26 Şubat 2013 Salı

ŞEYH SAMUEL KİMDİR?



Sinan ÇULUK



Kendilerine  “Şark-ı Karib Çerkesleri Temin-i Hukuk Cemiyeti” adını veren bir grup Çerkes, işgal altındaki İzmir’de 11 Ekim 1921 tarihinde Yunanlıların öncülüğünde bir kongre düzenleyerek bir beyanname yayınladı.  İlgili yazıyı ve beyannamenin tam metnini aşağıdaki bağlantıda okuyabilirsiniz.  Benim vurgulamak istediğim husus dün ölüm yıldönümünde anılan Şeyh Şamil’in adının beyannamenin Fransızca metninde Cheik Samuel olarak yazılmasıdır. Bağlantıdaki yazıyı kaleme alan Dr. Ufuk Tavkul zaten beyannamenin Türkçe ve Yunanca kaleme alındığını söylüyor. Muhtemeldir ki Fransızca metni görmedi ve bu duruma yazısında değinemedi. 


Şeyh Şamil’e Cheik Samuel adını yakıştıran (herhalde düvel-i muazzama yalakalığı) ve katılanların tamamı 150’likler olarak yurtdışına ihraç edilen bu şaşkınların beyannamesini dikkatle okuyunca günümüzdeki bazı söylemlere satır aralarında rast gelmek şahsen beni hiç şaşırtmıyor.

http://www.circassiancenter.com/cc-turkiye/arastirma/0103_milli_mucadele_donemine_ait_onemli_bir_belge.htm

AVDETİ TAİFESİNDEN İSTANBUL ÇORAPÇILARI



 Sinan ÇULUK


Yoğunlukla İstanbul'da yaşayan Selanikli-Dönme-Sabetayist adlarıyla bilinen grubun daha çok 1924 Türk-Yunan Nüfus Mübadelesi Anlaşması ile Türkiye’ye geldiklerine inanılır. Oysa 1250 tarihli belgede de açıkça görüldüğü üzere bunlar İstanbul’da sayıca gayet fazla ve çorap ticaretiyle meşgul insanlardı. Öyle ki Selanik’ten asker toplanmasında bile İstanbul’a yerleşenler yüzünden zorluklar yaşanıyordu.  Üstelik Bülbülderesi mezarlığında gömülü Selanikli Motoş Efendizade Ali Ağa da İstanbul Çorapçılar Kethüdası’ydı.



….Avdetiyan taifesinden ekseri çorap ticaretiyle Deraliyye’de olduğundan bu tarafa avdet etmeleri irade-i seniyyeye menut olan mevaddan bulunduğu….




Selanikli Motoş Efendizade merhum Çorapçılar Kethüdası Ali Ağa’nın 4 Şaban 1294 [14 Ağustos 1877] tarihli mezartaşı


AMASYA'DA GÜRCÜ HEFTADİ BEY'E KARŞI HALKIN İSYANI

Sinan ÇULUK

Hüseyin Hüsameddin Bey'in Amasya Tarihi'nden İktibas:



Heftadi Ahmed Bey
Gürcüstan’da Kartelli’dir. Osmanlı Türk Devleti’ne büyük hizmetler gören Kartil hakimi Yusuf Han oğlu Mağrav Mehmed Paşa’nın oğludur. Pederiyle beraber kabul-i İslam etmişti. 1308 [Bu tarih 1080 olarak tashih edilmeli] senesi Rebiülahirinde Amasya beyi olup geldi.
Heftadi Ahmed Bey, Amasya’da (Yozoğlu) demekle meşhur olmuştu. Yozoğlu Gürcüler arasında (Yustoğlu) denilen künyeden kinaye olacaktır. Her halde manalı bir künyedir. [6-Çünkü yoz, koz vezninde Türk dilinde ormanda büyümüş, vahşi, yabani, cüretkar, herkese saldırır, herkesten kaçar mahluka denir.]. Bu zamanın şuarasından Amasyalı meşhur Mustafa Türabi Efendi, Heftadi Bey’i tarif etmiş olduğundan (Tezkire-i Abdi Efendi) de görülen beyitleri buraya nakl edildi.

Sanma boş mirliva Heftadi 
Maşrık ve Mağribe yetmiş adı
Ona Yozoğlu deyip geçme sakın
İşret ve şehvete vermiş dâdı
Öyle bir div-mânend ki ol 
 Bir sinekten koparır feryâdı

Bundan akdem Amasya Müftüsü el-Hac Hızır Efendi devriye mollası olduğundan Kuloğlu Ferruh Efendi üçüncü defa Amasya müftüsü ve dersiam-ı meşhur Amasyalı Şeyh Yakub Efendizade Mustafa Efendi de Sultan Bayezid müderrisi oldu.
Heftadi Bey’in Amasya’ya geldiği esnada Nakibü’l-eşraf Kaymakamı es-Seyyid eş-Şeyh Ahmed Efendi Alaybeyi Doğan Bey, Kethüdayeri Kuloğlu Mehmed Ağa, Yeniçeri Serdarı Hüseyin Ağa, Muhassıl-ı Emval Baki Paşazade Müteferrika Rıdvan Bey, Şehir Kethüdası Ali Bali Çelebi idi.
Heftadi Bey akrabasından Hüsrev Bey’le beraber yeni Müslüman olmuş dinden ve dilden anlamaz, şarab ve şehvetten başka bir nesne bilmezdi. Pederi gibi dev kıyafet, pehlivan siret bir adamdı. Hüsrev Bey’e Keyhüsrev denir, bu şekil ve sirette idi. Başında Gürcü haşeratı çoktu. Kethüdayeri Kuloğlu Mehmed Ağa, mirlivanın dil bilmediğinden dolayı ayanın müdahalesiyle mütesellim olup Heftadi Bey’e idare-i liva hususatında vekâlet ediyor, uygunsuzluğa meydan vermemeğe çalışıyordu.
Bundan akdem Hoca Ahmed Paşa’nın Amasya’ya getirip dairesinde terbiye ettiği Gürcü Ali Bey, Türk ve Gürcü dillerini güzel bilir bir genç idi. Gürcü Ali Bey, Heftadi Bey’in ve maiyetindeki Gürcülerin tercümanı ve lisan muallimi olup hükûmet ve halk işlerinde bunlara yardım ederdi. Fakat muhassıl Rıdvan Bey’in maiyyetine verilen Gürcüler pek dinsiz ve zalim adamlardı. Tahsil edilen verginin bir mislini de tayyarat ve (Heftadi Hediyesi) namıyla cebren tahsil ediyorlar, tahsilât bahanesiyle girdikleri hanelerde fırsat buldukça her fenalığı yapıyorlardı.
Halkın feryadını dinleyen mütesellim ve muhassıl, bu fenalığın önüne geçemiyorlardı. Bu esnada Sivas Beylerbeyisi Halil Paşa Diyarbakır’a tahvil-i memuriyet ettiğinden sadrazamın hemşehrilerinden Bosnalı Ali Paşa Sivas valisi olup geldi.
Şaban evailinde kethüdayeri ve mütesellim olan Kuloğlu Mehmed Ağa, Irak’a memur olduğundan Zülfikar Paşazade Şaban Ağa [1- Bu Şaban Ağa, Sipahiyan defterinde “Şaban Mehmed Zülfikar Amasya” diye yazılıdır] kethüdayeri ve mütesellim vekili olup Gürcüleri ulu orta hareketlerinden men‘ ve terbiye etmeğe kalkıştı. Fakat Mirliva Heftadi Bey’in hamiyet-i cahiliyyesine karşı sabr u sükûta mecbur oldu.
Ramazan evailinde Anadolu Sadareti’nden mazul olan Amasyalı Hasan Efendi Rumili Kazaskeri oldu. Gürcülerin harekâtından bizar olan halkın şikâyetlerine Vali Ali Paşa aldırış etmediğinden Gürcüler işi azıtmışlar, sokaklarda yalnız buldukları gençleri kapıp Heftadi Bey’e takdim etmeğe başlamışlardı.
Heftadi Bey ayanın hayrhâhâne ihtaratını dinlemiyor, Gürcülere çok yüz veriyordu. Bu yüzden halk ve hassaten yeniçeriler için için kaynıyordu. Ramazanın on üçüncü günü Gürcülerin yine bir genci kapması yüzünden halk ateş gibi birden parlayıp kanlı bir arbede çıktı.
Mehmed Paşa İmareti’nin arkasında bulunan Heftadi Bey’in konağını saran halk ile Gürcüler arasında korkunç bir muharebe başladı. Genç kurtarıldı fakat Heftadi ve amcası Keyhüsrev Beylerle hayli Gürcüler kılıçtan geçirildi. Mirliva konağı yağma edildi. Halktan da beş on kimse can verdi. Bu konak Amasya mutasarrıflarına mahsus olduğu sicilde muharrerdir.
Fakat halk da işi azıtmış Heftadi Bey’e laf anlatamayan ve aradıkları zaman bulunamayan ayanın konaklarına saldırmışlardı. Bu esnada eşkıya takibinde bulunan Alaybeyi Doğan Bey, vakadan haberdar olup yetişti. Evkaf-ı Sultaniye Mütevellisi Hasan Bey’le birleşip halkı teskin ederek ayanı büyük bir felaketten kurtardı. Mütesellim vekili Şaban Ağa ve Muhassıl Rıdvan Bey ve sair zevat ihtifa ettiği yerlerden meydana çıkıp vak‘ayı etrafıyla Vali Ali Paşa’ya arz ettiler. Ali Paşa Ramazan’ın on sekizinde Amasya’ya gelip tahkikata başladı. Hayli adamları hapsetti. Hayli de serzenişler işitti. Bir taraftan da Babıali’ye vak‘ayı yazdı.
Şevval evasıtında gelen emr-i alide Amasya Sancağı, Canik Sancağı Beyi ve Muhassılı Hasan Bey’e ve Canik Sancağı da Amasya Alaybeyisi Doğan Bey’e tevcih edildiği ve Divan-ı Hümayun’da muhakemeleri icra edilmek üzere Amasya Ayanının İstanbul’a izamı bildirildi. 





11 Şubat 2013 Pazartesi

MİRABO (MİRABEAU) MUKALLİDİ ŞEMSEDDİN SAMİ


Sinan ÇULUK

ARNAVUTLUK DEVLETİ ŞEMSEDDİN SAMİ’NİN MEZARININ ARNAVUTLUK’A NAKLEDİLMESİNİ TALEP ETMİŞ

Şemseddin Sami'yi tanıyor muyuz? Türk diline, kültürüne ansiklopedi ve sözlükleriyle yaptığı katkıları dolayısıyla hayırlı bir Osmanlı olarak tanıyoruz. Ancak hakkında öyle iddialar var ki yabana atılamaz. Arnavut milliyetçiliğinin önde gelenlerinden biri olduğu her zaman söylene geldi. II. Abdülhamid 12 sene boyunca Erenköy’deki konağından dışarı adım atmasına izin vermedi. Bu sayede hem bize hem de Sultan Hamid’e hulus çakmak için Kamus kelimesi ile başlayan eserlerini yazdı. Bu arada Arnavut milliyetçiliğini körükleyen eserlerini el altından Avrupa’da bastırıp yayıyordu. Türklere başka, hemcinsine başka konuşuyordu. Hala bu hastalığımız sürüyor. Herkese inanıyoruz. Biraz saf milletiz galiba.

Bir şahidin ağzından bu adamı tasvir eden satırları sunuyorum…


«-Sami ve Naim beylerin bu suretle terakki ettiklerine memnun oldum. Abdül Bey de elbette bunların terakkileriyle müftehirdir. Ben Sami Bey’i görmedim, bilmiyorum. Yalnız ismini işitiyorum.

-Sami Bey şimdi ziyade ileri gitmiştir. Abdül ve Naim beyler bunu yanında hiç kalırlar. Mükemmel ve hakîm bir feylesoftur. Size bir halini hikâye edeyim. Baldızı hanımı Mekteb-i Tıbbiye’den yüzbaşılık ile çıkmış bir paşazadeye verdiği sırada Üsküdar’da Kızıltoprak’ta bir cemiyet yapıp mekatibde ne kadar Arnavut talebe var ise davet ettirmesiyle orada şakirdan ile konuşmasında ve irad ettiği hakîmâne nutuklar arasında Arnavutların hasıl olan ittihat ve ittifaklarını hiçbir kuvvetin zail edemeyeceğini ve bu gibi cesim işlerde sabr u sebatın fevaidi sonradan görüleceğini şakirdana tefhim eder. Diğer misafirleriyle de başka konuşur olduğu halde şakirdana iki yüz lira tevziiyle cemiyetin dağıtılması hakkında şerefsadır olan irade-i seniyye mucebince cemiyet dağıtılmış ise de cemiyetin bu suretle dağıtılmış olmasından Sami Bey kat‘a teessüf etmeyerek kemal-i meserret ve iftihar ile Fransa’da meşhur Mirabo (Mirabeau) vaktiyle benim gibi böyle talebeyi davetle kendisini evlad-ı vatana tanıttırmış ve neticede de Fransa’nın ilk cumhuriyetine muvaffak olmuştur. Ben de er geç Mirabo gibi maksadıma muvaffak olacağım demiştir. İşte Sami Bey böyle mükemmel ve dûr-endiş bir zattır. Nasıl beğendiniz mi?»






1 Şubat 2013 Cuma

ABDÜLHAK HAMİD'İN BİR MEKTUBU - ARAP HARFLİ TÜRK ELİFBASINI ISLAH ÇALIŞMALARINDAN BİR ÖRNEK



Sinan ÇULUK





Osmanlının son devirlerinde alfabe değişikliği sıkça dile getirilmiştir. Arap Harfli Türk Elifbasının ıslahı düşüncesiyle, kelimedeki her harfin ayrı ayrı yazılmasına yönelik bir alfabe denemesi. Huruf-ı munfasıla veya Enveri Yazı adı da verilmiştir. Şair-i azam denilen Abdülhak Hamid [Tarhan] bu yazının propagandasına soyunmuş. 





Malumdur ki bir insan mübtedi olmadıkça müntehi olamaz. Her nevi talim ve terbiyye ise evvel emirde ve daima mübtediler içündir. Terakki, tekâmül, teâlî bunlarda birden bire tezâhür edemeyüp tedrîc ile, i‘tidâl ile, ta‘dîl ile ve mürûr-ı zaman ile izahları?  mevcûdiyyet edebilen hasîsalardandır. Bendeniz lisân mübâhaselerinde behredâr ve şimden sonra bu muaddel hurûfu ile yazı yazmakda sahib-i iktidâr olmamakla beraber inşâ ve imlâca uğranılmakda olan müşkîlâtı gördiğim ve bildiğim içün bu yazı elifbânın tahrîr ve kıraati teshîl ideceğine ve bu sâyede okuyup yazmayı öğrenenler çoğalacağından beşeriyyet içün çaresiz değilken müzmin ve müdhiş, ihtiyârî, bir âmây-ı târî olan perde-i cehâletin uyûn-ı idrâk-i Etrâkimizden bir gün çekileceğine kâ’il belki de kâni‘ bulunmak isteyorum.

Hatta dimek isteyorum ki huruf-i mevcûdemizde yazılan eserleri bu yazı hurufu öğrendikden sonra daha kolay okumak mümkün olacakdır. Mübtedi evvela bunu tahsil ederse diğerini teallümde daha az müşkilat çeker.
Bu günki tarz-ı tahrîrimizde, imlâmızda tesâdüf oluna gelen suubetlere mebnî Türkçe okuyup yazmakdan meftûren feragat eden bir Fıransızın geçen gün bu yeni Elifbâyı beş altı dakîka zarfında tedkîk ile –İnşallah çabuk öğreneceğim- ibaresini yazıvirmiş olduğunu tahattur etdikçe Islah-ı Hurûf Cemiyeti’nin bu hususda masruf olan himmetini takdir etmemek bence mümkün değildir. Takdir haddim değilse tebrik ederim.

Abdülhak Hâmid