21 Haziran 2015 Pazar

GEYİKLİ BABA'YA DAİR [1] RAKI VE ŞARAP MESELESİ


Bugün "Kesmeşeker" adlı bir müzik grubunun "Geyikli Baba Uzaylılar Şarabı" adlı saçma sapan sözlerden ibaret şarkısını duydum. Hafakanlar bastı. Dar ve sınırlı bir çevrenin inhisarındaki yalan-yanlış bilgilerin popüler müziğe malzeme edilip kamuoyuna sunuluş tarzı beni aşırı rahatsız etti.
Neden böyle oldu? İşin bir evveliyatı var. Hilmi Ziya Ülken 1924 yılında "Anadolu Tarihinde Dini Ruhiyat Müşahedeleri" adlı bir makale yazdı. Osmanlı Arşivi'nin ilk tasnif heyetlerinde yer alan Ahmed Refik [Altınay]ın arşivde bulduğu çok eski ve eksik bir belgede Orhan Gazi'nin Geyikli Baba'ya rakı ve şarap gönderdiği yazılıydı. Bu belgeye dayanan makale öylesine kabul gördü ki Geyikli Baba'nın meyhor olduğu, rakı ve şarap içtiği en aklı başında olması gereken ilim erbabı tarafından da sorgusuz sualsiz kabul edildi. Oysaki Ahmet Refik bu makaleden üç sene sonra “Bizans Karşısında Türkler” adlı kitabını yazdığında belgenin tamamını neşretmiştir.Üstelik Osmanlı Arşivi'nde bu belgeler sapasağlam vaziyette araştırmaya açık bulunuyordu. Birbirinden nakletmekle alim olmak yerine kuşkuya kapılıp belgeyi yerinde görmek isteyen biri de çıkmamış. Aslında bazı “Tevarih-i Al-i Osman”larda belgenin eksik kısımlarını tamamlayan malumat zaten yazılıydı. Bu yeni malumata istinaden eski hatalı tezlerin tashihi gerekirdi ama ne yazık ki günümüze kadar sayısız makalede Geyikli Baba’nın şarab ve rakı içtiğine yönelik iddia gerçeğin ta kendisi olarak yayıldıkça yayıldı. Hilmi Ziya Ülken belki belgenin ikinci sayfasını görmedi, belki belgeyi aktaran Ahmed Refik kasıtlı olarak Ülken’i yanılttı. Bu ihtimaller üzerine kesin bir iddiada bulunamam ancak Ahmet Yaşar Ocak’a kadar aynı batıl iddianın tekrarında inat edilince tarihin kasıtlı olarak tahrif edildiğini söyleyebilirim.
Olayın aslı şu şekilde cereyan etmiştir; Orhan Gazi yanındakilerden medhini çok duyduğu bazılarının da belki gözden düşürmek için “Meyhor” olduğunu söyledikleri Geyikli Baba’ya iki yük rakı ile iki yük şarap göndermiştir. Geyikli Baba aslında şarap ve rakı olan yükleri kabul etmiş ve yanındaki Balım Sultan’a “padişah bize iki yük bal ve iki yük yağ göndermişler” diyerek keramet göstermiş ve onlardan zerde-pilav yaptırarak padişaha iade etmiş. Aynı zamanda kazanların altındaki kordan aldığı bir parçayı da pamuğa sardırarak Orhan Gazi’ye göndermiştir. Bu vaziyet karşısında aklı başından giden Orhan Bey, Baba Sultan Tekke’sini ziyaret ederek Geyikli Baba’ya “Bizim de bir hissemiz olsun, gözünün gördüğü yeri vereyim” teklifinde bulunur. Bu soruya Geyikli Baba “Bizim gözümüz çok yere bakar” diyerek zahiri âlemde gördüklerinin Orhan Gazi’nin sınırlı dünyasının çok çok üzerinde olduğunu vurgulamıştır. Yine de padişahların ikramını geri çevirmek uygun bulunmadığından olsa gerek kendi fethettiği tekke ve civarının verilmesini kabul etmiştir.
