9 Ekim 2015 Cuma

ONLAR SİİRTLİ VE VANLI, BİZ İSE OSMANLI


Birkaç gündür diken üstünde olan ülkemizin batısındaki nahoş olaylar toplumun büyük çoğunluğu tarafından kınandı. Birlik çağrıları peş peşe geldi. Kürtlere yönelik fiziki saldırılar en Türkçü siyasi parti dâhil olmak üzere asla tasvip edilmeyerek, Türk-Kürt beraberliğinin kaçınılmazlığı vurgulandı. Terör ve PKK’nın lanetlenmesi, her Kürdün PKK’lı olmadığı ısrarla vurgulandı.

Ben de üç dört günümü bu birlik çağrılarına Kürtlerin de aynı şekilde PKK terör örgütünü lanetleyerek destek vereceğini umarak geçirdim. Ne var ki Selahattin Demirtaş kendi parti binalarına, Kürtlerin ev ve işyerlerine olan saldırıları protesto ederken hükümetten güvenliğin sağlanmasını ısrar ve talep edeceğine Kürtlere çağrıda bulunarak parti binalarına, ev ve işyerlerine saldıranları analarından doğduklarına pişman ettirmeye çağırdı.

Demirtaş’ın daha önce de bu konuda sabıkası olduğundan alışkınız. Ben zaten ondan bu inceliği beklemiyorum. Ne var ki bu zamana kadar seslerini ve PKK’yı lanetlediklerini hiç duymadığım bilhassa doğu ve güneydoğudaki üniversiteler, akademik camia, Kürtten çok Türk müridi olan kanaat önderi denilen şeyhler, tarikatler, tekkeler şöyle bir araya gelip güçlü bir sesle neden haykırmazlar. Kanı dökülen, hunharca katledilen bu kadar asker ve polisin ailelerinin ve tüm toplumun yüreğini niye soğutmazlar. Bu konudaki suskunluklarına anlam veremiyorum. Yoksa biz çok mu safız. Kim olursa olsun Kürtlerin gizli bir ajandası mı var? Herkes bir vadeye ve takvime göre rolünü mü icra ediyor. Bu soruların cevapları bende yok ama doğru cevapların peşindeyim.

Bu yolda şimdilik, 1895 yılında Sultan Abdülhamid’e Kürtler ve Doğu Anadolu’ya dair sunulan uzun bir rapordan bölümler sunayım.

«Burada her şeyden evvel nazar-ı dikkate maruz bir şey var ki şimdiye kadar henüz hükumet-i seniyyemizle ahali ve tebaası arasında rabıta-i hasenenin adem-i husulüdür. Memurin, Kürdlerin idaremize duhullerinden beri Hükûmet-i Osmaniye’mize ısınamamış olmaları bilhassa ekser ahali Müslüman oldukları makam-ı mukaddes-i Hilafet’e yabancı nazarıyla bakmaları memurlarımız içün afv olunmayacak kabahat ve su-i idarelerindendir.»

«AHALİ- Müslümanlar umumen Şafii ve pek mutaassıp olduklarından bize Hanefi Müslümanlara dahi bir nev’i nefret ve tereddütle bakarlar. Onlar Siirtli, Vanlı biz ise Osmanlı yani yabancı ve ayrı gayrı görünmekten kurtulamamışız. Ulema ve meşayıh-ı Ekrad dahi işbu ayrı gayrılığı muhafaza ederek temin-i menfaate çalışıyorlar. Bunlar hükûmetin emrine bakmaksızın sellemehüsselam her yerde efkâr satarak gezerler ve halkın cehlinden bi’l-istifade hükûmetin zulmünden, meşrû’înin ademinden hatta Cuma içün izn-i Sultânî’ye hacet olmadığından bahsederek halkı hükûmetten tenfire ve himayelerinde yaşadıkları ağalara rabt ve takrîbe çalışıyorlar.»

«Aşayir efradı kasabalar ahalisinden daha bedbaht ve iki kat musibet içindedir. Şehirlerde yalnız memurlarımızın seyyiatına katlanan ahali dışarılarda fazla olarak ağalarının beylerinin dahi taat ve tekâlifine boyun eğmeye mecbur yoksa ma’dumdur.»

« “Bey demek bir kıt’anın hükümdarı ağa dahi tarafından mensûb memurları, bendegânı demektir” Vergi temettü vaktiyle pek nispetsiz tarh edilmiş olduğundan bir kısım halkın hicret ve felaketini memleketin harab ve hali kalmasını icab eylemiştir. Evvela emlak ve arazi vergileri hîn-i tevzi’de ifrat ve tefrit seyyiesine uğrayarak daima zuafâyı ezmiştir.»





Hiç yorum yok: