17 Ocak 2015 Cumartesi

OKMEYDANI VE OKÇULUK






Ahmed Safi Efendi'nin "Sefinetü's-Safi" nâm dev eserinde Okmeydanı ve Okçuluk tarihimize ait orijinal malumatı sizlere takdim ediyorum. Fotokopide okunamayan bazı yerleri var ama yine de mânâ kaybolmuyor. 

OKMEYDANI

Okmeydanı Mescidi’ni Fatih Sultan Mehmed bina edip sonra Bayezid-i Sani müstakil vakıf tayin ile tekye ve matbah bina eyleyip daha sonra mülûk ve vüzera ve sair bazı ashab-ı hayr vakfına zam ile taamını teksir ve mahallini tevsi’ eylemişlerdir. 1184 senesi kazasker muhzırlarından el-Hac Ebubekir Ağa bir minare bina eylemiştir. 1234 senesi Mahmud-ı Sani mezkûr tekyeyi ve cami-i şerifi tecdîd ettiği esnada minaresini de resm-i cedîd üzere bina ettirdi. Sene-i mezbûre Cumadelulâsının yedinci yevm-i hamsinde ba’delasr lodos tarafından hübûb eden şedîd rüzgâr minarenin nısfından ziyadesini yıktığından tekrar bina olunmuştur ve mahall-i mezburda minberi Ahmed-i Salis bina etmiştir.

Kasr-ı Hümayun tahtında bir kuyu olup tekyenin de iki kapısı vardır. Minberin evvel banisi 1035 senesinde eşkıya yedinde şehid olan sadaretten ma’zul Gürcü Mehmed Paşa’dır. Minberin kapısı üstünde bu tarih mesturdur:

Bu makâmı yapdı çûn Gürcü Mehemmed Paşa
Gördüler anı yerinde hayli tahsîn ettiler
Bir namazgâh oldu hakkâ şimdi Okmeydanı’na
Bu fezâ-yı bî-nazîre necm-i hayrı sacdılar
Olmamışdı bu ârâya bundan evvel hiç nazar
Bu binâyı gördüler cândan duâlar etdiler
Bu makâmı göricek Hâ’if dedi târîhini
Hay mahallinde acib mihrâb u minber yapdılar
sene (1034)

Etrafında kemânkeşlerin taşları vardır ki ekserinin tarihleri üzerinde yazılmıştır. Hattâ Tozkoparan Ahmed Ağa merhumun taşında bu beyt yazılmıştır ki budur:

Sahibü’l-menzil fi’l-meydân / Ellezî ismuhu Tozkoparan

Eş-Şeyh ale’l-ma’rûf bi-İdrisi’l-Reisi’l-Meşhûr bi-Muhtefî-i Bayrâmî dahi meydan-ı mezbûrun aşağı tarafında tersane verâsında medfundur. 1034 tarihinde vefat etmiştir. 1134 senesinde vefat eden fudelâ-yı şöhret-şi’ârdan Ayasofya-i Kebir vâizi Fazıl Süleyman Efendi de meydan-ı mezbûr mekâbirine defnolunmuştur. Ve sâir mekâbir-i meşhûre çoktur. Selim-i Salis’in taşları vardır. Mahmud-ı Sani’nin 1233 senesi Cumadeluhra’nın beşinci Salı günü kabza aldığı esnada bir âlî ziyâfet tertip olunup Gümrükçü Eğinli Osman Ağa “Ziyâfet Emini” nasbolunmuş ve cümle kemankeşlere alâ-merâtibihim taraf-ı Şâhâne’den bohçalar ve atiyyeler verilmiştir. O esnada mazhar-ı iltifat-ı Pâdişâhî olan Okmeydanı Şeyhi Hafız Efendi bi-hikmeti’l-lahi teala kara sevdaya mübtela olarak evail-i Ramazan-ı Şerif’te piştov ile kendisini helak eylemiştir. (fi sene 1237) (Hadikatü’l-Cevâmî’den hulasa)

Okmeydanı Dergâhı her sene rûz-ı Hızır’da açılır rûz-ı Kasım’a kadar altı ay devam eder. Yevm-i mahsusları Pazartesi ve Perşembe günleridir. Bu altı ay için Tersane’den beheri yetmiş dirhem olmak üzere dört bin adet has olarak nan-ı aziz i’ta olunur. Mülûk-ı sâlife-i Osmaniye ve sair ashâb-ı hayr taraflarından vakfedilmiş olan enva’ et’ımadan mâ’adâ rûz-ı Hızır’da her sofra için bir adet büryan kuzu da verilir. (1- Kemânkeşlerin ta’âm ---- ettikleri sofra iyi müdevverü’ş-şekl, meşinden …..) Kemânkeşler ta’âmı gayetle acele ekl u tenavül etmeleri usuldendir. Mesela bir sahan yemek beş dakika zarfında ekl olunur. Dergâhın ilk küşâdı haftasında bir top kumaş ihzâr olunarak iki adet nişangâha kemânkeşler ok atarlar. Her kimin oku nişangâha isabet eder ise bu kumaş onun boynuna ve eğer iki kişinin oku isabet eylerse bu kumaş ortasından kesilerek münasıfeten bunların boyunlarına sarılarak dergâhda şeyhin huzuruna getirirler. Şeyh Efendi bunların isimlerini defter-i mahsusuna kaydeder. Bu âdet her sene dergâhın ilk küşâdı haftasında yapılırsa kemânkeşlerin attıkları oklarda isimleri yazılırdı. Şeyhlik evladiyet olmayıp en mâhir kemânkeş münhal vukû’ında bi’l-intihab dergâh-ı mezkûra şeyh tayin olunur. Fatih Sultan Mehmed’in yaptığı camiden mâ’ada padişahlar için daire-i mahsusa ve vasi’ ahır ve müteaddid odalardan başka bir de meydan odası olup şeyhe mahsustur. Bu odada Şeyhürrimat yani Müslümanlarca “kemânkeşlerin pîri” olan Aşere-i Mübeşşere’den Sa’d bin Vakkas Radiyallahu anhu hazretlerinin ism-i şerifi ve güzerân eden ve eslâftan olan kemânkeşlerin esâmîsini havi hutut-ı nefîse ile yazılmış gayetle müzeyyen birer adet levhaları ve eserleri mevcut idi. Bu eserler arasında bir ok iki tarafından ve ortasından delmiş bir şişe görülür ki ne şişe kırılmış ve ne de ok şişeden çıkarılmıştır. Kemânkeşlerin ekserîsi saray mensuplarından ve hâdım ağalarından müteşekkil ve efrâd-ı ümmetten de pek çok kemânkeşler var idi. Beher hafta Pazartesi ve Perşembe günleri içtima vuku’ında münâvebe tarîkıyla kemânkeşler üç sınıfa taksim olunurlar. Bir kısmı o gün ok atar, onlara o gün “kemânkeş” tabir ederler, diğer kısmı o gün taama nezaret eder ve gelen misafirleri ağırlar bu kısma “taamkeş” derler. Üçüncü kısmı da temâşâya gelen halkı atılacak ok hududu haricinde bulundurmak ve kaza vukû’ına meydan vermemek ve kargaşalık çıkarttırmamak için intizamı muhafazaya memurdur ki bu kısma da “tabankeş” namı verilir. Hikmet-i İlahî kazâen bir Müslümana ok isabet etse ve derince de ceriha yapsa tedavi ile cerihası iyi olur. Fakat gayrimüslime isabet eylese ve cüz’î bir ceriha yapsa ve her ne kadar tedavi edilse ifakat bulmaz. Sebeb-i mevti olur. Kemânkeşler arasında mektûm tuttukları bir (sır) vardır ki harice ifşâ o sırrı kemankeşlerden gayrisi bilmez. Kemânkeşler ibtidâ (kepâze) dedikleri gevşek talim yaylarıyla talim ederler ve bir de ok atacakları vakit kemânı çektikleri hinde (Yâ Hak) deyü nidâ ederler. Hoca Neş’et Efendi merhum şu beytinde

Ne hava ve ne kemân ve ne kemânkeş ancak
Erdiren menziline tîri nidâ-yı Yâ Hak

Diyor. Vâkı’a öyledir. Asrımızda Sultan Aziz merhum arasıra dergâha gelir. Kemânkeşlere tablaya ok attırır ve her bir kemânkeşe beşer yüz kuruş altın pare ile bohçalar derûnunda olduğu halde kumaşlar hediyeler ihsan eder idi. Ahîren Abdülhamid-i Sani’nin mabeyn kitabetinde bulunan şeyhin biraderi Fazıl Bey ve Mevlevi Zeki Dede o zamanki kemânkeşlerin meşhur ve mahirlerinden idi. Kemânkeşlerde sinir ve zîk-ı sadr illetleri bulunmaz. Çok muammer olduğu halde ihtiyarlık zamanında ve ömrünün ahir vakitlerine kadar elleri ve sair uzuvları titremez. Şeyhülhattatin olan Şeyh Hamdullah Efendi merhumun muammerinden olduğu cihetle âhir ömürlerine kadar elleri titrememiştir. Çünkü şeyh merhum kemankeştir. Şeyhlik unvanı bir hattatlıktan dolayı olmayıp fevkalade ok attıklarından nâşîdir. Ok talimi Müslümanların cimnastikidir. Dergâhtaki odaların her birinde gayetle güzel antika oklar yaylar kirişler ve bunlara müteallik bir çok âlât ve edevât-ı kavsiyye bulunur idi (A’te’l kavsi erbâbihâ) kavsi erbabına ver. Biz Türkler kavsi erbabına vermediğimiz için başımıza neler gelmedi; daha kimbilir neler gelecek. İstanbul’da Sultan Bayezid’de Okçularbaşı denilen caddede okçu dükkânları vardı. Şimdi yalnız namı kalmış. Ve o caddede mevcut olan dükkânları kunduracı ve sair esnaf işgal etmiştir. Okmeydanı’ndaki cami ve dergâh ve dergâhın müteferriatı kâmilen mahvolmuş ve yerleri Evkaf tarafından cüz’î bir akçe mukabilinde Arnavutlara ve sairlere icara verilmiştir. Kemânkeşler münkariz olduğu gibi bir adet ok, bir adet kemân ara bakalım bulabilir misin!! Heyhât âsâr-ı kadime-i milliyemizi bizim için muhafaza kaydında bulunmak yoktur. Akvâm-ı saire ise terakki ve tealiye çalışır ve âsâr-ı kadîmesini de muhafaza eder. Bu hususta pek çok söz söylenebilir ise de teessüfü mucip olmaktan başka bir şeye yaramaz. Nişangâh ittihâz olunan taşların da çoğunu mahvettiler. Bundan ne çıkar.

(İlave) Hasib Bey nâmında ehibbâmızdan bir zât vardı. Türk tarihinde mezkûr olan eslâftan pek çok zevâtın terâcim-i ahvâlini bilir ve bu cihette malumat-ı vâsi’ası vardı. Abdulhamid-i Sani’nin kitapçısı oldu. İsviçre’de toplan[an] tarih encümenine Devlet-i Osmaniye tarafından matlubu veçhile tarih-aşina kimse bulunamadığından bu zât gönderildi. Bizde müverrih yetişmediği gibi tarih bilen de nadirdir. Nadir ise ma’dûm hükmündedir. Her ne ise Rehnümâ-yı Kostantiniye yazmakla meşgul olduğumuz sırada Şâir Nef’î’nin ve Matbaacı İbrahim Müteferrika’nın merkadlerini bilip bilmediğini Hasib Bey’den sormuş idim. Bilemedi. Nef’î’nin merkadi Babıali’de olduğu “Sefîne”mizin on üçüncü nüshasında yazmış idim. İbrahim Müteferrika’nın merkadini tesadüf kabilinden olarak buldum. Okmeydanı Camii hakkında Hadîkatü’l-Cevâmî’den naklen bâlâda muharrer makalede ismi mezkûr olan ricâl-i Bayrâmiye’den İdris-i Muhtefî (kuddise sırruhu) hazretlerinin kabirleri civarındadır. Aradan pek çok seneler mürur ettikten sonra Meşrutiyet ilan olundu. Fudelâ-yı asrımızdan ve ehibbâmızdan Cebel-i Bereket mutasarrıflığından munfasıl Kazım Bey teşkil olunan Tarih Encümeni’ne memur oldu. Tarihe aid bazı şeyleri bu acizden sual ederdi. Ben de bildiklerimi kendisine cevaben söylerdim. Bir gün İbrahim Müteferrika’nın merkadini sordu, mevkiini söyledim. Kazım Bey de Tarih Encümeni’ne haber verdi. Mezbûr merkad görüldükten sonra encümen azası ve matbuat erbabı İbrahim Müteferrika’nın merkadi üzerine tarz-ı nevîn türbe yapmak için iane suretiyle para topladılar. Toplanan iane parası Sabah Gazetesi Matbaası’nda hıfz ediliyordu. Araya muharebe gürültüleri karıştı. İş yüz üstüne kaldı. İlerisini bilemem.

21 Rebiülevvel sene 1341 ve 11 Teşrin-i Sani sene 1338-1922

Ez’afül ibad
Ahmed Safi
Camiül’huruf



Hiç yorum yok: