Sinan ÇULUK
Sultan
Üçüncü Ahmed zamanından beri Osmanlı topraklarında ortaya çıkan yenilikçi ve
ilerlemeci karakterin baskın özelliği Batılılaşma olarak kendini
göstermektedir. Sultan Üçüncü Mustafa'dan itibaren müesseselerin, bilhassa
askeri kurumların Fransız uzmanlar eliyle rehabilite edilmesi, Sultan Birinci
Abdülhamid devrinin veliaht şehzadesi Selim Efendi'nin, bizzat Fransa
İmparatoru Onaltıncı Lui ile Osmanlı Devleti'nde yapılması gereken yenilikler
üzerine mektuplaşması, devleti farklı mecralara sokmuştur. Üçüncü Selim'in
tahta çıktığı 1789 senesinde, Fransa "Fransız İhtilali" ile
sarsılmaktadır. 1792 Yaş Antlaşması'nın ardından Devlet-i Aliyye "Nizam-ı
Cedid" olarak adlandırılan yeni düzen ile tanıştı. Uygulamaların
halka ve ayanların büyük bir kısmına verdiği zararlar neticesinde, isyan etmek
için fırsat kollayan belirli bölgelerde büyük isyanlar ortaya çıktı. Bilhassa
Rumeli'nde zuhur eden ve devleti uzun süre uğraştıran
"Pasbanoğlu-Pazvantoğlu-Pasbanzade"[1] gibi değişik şekillerde adlandırılan isyanda, isyancılar üzerine yüz bin kişilik bir
ordu ile sefer açılması bile gerekti. Üçüncü Selim'in eniştesi olan Kaptan-ı
Derya Küçük Hüseyin Paşa Serasker olarak Rumeli'ye ordunun başında gönderildi.
Vidin Ayanı olan Pasbanzade Osman'ın isyanı Avusturyalıların da desteklemesi
ile büyüdükçe Belgrat'tan Vidin'e kadar Rumeli yangın yerine döndü. Ordudaki
komutanların ve yerel ayanların birbirleriyle olan çelişki ve çekememezlikleri
gibi yönetim zaafiyetleri sebebiyle sefer müddeti epeyce uzadı. Fransızların
Napolyon öncülüğünde Mısır'a asker çıkarması bu sıralarda oldu. Bu durumda iki
ateş arasında kalan devlet müzakere yoluyla sonuca gitmeğe çalıştı.
İstanbul'dan gönderilen Kâtip Sadık Efendi, Pasbanoğlu Osman ile müzakereleri
yürütmekle görevlendirildi. Sadık Efendi'nin kaleme aldığı müzakere metni,
Serasker Hüseyin Paşa vasıtasıyla Sultan Üçüncü Selim'e arz edildi. Günümüzde
Başbakanlık Osmanlı Arşivi'nde muhafaza edilen bu belge, devletin eşkıyabaşı
ile yürüttüğü müzakerenin üslûbuna dair mühim veriler sunmaktadır.
Karşısındakinin sonuçta bir eşkıya olduğunun bilinciyle, devletin-milletin hak
ve hukukunu sahiplenen, karşısındakini nadim ve pişman ederek af dilemeye
yönelten üslûba sahip bu metnin sadeleştirilmiş hali ve çevriyazısını
sunuyoruz. Dedi-dedim şeklinde cereyan eden konuşma metninin
belirginleştirilmesi için Pasbanzade Osman'ın sözleri italik, Sadık Efendi'nin
konuşmaları koyu italik olarak dizilmiştir.
SADIK EFENDİ İLE PASBANOĞLU OSMAN'IN MÜZAKERESİ
Kapudan Paşa kullarından gelmişdir.
Bu def‘a Vidinli Pasbanoğlu tarafından gelen arîzada
Başbakıkulu Hüseyin Ağa kullarını ba‘zı husûsu müşâfeheten müzâkere içün taleb
etmekle evvel‑i emrde maksûdu bilinmek içün taraf‑ı veliyyü'n‑ni‘amîlerinden
kulları ta‘yîn ve ol savba azîmet olunup ba‘de'l‑mülâkât meclis‑i evvelde
müzâkeresi sebkat eden husûsâtdır.
Bendeniz Devlet‑i Aliyye'nin bende ve bendezâdesinden
olup zamân‑ı isyânımdan bu güne gelince cerâyim‑i sâbıkama tâ’ib ve müstağfir
olmamla Hüseyin Ağa'yı talebden maksûd Devlet‑i Aliyye'de erbâb‑ı merâtibden
olup benim hâlimi kâlen ve hâlen rü’yet eylesün, kâbil‑i isti‘dâ olup cevâbıma
ve ta’ahhüdüme sâbit olacağımı cezm eyledikden sonra, gerek efendimizle ve
gerek Devlet‑i Aliyye ile beynimize tavassut eylesün, beni südüme ve Hudâ‑yı
Müte‘âl Hazretleri'ne havâle eylesün, kendüye i‘timâd geldikden sonra
efendilerimize kefîl olunsun içün matlûb olunmuşidi. Şimdi sizi göndermişler
cevâbınız nedir dediğinde
kulları dahi çünkü cerâyim‑i sâbıkanıza eğerçi mu‘terifsiz ve sûret‑i
istiğfârda olursuz ancak bu bâbda sebâtınıza emniyet lâzımdır. Cevâb
verdi ki; şimdiye kadar sözümden udûl etdiğim yokdur. Bu havâlîde her kangı
memâlikde su‘âl olunur ise sözümün sıdkına şehâdet ederler ve şimdiye kadar
kimesneye hilâf söylemedim ve ale'l‑husûs böyle mevâdd‑ı cesîmede hilâf,
vücûhla mügâyir‑i rızâ‑yı Sübhân'dır. Bendeniz mü‘minim ve li'l‑lâhi'l‑hamd
müslîmim ve Devlet bendesiyim ve haddimi bilirim ve bu âna kadar eylediğim
isyân zâtımda olan sadâkatimi mevkî‘iyle izhâr edemediğimden nâşîdir.
Bendeniz dahi; mürselim, su’âlinize cevâba me’mûrum, ruhsat verilir ise
ifâde edeyim denildikde buyurun cevâbından sonra; İbtidâ
sadâkatden bahs buyuruldu. Siyâk sibâk kelâmdan fehm olunan Niğbolu mütesellimi
sâbık Hacı Haseki içün birkaç def‘a katlden afv ve birkaç def‘a dahi yine
i‘dâmile irâde eylemeniz ve Vidin Nezâreti'ni mukaddemâ beşyüz kiseye
iblağ ile kabûl ve ta‘ahhüd ve sebt‑i defâtir‑i aklâm iken ba‘dehu adem‑i kabûl
ve mütâreke hengâmında orduya gelüp hâk‑i pâ‑yı veliyyü'n‑ni‘amîye ruh‑sûde
olacağınızı beyân ederek bi'n‑nefs birâderinizi îsâl ve mükerremen avdetinden
sonra ferdâsı a’zâr‑ı vâhiye îrâdıyla televvün eylemeniz mügâyir‑i sıdk değil
midir? Cevâbında; Haseki maddesiçün cevâb bulamayup
nezâret içün ol mikdâra iblâğım Devlet‑i Aliyye'ye hizmet içün idi tutmadı
ve orduya varmağa karar verdim Hudâ hakkîçün gidecek idim ol gice Ali Paşa'dan
tezkire geldi. Seni Serasker Paşa Hazretleri eğerçi öldürmez ancak mahbûsen
seni senin tatar ağana teslîmen kayd‑ı bendile Der Aliyye'ye götürecekdir ve
mukâbelesinde kendüye bir mukâta‘a mev‘ûddur iftah aynuke mazmûnunda olan
memhûr tezkeresini ibrâz eder yiğidliğe münâfîdir verilmek olmaz
cevâbını verir. Her ne kadar kadere îmânım var ise dahi nefsimi
tehlikeden sakınmak içün çıkmadım der. Mûcib‑i isyânından su‘âl olundukda; etrâf
a‘yânlarının birbirleriyle ihtilâflarına mebnî bize gelüp ilticâ etmelerinden
nâşî olmağla binâ’en‑aleyh sû’‑i hâlimizi ma‘a ziyâde Der‑Aliyye'ye arz‑ı i‘lâm
ve Devlet‑i Aliyye dahi gazap idüp i‘dâmımızı irâde buyurdular ancak ecelsiz
kul ölmez vaktine merhûndur deyû cevâp verir maktûl Seyyid Ali Paşa'nın
sebeb‑i katlinden su’âl eylediğinde; fukarâ‑yı bilâd üzerine vukû‘a gelen
mezâlim ve ta‘addiyâtına mebnî tertîb‑i cezâ olundu denildikde pek
isâbet olundu memnûn oldum. Bu bâbda Efendimiz büyük gazâ eyledi. Ve
istihbâr eden tatarına ilbâs‑ı hil‘at eylemişdir.
