıkoyup “Efendim, siz ilan-ı sefere karar veriyorsunuz. Hangi askerle Rusya’ya mukabele edeceksiniz. İbtida tanzim-i asker ediniz” dedikte Halet Efendi “bugün yeniçeriyi kaldırıp asakir-i muntazama yapmak mümkündür lakin arslanımı kim zabtedecek” demiş olduğu meşhurdur.


8 Haziran 2015 Pazartesi

YALANCI PEYGAMBER


Osmanlı Arşivi’nde Halepli İbrahim Musa Necm imzalı İbranice bir mektubun tercümesi bulunmaktadır. Mektubun aslı ortada değildir. Hariciye Nezareti Tercüme Odası’nda tercüme edilmiş. Tarihsiz olduğundan hangi padişaha gönderildiği anlaşılamıyorsa da tercüme metnin kâğıt ve antet özelliklerinden İkinci Abdülhamid’e gönderildiğini tahmin ediyorum. Bu devirde Osmanlı Devleti’nin her yerinden ipe sapa gelmez yüzlerce mektup rahatlıkla Yıldız Sarayı’na gönderiliyordu. Bunların ne kadarının saklandığını, arşivlendiğini bilemiyoruz.   Yine de İbranice olduğu için Hariciye Nezareti’ne gönderilip orada tercüme edilen mektubun aslı elimizde olmasa da tercümesi mevcut ve bir zihniyete ışık tutacak malumat içeriyor.

Beni İsrail peygamberleri sülalesinden ve Halep ahalisinden olduğunu belirten İbrahim Musa Necm mektubunu İbrani lisanında gönderdiğine göre Yahudi olduğunu düşünebiliriz. Mensup olduğu dini belli etmeden, “Vahdaniyet üzerine kurulmuş din-i mukaddes” diye belirttiği bir dinin hamiliğine soyunuyor. Hemen akla İslam Dininin kastedildiği gelebilir. Ne var ki kendine vahiy geldiğini iddia ederek, Hazret-i Hakk’ın kendini aracı kılarak gönderdiği emirlere padişahın uymasını telkin ediyor. Böylelikle yeni bir dinin peygamberi olarak kendini lanse ediyor. Vahiyle gelen emirleri tebliğ etmek için de padişahın huzuruna kabul edilmeyi bekliyor. Padişah bu emirlere uyarsa refah ve saadete ulaşacağını belirtiyor.  Aksi takdirde padişahın durumunun zor olacağını ima edip korunması için dua ediyor.

Daha önceden Halep ahalisi bu adamın kafası karışıklardan olduğunu saraya gammazlamış olmalılar. Bu ihbarların aleyhine kötü sonuçlar doğurmasını engellemek için de kendini ihbar edenlerin fısk u fücur ehlinden olduklarını iddia ediyor.  "Zaten daha önceki büyük peygamberler hakkında da böyle iftiralar atılmıştır" diyerek kendinin de bu büyük peygamberler silsilesinden olduğunu iyice ima etmektedir.

Bu tebliği yaparken Hazine’den para talep etmediğini söyleyip Taberiye bölgesinin idaresinin kendisine bırakılmasını rica etmesi hayli uyanık bir yalancı peygamber ile karşı karşıya olduğumuzu gösterir. Buradan toplayacağı vergileri Allah’tan gelecek vahye göre Hazine’ye teslim edeceğini söylemesi ise çok dikkat çekici.

Tarih içinde ve günümüzde bile çok sayıda örneğine rastlanılan bu zavallı sahte peygamberin mektubunu sizlere sunuyorum ama sakın ola ki “ kendi aracılık ettiği vahiy emirlerine uyulmazsa Devlet-i Aliyye’nin yirmi sene sonra komşularının eline geçeceği” kehanetinin doğru çıktığı gibi bir anlayışa kapılmayın. İman-İtikat meselesi açısından riskli olur. Benden söylemesi.

BELGE METNİ:

BABIALİ
NEZARET-İ UMUR-I HARİCİYE
TERCÜME ODASI
ADED

ATEBE-İ HAZRET-İ PADİŞAHİYE HALEP AHALİSİNDEN İBRAHİM MUSA NECM İMZASIYLA TAKDİM KILINAN İBRANİYÜ’L-İBARE ARZUHALİN TERCEMESİDİR

Cenab-ı Kadir-i Mutlak hazretleri ömr ü ikbal ve şükuh u İclal-i hazret-i padişahilerini müzdad u firavan buyursun âmin.

Kulları enbiya-yı Beni İsrail sülalesinden olup evkatımı ibadete ve Hazret-i İbrahim aleyhisselamın evlatları bulunan Beni İsmail ve Beni İsrail’in saadet-halleri duasına hasreyledim. Aceze ve fukaranın dualarını kabul eden Cenab-ı Hakk ve Feyyaz-ı Mutlak hazretleri beş sene mütemadiyen icra ettiğim savm ve ibâdâtı lütfen kabul buyurarak kullarına bazı hafâyâ ifşâ buyurmuştur. Şöyle ki;

-Evvelen; Sülale-i Hazret-i İbrahim ve ale’l-husus Devlet-i Aliyye büyük bir tehlike altında bulunmaktadırlar. Eğer zât-ı şevket-simât-ı hazret-i padişahileri bu kullarını hizmet-i şahanelerine kabul ve Cenab-ı Hak tarafından ifadesine memur olacağım mevâddı icra buyurmazlar ise Devlet-i Aliyye’leri ve Sülale-i Hazret-i İbrahim yirmi seneye kadar komşularının yed-i tasallutlarına geçecekler ve vahdaniyet esası üzerine müesses olan din-i mukaddes dinsizler tarafından paymal edilecektir. Fakat istida-yı acizi kabul buyurulduğu takdirde Sülale-i Hazret-i İbrahim mazhar-ı terakkiyat ve Devlet-i Aliyye’leri yirmi beş seneye kadar Düvel-i Muazzama’nın en büyüğü olacaktır.

-Saniyen; Memalik-i Şahanelerinin servet u şecaat u besâlet ve ulûm u fünûn merkezi olmasını istihsâl için Cenab-ı Hak tarafından bu kullarına vahyen bir çare,

-Salisen; Evlâd-ı vatanın talim ve terbiyesi için bir tedbir-i müessir dahi gösterilmiştir.

-Rabian; Taberiye kaplıcalarının her nevi ilel ve emrâza devâ-yı müessir olması için dahi ilham olundum.

-Hamisen; Cenab-ı Hak nur ve meserret kapılarını bu kullarına gösterdi. Padişahım Hazret-i Hakk’ın vesatat-i acizanemle ita buyuracağı evâmire imtisâl buyuracak olursanız nail-i refâh ve saâdet olacaksınız. Aksi takdirde  ……… Ya Rabbe’-l Âlemin,   Padişahımızı vikaye ve muhafaza buyur.

Merhamet-nisab efendim. Söylediğim şeyler on seneye kadar vuku’ bulmaz ise her nevi mücazata razıyım. Halep ahalisinden bazıları kullarının güya muhtelü’ş-şuur olduğumu iddia eylemişler ise de bunlar erbâb-ı hasettendir. Vaktiyle erbâb-ı fısk u fücûr enbiya-yı izam haklarında dahi enva’-ı müfteriyatta bulundukları gibi hemşehrilerim dahi bana iftiraya cüret ediyorlar. Etıbba tarafından muayene olunur isem eşhas-ı merkûmenin müfteriyatı meydana çıkar.


Şevket-penâhım, ahass-ı âmâlim Sülale-i Hazret-i İbrahim’in istihsal-i saâdet-hâlinden ve Devlet-i Aliyye’lerinin izdiyâd-ı şân u şevketinden ibaret olup Hazine-i Celile’den bir akçe iane talep etmiyorum. Matlûb-ı âcizî Taberiye şehrinin emr-i idaresinin on sene müddetle uhde-i çakeraneme lütfen ihale buyurulmasından ibarettir. Müddet-i mezkûre zarfında şehr-i mezkûrun kâffe-i vâridâtını sûret-i müstakimânede tahsil eyleyecek isem de kimseden ağır rüsum istîfâ etmeyeceğim. Hasılât-ı mezkûreyi Cenab-ı Hakk’ın bana irae edeceği ve vakt-i münasibinde huzûr-ı şevket-mevfûr-ı cenab-ı padişahilerine arz edeceğim veçhile menafi-i memlekete sarf eyleyeceğim. 

Ol babda ve katıbe-i ahvalde emr u fermân şevketlü kudretlü atufetlü padişahımız efendimiz hazretlerinindir.