Kor ve pamuk metaforunun daha başka menkıbelerde de geçtiğine dair itirazlara hiç gerek yoktur. Bu belge ve anlatıdaki şekliyle Orhan Gazi ve Baba Sultan'a özgü bir haldir.
İşte yıllardır “Orhan Gazi’den Geyikli Baba’ya rakı ve şarap gönderildi, Baba ve müritlerinin de bu içkileri içtiğine dair dolaşan rivayetlerin aslı astarı bu kadardır. Hilmi Ziya Ülken’in göremediği ikinci sayfa belge dahil olmak üzere bu orijinal belgeleri ve çevriyazısını yayınlıyorum.
METİN.
Kutbü’l-arifîn Şeyh Geyikli Baba Hoy’dan gelmiştir. Ulu geyiğe binip gelmiştir. Geyikler kendine musahhar imiş. Gelip İnegöl’de mekân tutmuş. Merhum Sultan Orhan padişah hazretlerinin fethinde merhum Orhan ol kıyıları [herkes farklı okumuş, belki imla hatası var, kapı yazılmak istenilmiş olabilir] fethederken Kutbü’l-arifîn Şeyh Geyikli Baba dahi ol cânibde üç yüz altmış kapılı bir kilise varmış. Kızıl Kilise demekle meşhur imiş. Ol kiliseyi kendiler[i] fethetmişler. Cenk ederken bir kestan[e] ağacı varmış. Cengi eder edermiş. Ol kestaneye vardıkta ol kestane yarılıp Baba’yı saklar imiş. Kâfirler arar bulamazlar imiş. Sabah gene çıkıp kâfirlerle cenk ederdi. Erenlerle bu nev’le alınmıştır. O zamanda Hazret-i Orhan padişah şöyle haber vermişler ki “Hoy’dan bir er gelip ulu geyiğe binip Kızıl Kilise’yi aldı” deyü cevap vermişler. Vardıklarında merhum Orhan padişah “Baba meyhordur” deyu iki yük arakı ve iki yük şarap gönderüp Baba dahi yanındaki Balım Sultan[a] cevap verip “padişah bize iki yük bal ve iki yük yağ göndermişler” deyü bir kazan getirtip ateş yaktırıp kaynattırıp içine pirinç koyup a’la zerde olup getiren adam nazarında ve hem onunla biraz zerdeden padişah[a] gönderip ve hem altında yanan ateşten biraz kor bir panbuk içine koyup padişah[a] göndermiş. Padişah onu görüp bî-ihtiyar nazarlarına varıp onlar dahi gaibden taam getirip ziyafet etmişler. Musahabette Baba’ya padişah “Hazret bizim dahi bir eserimiz olsun. Ne dilersen vereyim, gözün baktığı yeri vereyim” demiş. Onlar dahi “benim gözüm çok yer bakar ve illa benim feth etticeğim yeri verin” deyip padişah hazret dahi iki pare kendinin fethettiği köyü onlar[a] vakfetmiştir. Ol vakıf olan köyler mahsulünden Baba’nın üzerinde umaç şorbası [çorbası] pişip ayende ve revende ve fukaraya bezl olunur. Baba bile cevap edip “her kim Baba Çorbası ister bende sakin olsun ve her kim pilav zerde ve nefayis isterse Tahtalıköy’e gitsin. Ol zaman Bursa’ya Tahtalıköy derler imiş. Ve dahi şikar-ı hümayununuzda buyurduğunuz Geyikli Baba’nın ve Balım Sultan’ın örtüsü tecdid olup kırk kazan keşkek üç tane sığır ve üç mut [mud: ölçü birimi] un yufka ve on kazan pilav ve on koyun dahi kurban ihya olmuştur gönderdiğiniz otuyla…













2 yorum:

Unknown dedi ki...

Sinan Bey, çok güzel bir konuya temas etmişsiniz. Ben de naçizane bu konuyla ilgili bir yazı hazırlıyordum. Yazıma ‘Geyikli Baba’nın Ruhaniyetinden İstimdat’ şeklinde bir başlık bile düşünmüştüm. Çünkü konunun çok garip bir seyri var. Daha işin en başında gariplikler de başlıyor…

Hilmi Ziya Ülken, 1924 yılı Haziran ayında Mihrab mecmuasında bir makale yayınlıyor. Makalede Ahmed Refik’e atfen Divan-ı Hümayun Kuyudatındaki bir belgeden bahsediyor, belgenin ilk sayfasını yayınlıyor ve “vesika harap olmuş cümle nakıs kalmış” diyerek devamının olmadığını belirtiyor.

Genelde belgenin ilk yayınının bu olduğu bilinir veya öyle zannedilir. Halbuki bu belgeyi Hilmi Ziya’dan daha önce 1923 yılında Ahmed Refik Bey kendisi yayınlamış. [Bkz. Ahmed Refik; Türkiye Tarihi, (Orta Asya'da Türkler: Hiyong Nu'lar, Tokyolar - Maveraünnehr ve Anadolu’da Türkler : Karahanlılar Devleti, Gaznevî İmparatorluğu, Selçukî İmparatorluğu - Anadolu’da ve Avrupa’da Türkler : Osmanlı İmparatorluğu, Türkiye Cumhuriyeti) Birinci Cilt, Kable’l-Milad 2500-1066, Kitabhane-i Hilmi, Evkaf-ı İslamiye Matbaası, İstanbul, 1923-1342, s.349 (Kitabın kapağına 1923-1342 miladi-hicri tarihler birlikte yazılmış. Hicri 1342 yılı 14 Ağustos 1923 tarihinde başlıyor, 1 Ağustos 1924 tarihinde sona eriyor. Bu durumda kitabın Miladi 1923 yılı Ağustos-Aralık ayları arasında yayınlandığı kabul edilebilir)].

Ahmed Refik, bu kitabın 349.sayfasında “Geyikli Baba hakkında Hazine-i Evrak’da şu vesika mevcuddur” diye başlayıp belgeyi birebir aktarmış. Hilmi Ziya’nın eksik dediği sayfalar da var. Sadece henüz arşivde numaralandırma yapılmadığından belgenin tasnif numarası yok. Ahmed Refik, 1927 yılında Bizans Karşısında Türkler kitabında belgeyi yine yayınlamış. Hatta bu yayında belgenin sonundaki şiirler de aynen var.

Hal böyleyken, belgenin tamamı ortadayken ve hem daha önce hem daha sonra tümüyle yayınlanmışken nedense ilim erbabı bunu görmezden gelmiş. Hilmi Ziya’nın eksik yayını tercih edilip “Baba meyhordur” sloganıyla alabildiğine yayılmış. Bu husus -sizin de belirttiğiniz gibi- en aklı başında bildiğimiz ilim erbabı tarafından bile sorgusuz sualsiz kabul edilmiş. Sanki belgeyi bu haliyle kullanmak herkesin işine gelmiş. Geyikli Baba’nın Bektaşi olduğunu teyid etmek veya vurgulamak için belge özellikle bu şekilde kullanılmış. Bunun pek iyiniyetli bir yaklaşım olduğu söyleyenemez.

Niyazi Topçu-Bursa

Öte yandan, belgenin farkına(!) varılmasından sonraki durum da bence çok garip. İlk olarak Ahmet Yaşar Ocak belgeyi Kalenderiler adlı kitabının II.baskısında (1999) Ekler bölümünde yayınlamış. Hoca belgeyi yayınlamış ama kitabın içeriğindeki Geyikli Baba bahsinde hiçbir düzeltme yapmamış. Sadece dipnotta (s.84, dn.114) belgeden kısaca bahsederek, belge fotokopisinin kendisine Irene Beldiceanu tarafından verildiğini söyleyip teşekkür etmiş ve belgede “Geyikli Baba’nın Kızılkilise’yi fetih menkıbesinin” anlatıldığını belirtmiş. Başka hiçbir açıklama yok. Yani belgenin bugüne kadarki eksik, hatalı ve yanlı kullanımından hiç bahsetmemiş. A.Y.Ocak’ın görebildiğim sonraki yayınlarında da hiçbir düzeltme yok.

Tespitlerime göre, belgenin hatalı kullanımından bir nebze olsun bahseden ilk akademisyen Haşim Şahin. Haşim Hoca, Uluslararası Türk İnanç Önderleri Kongresi (2001)’ ndeki bildirisinde bu konuya kısmen temas etmiş ama o da dolu dolu bir tenkit yapmamış. Sadece “belgede Baba’nın şarap içtiğine dair yoruma ulaşılabilecek bilgi mevcut değildir”, “bu belgeye dayanarak Baba’nın içki içen meyhor biri olduğuna karar vermemiz çok zordur” gibi yüzeysel açıklamalar yapmış.

Devamı var...

Unknown dedi ki...

Devam...

Akademisyenler dışında konuya ilk temas edenler Babasultan Köyü ile ilgili bir kitap hazırlayan Hüseyin Delil ve Mehmet Usta isimli araştırmacılar. Bu yazarların 2008 yılında basılan Tarih ve Kültürüyle Babasultan (Geyikli Baba) Köyü adlı kitapta belgenin tamamını yayınlayarak hatalı noktalara kısaca değindikleri görülüyor.

Akademik camia dışındaki yayınlara en iyi örnek, Hakikat Dergisinin 192.sayısında (Eylül 2009) Hakan Yılmaz adıyla "Geyikli Baba Hakkında İlginç Bir Vesîka ve Zamâne "Tahrifçi"lerinin Ortaya Attığı Çirkin İftirâ” başlığıyla çıkan yazı. Burada konu oldukça iyi özetlenmiş ve yapılan tahrifat vurgulanmış.

Ancak gerek akademik gerekse akademi dışı yayınların son derece cılız kaldığını, hala bu konunun gerektiği şekilde ve yeterince vurgulanmadığını söylemek gerekir. Yapılan yayınlar sadra şifa değildir. Zira, ortada 70-80 yıldan beri sürdürülen vahim bir hata vardır; ilgili-ilgisiz, bilen-bilmeyen, iyiniyetli-kötüniyetli pek çok kişi bu yanlışa düşmüş, bunu uluorta kullanmıştır. İş, “onların kola içen Noel Babası varsa, bizim de rakı içen Geyikli Babamız var” boyutuna kadar ulaşmıştır. Artık bu konu yüzeysel ifadelerle geçiştirilemez. Genelde tüm ilim alemimiz, özelde ise tarihçilerimiz ve ilahiyatçılarımız Geyikli Baba’ya karşı büyük bir vebal altındadır, çok büyük özür borçludur. Üst düzey akademisyenlerimiz üst düzey yayınlarda bunu dile getirmeli, belgenin bugüne kadarki yanlı ve yanlış kullanımını vurgulamalı, altı çizili kalın harflerle gerekli ve doyurucu izahat yapmalıdır. Bence öncelikli görev, hem bu işin en yetkin uzmanı, hem İslam Ansiklopedisi’ndeki Geyikli Baba maddesinin yazarı hem de belgenin son halini yayınlayan kişi olarak Ahmet Yaşar Ocak’a düşmektedir.

Sözlerim sakın yanlış anlaşılmasın. Ben Geyikli Baba ile ilgili bilinen herşey yanlıştır, hepsi düzeltilsin demiyorum. İşin o tarafı tartışılır, o konu farklı boyutta ele alınır. Ancak, hiç olmazsa şimdiye kadar sırf bu belgeden ve belgenin eksik kullanımından kaynaklanan hatalar düzeltilsin, iyice uç noktalara varan ipe sapa gelmez yorumlar artık son bulsun, bunların önü kesilsin diyorum vesselam.

Bu arada belge hakkında birkaç tespitimi dile getirmek istiyorum. Anladığım kadarıyla belge Orhan Gazi’den sonraki dönemde bir nevi rapor mahiyetinde devrin pâdişâhına hitaben yazılmış. Katip biraz sorunlu, özellikle (r) özürlü. Belgeden pâdişâhın bir av sırasında Geyikli Baba ve Balım Sultan’ın türbesine uğradığı, türbe örtülerini eskimiş görüp değiştirilmesini istediği ve bir ziyafet verilmesini emrettiği anlaşılıyor. Belgeyi düzenleyen şahıs ise emredildiği üzere örtünün yenilendiğini ve kurbanlar kesilip ziyafet verildiğini padişaha bildiriyor. Ayrıca belgeyi yazan kişi Geyikli Baba hakkındaki bazı rivayetleri ve kerametleri de yazıya dahil etmiş.