Meclis‑i sânîde emniyet talebi müzâkere
olunmuşidi. Ubûdiyetde sâbit olacağınızı cezmen efendimiz bilüp i‘timâd
itmelü. Tarîkı ne vechile ise siz a‘lemsiz. Efendimiz Hüseyin Ağa'yı
göndersin. Eğerçi ben kendüyi i‘timâd etdirebilür isem ba‘dehu Devlet‑i Aliyye
ile efendimiz beynine girer kefîl olur ve ol vechile bu dâhiye‑i cesîme karîn‑i
hitâm olur. Lâkin mûmâ‑ileyh Hüseyin Ağa dahi bu tarafa geldiğinde murahhas
olup ve afviyyetim senedini getirsin. Ve hîn‑i ta‘ahhüd ve kararımızda Devlet‑i
Aliyye'ye nakziye verecek bende bir kelâm anlar ise men‘ eylesün ben dahi
memnû‘ olurum deyû îmân‑ı mügâlaza ile şart ve kasem eder. Ve Devlet‑i
Aliyye dahi beni defter‑i bendegâna kayd ve bir rütbe ihsâniyle çerağ
buyurmalarını niyâz ederim. Husûsiyle cümleden kat‘‑ı nazar hâşâ bize
hurûc ale's‑sultân eyledi deyû isnâd ederler imiş. Bidâyetimden bu ana dek
çıraklık da‘vâsında olduğum cümlenin ma‘lûmudur. Ol makûle da‘vâ‑yı muhâle
zâhib olan âdem devletten rütbe talebinde olur mu? Devlet‑i Aliyye müebbed-i
ilâ yevmi'l‑kıyâmdır. Öyle evhâm bi'l‑lâhi'l‑Kerîm hatıra gelmez. Kim söyler
ise helâl olmasun. Rûz‑ı cezâda hakkımdır. El‑hâsıl efendimiz ne gûne emîn
olurlar yemîn ile olur ise birkaç def‘a yemîn eyledim. Kaldı ki işbu mevâdd‑ı
hayriyye nizâm bulur ise alâ tarikı'r‑rehn birâderimi Hüseyin Ağa alsun
efendimize götürsün. Anlar dahi Âsitâne'ye götürsünler. Ve mühimmât‑ı
seferiyyeden orduda terk olunan her ne mikdar eşyâ var ise ber‑mûceb‑i defter
anı dahi teslîm ederim. Ve Hacı Abdi Paşa'nın eşyâsı el‑yevm cebehânede
mahfûz olduğun îmâ eder. Merhûm‑ı müşârun‑ileyhin sebeb‑i i‘dâmından su’âl
olundukda; tarafımıza su’‑i kasdı tahkîk olunduğîçün tahlîs‑i nefs zımnında
öyle bir şey olmuşidi der. Yeniçeri zâbitinden su’âl olundukda; ecel‑i
mev‘ûdîle illet‑i sâbıkasından vefât eylemişdir deyû cevâp eder.
Meclis‑i sâlise; İşte efendimize bir arzuhal
yazdım ve Başbakıkulu Hüseyin Ağa ve Ordu Defterdârı Osman Ağa hazerâtına birer
kâyime yazdım ve kasem eyledim. İ‘timâd buyursunlar ve Hüseyin Ağa teşrîf
eylesün. Afvım senedini getürsün. Ben kendüyi i‘timâd etdiririm ba‘dehu
birâderimi yanına terfîk ederim ve mukaddem müzâkere olunduğu üzere metrûk olan
mühimmâtı red ederim. Ve şayeste‑i iltifât isem çıraklık isterim. Ve Devlet‑i
Aliyye'ye bin can ile ubûdiyyet ve hizmet ederim. Ve Vidin Nezâreti'ni maktû‘an
kabûl etmem, emâneten ihâle olunur ise febiha ve ni‘me, olunmadığı sûretde
Devlet‑i Aliyye'den bir mu‘temed kimesneye ihâle buyurulsun. Ve'l‑hâsıl Hüseyin
Ağa'nın gelmesine müterakkibim. Sâyir mevâdd‑ı mühimme dahi kendüleriyle
müzâkere ve ber‑vefk‑i merâm râbıta bulur deyüp hatm‑i kelâm edip vedâ‘
olunmak üzere iken tekrâr maktûl‑ı müşârun‑ileyhin tezkeresi talep olunup cevâbında
mukadder olup efendimizle mülâkât olunur ise kendülerine irâ’e olunmak şöyle
dursun bu def‘a yine tarafımıza bir kâ’imesi gelüp mefhûmunda böyle vakt‑i
fırsatı niçün fevt edersin. Gürcü Osman Paşa cüz’i askeriyle Lom'da ikâmet
etmekle var anı oradan ürküt. Ba‘dehu üç beş yüz adam ile birini gönder
Serasker Paşa'yı dahi Rahova'dan ürküt. Ondan sonra işimize bakalım mazmûnunda
ka’imesi mahfûzdur. Anı dahi efendimize gösterir sonra ateşe yakarız. Böyle
demişken yine biz sohbetine iltifât etmedik. Farz edelim asker gönderin
ve tedbîri üzere hareket edin. Lâkin Tevfik‑i Yezdânî'yi berâber göndermek
mümkün müdür? Ve men nasru illâ min indillâh emriyle cevâb
verildi. Sultânım murâdım afv olunmakdır ve sizden mukaddem kurâlarda olan
adamlarıma tezkereler yazdım. Bir hatve ilerü gitmesünler deyû. Dikkatlü tenbih
eyledim ve şimdi dahi yine te’kîd içün indinizde tezkere tahrîrini tenbîh
eyledim. İşbu mesâlih‑i hayriyye hitâm bulunca kadar adamlarım oldukları
mahalleri tecâvüz etmezler ve ba‘dehu hitâmu'l‑maslaha elvermeyeceklerine
tarafımızdan cevâb verilür ve def‘ olunur. Ve işbu muhâsarada dağlu eşkıyâsı
neferâtından çekdiğim renc‑i elem ta‘rîf ve tafsîle gelmez. Fi'l‑asl tâ’ife‑i
merkûmeye semâ‘an adâvet etmişidim. Lakin bu def‘a tecrübeme dahi sebkat
etdiğinden adâvetim müzdâd oldu. Eğerçi Devlet‑i Aliyye ve
efendimiz bunlara beni ta‘yîn eylese şu gâ’ileyi Rûmili'den def‘ ederdim. Madem
ki dağlı gâ’ilesi meydandan kalkmaz a‘yan gavgası dahi bitmez ve Rûmili gün‑be‑gün
harâb olmakdan hâlî olmaz. Eflâk tarafına muhâfızlar ta‘yîn olmuş. Bizim
Eflâk'a zerre kadar ta‘arruzumuz yokdur ve müdâhale kaydında dahi değilim.
Muhâfazası kaydına düşmek abesdir. Emir kendülerinindir. Maktul Ali Paşa'nın
câsusu şeklinde birer dervişi var idi. Anınla bizi her bir husûsa ihbâr ederdi.
