21 Ağustos 2015 Cuma

SULTAN BİRİNCİ ABDÜLHAMİD’İN MEDET UMDUĞU TILSIMLI YAZILAR (VEFK)


Avrupa 18. yüzyılda Osmanlı karşısında kesin üstünlük kazanmaya başladığında Aydınlanma ilkeleri ile bilim ve teknolojide hamle üstüne hamle yapıyordu. Bu zaman diliminde Sultan Üçüncü Mustafa’nın Prusya kralının başarılarında payı olduğuna inandığı müneccimlerini bir süreliğine kendisine emaneten vermesi talebiyle Ahmed Resmi Efendi’yi elçilikle Almanya’ya gönderdiği bilinen gerçeklerdendir. Ne var ki halefi Sultan Birinci Abdülhamid’in de Şamlı Şeyh Yusuf Kürdi isminde tılsım, vefk, define vb. gizli ilimlerle! uğraşan birinin himmetinden medet umduğu bilinmez. Osmanlı Arşivi’nde bulduğumuz bir belgede Batı Dünyası ile Osmanlı Âlemi arasındaki düşünce dokusu farklılığını ve günümüzde kapanmaz hale gelen makasın ilk o zamanlar açılmaya başladığının izlerini görmek mümkündür.

Rusya ile 1768’de başlayan savaşın sonlarında Sultan Birinci Abdülhamid’in hükümdarlığı başlamış ve savaşı bitiren Küçük Kaynarca Anlaşması ile Kırım’ı Ruslara kaptırmıştık. Bu sonuçta bir dahli olmasa da yıllarca Kırım’ı geri alabilmek hülyasıyla yanıp tutuşan Sultan Birinci Abdülhamid ömrünün sonlarına doğru Avusturya ve Rusya ile büyük bir savaşa girişmişti. Bu savaşın başlarında 1789’da vefat ederek yerini Sultan Üçüncü Selim’e bırakacak ve süren savaş ancak Avusturya ile 1791 Ziştovi, Ruslarla 1792 Yaş Anlaşması ile sona erecektir.

Bu iki savaş ve anlaşma arasında geçen hükümdarlık yıllarında çok gayret etmesine rağmen Osmanlının baş aşağı giden seyrini geri çevirememiştir. Avrupa, Aydınlanma birikimi ile bilim ve teknolojinin nimetlerinden istifade ederek her fırsat ve icadı Osmanlı aleyhine geliştirip kullandıkça Osmanlı da ara sıra çağına ayak uydurma girişimlerinde bulunmuş ama kifayetsiz kalan bu çabalar sönüp gitmiştir. Birinci Mahmud devrinden itibaren bilhassa Fransa’dan getirilen uzmanlarla başlatılan ve günümüzün İstanbul Teknik Üniversitesi’nin temeli olan Mühendishane’nin açılması, bürokrasi ve ordudaki yenileşme çabaları, en başta yeterli kadroların yetiştirilememiş olması, yüzyılların birikimi alışkanlıkların yeni yaklaşımlara uyarlanamaması gibi yetersizlikler yüzünden etkisiz kalmıştır.

Birinci Abdülhamid, Avusturyalılarla savaşın en yoğun zamanlarında bunalmış olmalı ki Şam’lı Şeyh Ahmed Kürdi’den gelen, tılsımlar, vefkler, sihirlerle düşman üzerine galibiyet vaatlerini bir çırpıda reddetmek yerine,  Arapça mektubun çevirisini bildiren sadrazamın telhisi (özeti) üzerine el yazısıyla bu tılsımların tecrübe edilmesi için şeyhin Şam’dan İstanbul’a getirilmesini emretmiştir.

Mektubun aslı elimize geçmediğinden sadrazamın özeti üzerinden olayı tahlil etmeye mecburuz. Şeyh Ahmed’in kimliği hakkında kaynaklarda bir bilgiye şimdilik rastlayamadık. Kendi ifadelerine göre Şeyh Yusuf Kürdi adında birinin oğlu olup, tılsım, vefk fennini babasından öğrenmiş. Babası ihtiyar halinde oğluna nasihat edip ömrünün sona yaklaştığını, deniz gibi ilminden! çıkarılacak büyük bir vefki Osmanlı Devleti’ne hediye etmeyi arzulamış. İslam’ın zaferi, kafirlerin kahrolması için on bin haneden ibaret büyük bir vefki tam bir senede tamamlamış. Bunu hediye etmek için 1199 Hicri-1785 Miladi tarihinde gemiyle İstanbul’a gelmişler ama yolda rahatsızlanan babası otuz gün içinde ölmüş. Bunun üzerine  oğlu Şeyh Ahmed elem ve kederinden Şam’a geri dönmüş. Buradan itibaren kendi ifadeleriyle “Şam-ı Şerif’e avdet eyledim ve işittim ki vezir-i sabık azl ve kaviyyüddin ahar vezir geldi. Şöyle ki salihleri sever ve kefere milletine dahi buğz ve adavet eder. Binaenaleyh bu kıssayı ihbar etmeğe murad eyledim” demektedir. Anlaşılan İstanbul’a geldiklerinde sadaret makamında Sadrazam Halil Hamid Paşa oturmaktadır. Birinci Abdülhamid’e darbe hazırladığı ithamıyla 31 Mart 1785 tarihinde azledildikten sonra idam edilen bu sadrazam hakkında devrinin bazı kaynaklarında “Mason” olduğu iddiası varittir. Muhtemeldir ki tılsım, vefk gibi şeylere itibarı olmayan Halil Hamid Paşa ile görüşemediler ve Şeyh Ahmed buralarını mektubunda anlatmadı. Çünkü ondan sonra sadarete gelen “dini kavi diğer vezir” olarak bahsettiği Hazinedar Şahin Ali Paşa Danişmend’e göre kölelikten yetişme ve ümmi. Halep Valiliği zamanında Şeyh Yusuf ve oğlu Ahmed’i de tanıma olasılığı yüksek. Böyle tılsımlı işlere de ilgisi olmalı ki Şahin Ali Paşa’nın sadarete geçtiğini duyan Şeyh Ahmed elem ve kederi bertaraf ederek hemen yeni sadrazama bu mektubu yazarak yarım kalan padişaha ulaşma girişimini yeniden başlatmaktadır.

Dünya mansıp ve makamlarından bir talebi olmadığını iddia eden Şeyh Ahmed, kimya ilmiyle de uğraştığını, zehir gideren yüzük yaptığını, define bulma gibi özelliklerini de peşpeşe sıralayarak, ısrarla İstanbul’a gönderilmesi için Şam valisine bir emir yazılmasını rica eder.

Anlattıklarında ilginç bulduğum husus vefkinin özellikleridir. Tüfek atışlarında nişan desteği olarak kullanılan üçayak, sehpa adını verdiği düzeneğin altına bu vefk yerleştirilip, özel buhuru da yanında yakılırsa hareket edip değirmen taşı gibi döndüğünü iddia etmektedir. Bu vefkin dönmesiyle düşman ordularının nasıl kahrolacağını anlatmamaktadır ama vefkinin aynısını yapmağa gücü yetecek tek bir kişinin olmadığını da belirtir.

Telhisi sonuna kadar ilgiyle okuduğu anlaşılan Sultan Birinci Abdülhamid, anlatılanlar doğru ise bundan daha faydalı bir şey olmaz, doğru ise hizmet etmiş, yalan ise yalancı olmuş olur diyerek Şeyhin gizlice İstanbul’a getirilmesini emreder.


METİN


Benim vezirim,

İşbu mütercem olan tahriratınız tamam vaktimize göre zuhuru sahih ise Devlet-i Aliyye’ye harben ve mâlen bundan ziyade fevayidi melhuz olmaz. Sırren zât-ı maarifi vali-i Şam tarafından davet ve menzil ile gelmesi ve geldikte bakalım davası sahih olur ise tamam hizmet etmiş olur. Edemez ise kezzâb olmuş olur. Heman def’-i şübhe getürdesiz, imhal olmasun.

Şevketlü, kerametlü, mehabetlü, kudretlü, veliyyinimetim, efendim, Padişahım.