Katli haberi mesmû‘um oldukda derviş‑i merkûm ve kâ’imeyi getiren tatara tertîb‑i
cezâ eylemişimdir. Niçün denilür ise veliyyü'n‑ni‘am‑ı âlem olan efendimize
küfrân‑ı ni‘me olup benim gibi zorbaya sûret‑i i‘ânetde olan hâ’inin adamına
dahi cezâ lâzımdır dedik ve i‘dâm eyledik der.[2]
METNİN GÜNÜMÜZ TÜRKÇESİ İLE SADELEŞTİRİLMİŞ HALİ
Vidinli Pasbanoğlu'nun Başbakıkulu Hüseyin Ağa ile
yüzyüze görüşme talebi üzerine, maksadının anlaşılması için Vidin Seraskeri
Kaptan-ı Derya Küçük Hüseyin Paşa tarafından Sadık Efendi görevlendirilir. Bu
konuşmanın muhtevası Sadık Efendi tarafından Serasker Hüseyin Paşa'ya
iletilmiş, onun tarafından da Sultan Üçüncü Selim'e arz edilmiştir. Bu metne
göre Pasbanoğlu Osman aslında ataları gibi kendinin de Devlet-i Aliyye'nin kulu
olduğunu, isyanının başından beri işlediği bütün suçlarından tövbe ettiğini ve
af dilediğini belirtir. Başbakıkulu Hüseyin Ağa'yı talep sebebi ise devlette
rütbe sahibi bir zat olmasıyla kendi halini görüp, Serasker Hüseyin Paşa
(metinde Efendimiz olarak anılmaktadır) ile birlikte Devlet-i Aliyye ile
aralarında aracılık etmesi içindir. Sözünden döndüğü ve yalan söylediği
görülmemiştir, o civardaki her memleket ahalisi doğruluğuna şahitlik ederler.
Mümin ve Müslüman olarak yalan söylemesinin Hakk'ın rızasına uymadığının
bilincindedir, devletin kulu olarak haddini bilmesine rağmen sadakatini
yeterince gösterememesi, isyana kadar giden bir yola girmesine sebep olmuştur.
Müzakereye memur Sadık Efendi ise devletin Pasbanzade'yi ne ile suçladığını
öncelikle vurgular. Niğbolu Mütesellimi Hacı Haseki'nin katledilmesi ile Vidin
mukataasını beşyüz keseye yükselterek kabul ve taahhüt ettikten sonra
vazgeçmesi, ayrıca orduya gelerek Serasker'in eşiğine yüzünü süreceğini
söylemesine rağmen boş mazeretler gösterek, renk değiştirmesinin sadakate
aykırı olduğunu belirtir. Pasbanoğlu Haseki maddesi için cevap veremese de
Devlet-i Aliyye'ye hizmet için mukataaya bedel miktarı arttırdığını ancak
tutmadığını söyler. Orduya gideceği gece Ali Paşa'dan bir tezkirenin geldiğini
ve tezkirede "eğer Ordugâh’a gider ise Serasker'e vaad edilen bir mukataa
karşılığında Pasbanoğlu'nun tutularak İstanbul'a gönderileceğini, gözünü
açmasının yazılı olduğunu" belirtir. Sadık Efendi tezkireyi talep
ettiğinde "Yiğitliğe sığmadığından verilmez" cevabını alır. Her ne
kadar kadere imanı varsa da nefsini tehlikeden sakınmak istemiştir. İsyanına ne
gerekçesi olduğunu soran Sadık Efendi'ye; etrafındaki ayanların birbirleriyle
uzlaşmazlıklarında kendine iltica etmeleriyle, muhaliflerinin, Pasbanoğlunun
kötülüklerini İstanbul'a arz etmelerinden Devlet'in gazaba gelip idamına karar
verdiğinden dolayı olduğuna işaret eder. Pasbanoğlu, Seyyid Ali Paşa'nın
ahali üzerinde vukua gelen zulmü sebebiyle Seraskerlik tarafından idam edilmesinden
memnuniyetini dile getirir.
İkinci oturumda güvenlik talebi müzakere olunmuştur.
Kulluk görevinde sebat göstereceğini Serasker'in bilerek güvenmesinin şart
olduğu Sadık Efendi tarafından vurgulanır. Cevaben Pasbanoğlu; "Bunun
yolunu en iyi siz bilirsiniz. Serasker, Hüseyin Ağa'yı göndermelidir. Ben
kendisini itimat ettirebilirsem Devlet-i Aliyye ile Serasker arasına girip
kefil olur ve böylelikle isyan sona erer. Lakin Hüseyin Ağa bu tarafa gelirken
afv edildiğime dair senedi getirmelidir. Devlet'e taahhüdümde yanlış bir
sözümü anlarsa afv edilmemi önlesin ve ben de yasaklı olurum" diyerek iman
ile yemin eder. Ayrıca Devlet-i Aliyye'nin bendeleri defterine kaydedilerek bir
rütbe ihsan edilmesini talep eder, bütün suçlamalar bir tarafa, kendine "hurûc
ale's‑sultân" isnadına karşı çıkar. Baştan beri Devlet'te görev almak
arzusu herkesin malumu iken, kıyamete kadar ebedi Devlet-i Aliyye'ye isyan
etmenin aklına bile gelmediğine yemin eder, bu gibi isnatla suçlayanlara
hakkını helal etmediğini belirtir. Kardeşini rehin olarak Serasker Hüseyin
Paşa'ya göndermeyi, isterlerse İstanbul'a götürebileceklerini, ordu
mühimmatından terk edilen ne kadar eşya varsa hepsini teslim etmeyi taahhüt
eder. Hacı Abdi Paşa'nın eşyasının cebehanede bulunduğunu ima etmesi
üzerine Sadık Efendi, Paşa'nın ne sebeple idam edildiğini sorar. "
Tarafımıza suikasti tahkik olunduğundan nefs-i müdafaa olarak öyle bir şey
olmuştu" cevabını alır. Yeniçeri zabitinden sorulunca " Hastalığından
dolayı eceliyle vefat etti" der.
Üçüncü oturumda da önceki taahhütlerinin tekrarından
sonra Vidin nezaretini mukataa olarak kabul etmeyeceğini, emanet usûlüyle kabul
edebileceğini belirtir. Başbakıkulu Hüseyin Ağa gelirse diğer mühim maddeleri
de görüşeceğini söyler. Sadık Efendi sözü bitirip veda faslına gelmişken
diplomatik bir manevrayla maktul Ali Paşa'nın tezkiresini istediğinde,
Pasbanoğlu buna hazırlıklı olmalı ki daha da vahim bir tezkireyi haber vererek
" Serasker Paşa ile mülakat olunur ise beni Gürcü Osman Paşa ve Serasker Paşa
üzerine harekâta teşvik eden mektubunu da gösterir sonra ateşte yakarız"
der. Bu iddiaya iltifat etmeyen Sadık Efendi; Farz edelim asker gönderin ve
tedbirli hareket edin. Lakin Allah'ın yardımını da göndermek mümkün müdür?
Dedikten sonra "Yardım ancak Allah katındandır. –Enfal Suresi, Ayet
10" diye cevap verir. Bunun üzerine son söz olarak Pasbanoğlu isteğinin
afv olunmak olduğunu ve iyi niyet göstergesi olarak adamlarına gönderdiği
tezkirelerde bir adım ileriye gitmemelerini emrettiğini, isyan son buluncaya kadar
engellediğini bildirir. Evvelce duyduğu şeylerden dağlı
eşkiyasından nefret edip düşman olmuşken, şimdi tecrübeyle bu düşmanlığının
daha da arttığını, eğer Devlet-i Aliyye ve Serasker Paşa bunların üzerine
kendisini tayin ederse bu belayı Rumeli'nden def edeceğini iddia eder. Dağlı
gailesi meydandan kalkmazsa Ayanların kavgasının da bitmeyeceğini ve Rumeli'nin
günden güne harabiyetinin süreceğini vurgular.
[1] Mühründe "Pazubendzade
Osman" olarak kazılıdır, imzada ise "Bende Osman Pasbanzade Vidin
hâlâ" şeklinde yazılıdır.
[2] BOA. A.AMD. 90/16