Bu defa Şam-ı Şerif sükkanından Şeyh Yusuf Kürdi’nin oğlu Şeyh Ahmed nâm bir kimesne tarafından çakerlerine Arabiyyü’l-ibare bir kıt’a kaime ve derununa melfufen bir kıt’a şukka vürud etmekle hulasa-i tercemesinde merkum Ahmed’in pederi ulema-i Irak’dan olup ancak vatanından Şam-ı Şerif’e hicret ve anda tavattun edip ve pederi merkum Yusuf Kürdi cemi’ fünûn-ı garibeye âlim ve ârif olduğunu ve hatta hükemaya mahsus olan tılsımlar ve rasadlara ve evfak fenlerine dahi âlim olup vakta ki günlerden bir gün pederim ile tenha oturur iken “ey benim oğlum, ekser ömrüm geçti ve mevt karib oldu ve çünkü bu ilimleri bilirim, lazım oldu ki benim bahr-i ulûmumdan bir tılsım-ı azim ve vefk-ı cesim istihrac ve Devlet-i Osmaniye’ye ihda edeyim ki nusret-i İslam ve kahr-ı küffara sebep olsun” deyü bana bir vefk-ı azim istihracını emreyledi. Ve hâlbuki ol vakitlerde pederimin cemi bildiklerini ben dahi andan taallüm etmişidim ve bilür idim. Binaenaleyh on bin hane olmak üzere bir vefk bir sene-i kamilede yazdım ki tecrübe ve delili zahir ve kolaydır. Mesela bu vefki üç ayaklı bir şeyin altına yani tüfenk vaz’ edip nişan attıklarında istimal olunan üç ayaklı sehpa dedikleri şeydir. İşte anın veyahut anın misillü üç çubuğu bir yere getirip başlarını bir parça sicim ile bağlanıp yere vaz’ olunsa sehpa olur. Anın altına vaz’ olunsa ve o vefika mahsus buhur ile tebhir olundukta o vefk taharrük eder ve döner. Güya hemen değirmen döner gibi döner ve Vacib Teala hazretlerine kasem eder ki yeryüzünde cemi nas müctemi olsalar böyle bir vefk yapmağa kadir olamazlar. İşbu vefki yaptıktan sonra bin yüz doksan dokuz senesinde pederim ile gemiye süvar ve İstanbul’a müteveccih olduk. Lakin bi-takdirillahi teala gemide pederim hasta oldu ve eğerçi İstanbul’a dâhil olduk lakin pederim otuz gün yaşadı ve badehu vefat eyledi ve beni dahi hüzn ü elem istiab etmekle tekrar Şam-ı Şerif’e avdet eyledim ve işittim ki vezir-i sabık azl ve kaviyyüddin ahar vezir geldi. Şöyle ki salihleri sever ve kefere milletine dahi buğz ve adavet eder. Binaenaleyh bu kıssayı ihbar etmeğe murad eyledim. Hatta fütuhata sebep ola ve eğer muradınız olur ise Şam valisine bir mektup tahrir ve bana dahi bir kâğıt tastir ediniz ki beni İstanbul’a göndersin. Vardığımda senin için bir tılsım yaparım ki cemi’ âlât-ı harbi senden def’ eder. Ve hâtem yaparım ki semmi giderir. Ve ben bu hususta bir nesne arz ve talebim yoktur. Zira bu fen ashabı dünyaya muhtaç değildir. İnşallah beni ve ahvalimi müşahade eylediği[ni]zde benim sıdkım malum olur. Ey vezir-i azam malumun olsun ki ben bir recülim. Allahü teala hazretleri ulum-ı garibeyi ihsan etmiştir. Cümleden biri ilm-i kimyadır ve bu fennin cüziyat ve külliyatına ârif olduğumdan Devlet-i Osmaniye’ye bunu dahi bildireyim ki zira bu ilm mülûk ve selâtine layıktır. Ve ben dünya ve manasıba muhtaç değilim. Mücerred garazım bu fenni hazine-i mülûka isal ile nusret-i İslam ve dine sebep olmaktır. Ve yine ben cenab-ı melik içün bir tılsım yapayım ki cümle yeryüzünde olanlar yapmağa kadir olmayalar. Ve ben bazı defineler dahi feth ederim ki gayrıları kadir olamazlar ve o define ve kenzler içün vaz’ olunan rasadları dahi def’ ederim. İnşaallah bu surette bir saat mukaddem tatar ile vali-i Şam kullarına ve bana kâğıtlar gönderesiz hatta tatar ile terfikan menzil ile beni göndersün deyü Arabi kâğıt ve şukkanın hulasa-i tercemesi bundan ibarettir. Bi-avnihi teala dediği gibi Şam valisine nihani bu tarafa göndermek üzere bir mektup ve kendüye dahi gelmek üzere ahar bir kâğıt gönderilür ve geldikte bu dahi tecrübe olurur. İşe yarar ise febiha yaramaz ise yine iade olunur. Emr u ferman hazret-i men-lehül emrindir.







Hiç yorum yok: