24 Haziran 2012 Pazar

OSMAN FAZLÎ ATPAZARÎ: HAYATI-ESERLERİ VE TASAVVUFÎ GÖRÜŞLERİ



(Yüksek Lisans Tezinden Özetlenerek İktibas Edilmiştir)

 Tez Müellifi: MUHAMMED BEDİRHAN
Danışmanı: Prof. Dr. Mahmud Erol Kılıç
İstanbul, 2006

Adı Seyyid Osman b. Seyyid Fethullah’tır. Osman Fazlî Efendi, Fazlî-i Îlahî, Emir Efendi, Emir Sultan, Atpazarî, Şeyh Osman ve Kutub Osman olarak da bilinir. Seyyid bir aileden geldikleri bilinmektedir. Osman Fazlî Efendi 19 Zilhicce 1041 (7 Temmuz 1632) Çarşamba günü işrak vaktinde bugün Bulgaristan’a bağlı olan Şumnu’da doğmuştur. Şumnu Edirne’ye altı merhale uzaklıkta Tuna Nehri boyunda bir Rumeli kasabası olup havası güzel nimet ve bereketi çok bir beldedir.

Osman Fazlî Efendi on yedi yaşından sonra devrin önemli merkezlerinden olan Edirne şehrine giderek Aziz Mahmud Hüdayi'nin halifelerinden Saçlı İbrahim Efendi'ye intisab eder. Saçlı İbrahim Efendi Osman Fazlî Efendi’nin istidadındaki fevkaladeliği fark ederek irşadından aciz olduğunu düşünmüş ve onu İstanbul'a göndermiştir. Üsküdar’daki Hüdâyi Dergâhına giden Osman Efendi yaşlı bir dervişin telkiniyle istikametini Zakirzade Şeyh Abdullah Efendi'ye yöneltir. Zâkirzâde’nin elini öpüp hâlini arz ettikten sonra, Zâkirzâde, ona Zeyrek Camii’ne bitişik olan tekkesinde ikamet etmesini söyler. Böylelikle intisab ettiği şeyhi vasıtasıyla Osman Fazlî Atpazarî’nin tarîkat silsilesi, Şeyh Dizdarzâde Ahmed Efendi yoluyla Celvetiyye Tarîkatı’nın Pîri Azîz Mahmud Hüdâyî’ye ulaşır.

Günlerini dergâhta geçirmeye devam eden Osman Fazlî Efendi şeyhinin hizmetinde bulunmaktan da bir an geri durmaz. Bir gün şeyhi mürîdlerinden birini ağır bir hizmete göndermek için araştırır. Ancak hepsi hizmeti hoş karşılamadıkları için bir tarafa gizlenince, Osman Fazlî Efendi hücresinden çıkarak “beni gönderiniz” der. Şeyhi “Emir Çelebi senin dersin vardır. Vaktin zayi olmasın” diye cevap verdiğinde Osman Fazlî Efendi “Sultânım ulûm-u evvelîn ve âhirîn bana münkeşif olacağını bilsem yine de hizmetinizi ihtiyar ederim” diye cevap verir. Bu cevaptan çok memnun kalan Zâkirzâde “Emir Çelebi, Allahu Teâlâ sana ulûm-u evvelîn ve âhirîni münkeşif kılsın!” diye nefes eder ve hizmete yollar. Bu nefesin tesiriyle bir gece Fazlî Efendi’ye Cenâb-ı Hak cânibinden evvelkilerin ve sonrakilerin ilmi münkeşif olmuştur. Öyle ki ilm-i iksîrde dahi söz sahibi olup bu meyanda eser dahi telif edecek kadar ileri seviyeye ulaşmıştır. Bu onun ihlâs ve sadâkatine bir armağandır.
Zâkirzâde Abdullah Efendi'nin ömrünün sonlarına doğru yirmi sekizinci ve son halîfesi olarak hilâfet icâzeti alarak Rumeli tarafında bir kasaba olan Aydos’a halîfe olarak gönderilir. Bu kasaba o zamanlar Edirne’ye üç konak uzaklıkta bir yer olup aynı zamanda İsmail Hakkı’nın (Bursevi) doğduğu yerdir.

Fazlî Efendi halîfe tayin edilmeden önce tayin beratını almak üzere Köprülü Mehmed Paşa tarafından imtihan edilmek istenir. Sadrazamın huzurunda zâhirî ilimlerden imtihan edilmek üzere Köprülü’nün huzuruna çıkarılır. Burada Köprülü Mehmed Paşa’nın bilgili bir hocası da hazır bulunmaktadır. Bu hoca kendisine Sa‘duddin Taftâzânî (ö. 793/1390)’nin Şerhu’l-Akāid adlı eserinden bir bölümü okuması için uzatır. Kitabı alan Fazlî Efendi hiç duraksamadan ve seri biçimde uzatılan bölümü okuyunca kendisine beratı verilmiştir. Osman Fazlî, şeyhinin vefatının (1657) ardından Filibe’ye yerleşir buradaki ikāmet süresi on beş yılı bulur. Bu zaman zarfında talebe ve derviş yetiştirir, vaaz ve irşâd ile günleri geçer.

Fazlî Efendi gördüğü bir rüya üzerine elinde bir asâ, başında bir külâh, sırtında bir hırka ile yola düşer. İstanbul'a gelir ve rüyasında kendisini soktukları kapıdan şehre girer ve şeyhi Zâkirzâde’nin kendisine tarif ettiği yeri aynen bulur. Kendisine işaret edilen Atpazarı semtindeki Kul Camii’ne gelir ve cemaatin aracılığıyla satın aldığı eve yerleşen Fazlî Efendi bundan sonra Atpazarî nisbesiyle anılmaya başlanır. Kul Camii civarında gah vaaz, gah tedris ve ale’l-ekser tevhid ile meşgul olan Fazlî Efendi yine bu sıralarda o devrin meşhur hattatlarından olan Derviş Ali’nin yazısını taklit ederek nesih hattıyla Kur’ân cüzleri yazar. Önce kırk, sonra yetmiş ve en sonunda yüz yirmi gümüşe satılan bu cüzlerden elde ettiği dünyalık ile eli bollaşan Fazlî Efendi geçimini teminde kolaylığa kavuşunca hattatlığı bırakmıştır.

Sultan Dördüncü Mehmed ve İkinci Süleyman devirlerini idrak eden Osman Efendi, başarısız Viyana kuşatması ve ardından gelişen olaylar sırasında devlet ricali arasında saygınlığı ile temayüz etmiş ve olayların içinde birebir bulunmuştur. Etkisinin, sultanlara vaaz ve nasihat edecek derecede artmasından rahatsız olan devrin rical ve ulemasından bazılarının girişimleri ile Kıbrıs'da Mağusa kalesine sürülür. Fazlî Efendi sürgün emrini 20 Şevval 1101-27 Temmuz 1689 tarihinde almıştır. Sürgün yolculuğu İstanbul’dan Mağusa kalesine ulaşıncaya kadar 22 gün sürmüştür.

Fazlî Efendi Mağusa’ya yerleştikten sonra halkın isteği üzerine üç camide üç defa vaaz etti. Sonrasında ise vaazı bırakarak kaledeki ulemanın isteği üzerine onlara me‘ânî ve beyân ilmine dâir olan Telhîsu’l-Miftah adlı eseri okutmaya ve bu eser üzerine bir ta‘lîk yazmaya başladı. Ne var ki kitabın üçte birine geldiklerinde bunu da bırakmak mecburiyetinde kalmıştır. Bursevî’ye göre bunun sebebi Kıbrıs’ın Yahudi kökenli, son derece vehimli ve korkak bir adam olan valisine, şeyhin kaledeki bazı imam ve hatiplere ders okuttuğu haberi ulaştığında, sadrazamdan çekinerek Miralay Mahmud Ağa’ya el altından bir mektup göndermesi ve bu mektupta şeyhin haberi olmadan derslerine mani olmasını, aksi halde bu haberin vezire ulaştığı takdirde kendisin ya azarlanacağını ya da belki cezalandırılacağını söylemesidir. Mahmud Ağa da valinin emrini yerine getirmiş ve şeyhi ders vermekten alıkoymuştur.

Osman Fazlî Efendi Kıbrıs’tan İsmail Hakkı Bursevî’ye mektup yazarak onu yanına çağırmıştır. İstanbul’daki ailesine de bir mektup yollayıp küçük oğlu Mustafa’nın isterse İsmail Hakkı ile Kıbrıs’a gelebileceğini yazar. İsmail Hakkı, beraberinde şeyhinin henüz on beş yaşında olan küçük oğlu Mustafa, Yâkub Dede ve Yahyâ Dede olduğu hâlde 7 Rebîü’levvel 1102 tarihinde Bursa’dan yola çıkarlar. Şeyh sürgün yeri olan Kıbrıs adasını ve Mağusa halkını sevmiş onların kendisini hoş tuttuklarını hatırını saydıklarını söyleyerek İsmail Hakkı’dan bu adanın kalelerini ve halkını öven bir kasîde yazarak bunu tahrir etmesini isteyerek ona şiir konusundaki kabiliyetini övmüştür.

1102 yılının Zilhicce ayında tevriye gününden itibaren Fazlî Efendi’nin sağlığı bozulup ateşli bir humma hastalığına dûçar oldu. Bu humma adanın havasının ağırlığı yüzünden âdetâ veba gibi bir tesir bırakıyordu. 17 Zilhicce 1102 Salı günü ikindi vaktinde şuurunu kaybetti. Gözleri kapalı iken dudakları bir veya iki kez kıpırdadı ve ruhunu teslim etti. Cenaze namazı Osman Dede tarafından kıldırıldıktan sonra kale dışında bulunan yel değirmenlerine yakın bir yerdeki kabristandaki kabrine defnolundu. Cenaze kabre Osman Dede tarafından indirilmiştir. Kabrinin bulunduğu kabristan, Makbûretu’l-evliyâ diye anılmaktadır. Vefatının ardından pek çok kadın ve erkek Allah rızâsı için helva yaptırdı ve sevabını Hazret-i Şeyh Osman Fazlî Atpazarî ruhuna bağışlayarak fukarâya ikram ettiler. Çarşamba günü sabahı ise ellerinde Mushaf-ı şerîfler olduğu halde çocuklara varıncaya kadar herkes kabri başında hazır bulundu. Ruhuna Kur’ân okunup hediye edildi ve sanki şeyhin yakınlarıymış gibi yemekler verdiler. Kale halkı şeyhin arkasından babalarını kaybetmişçesine ağlayıp mahzun oldular.

Fazlî Efendi'yi anlatan birincil kaynak olan Tamâmu’l-Feyz İsmail Hakkı Bursevî tarafından kaleme alınmıştır. İsmail Hakkı bu eserinde şeyhinin Kıbrıs adasında sürgünde vefat etmesini İmâm-ı Âzam’ın zindanda vefatına benzeterek, bu nedenle onun İmâm’ın ilminin kâmil bir vârisi olduğuna dikkat çekmiştir İsmail Hakkı şeyhinin vefatının ardından Arapça ve Türkçe şiirlerle ona vefatına tarih düşmüştür.

Osman Fazlî Efendi’nin vefatının ardından üzerine hemen bir türbe yapılmamıştır. Mevcut ve muhtemelen basit bir yapıdan ibaret olan kabri zamanla kaybolmaya yüz tutunca 1739 yılında kabri üzerine bir türbe yanına da bir tekke inşâ edilmiştir. Daha sonraları da adaya gelen bir tahsildar veya II. Mahmud devrindeki valilerden el-Hâc Seyyid Mehmed Ağa tarafından 1824 yılında türbe ve tekke yeni baştan inşa edilerek yanına bir mescid ile tarîkat mensuplarının ikameti için de bazı odalar eklenmiştir.

Seyyid Mehmet Ağa adaya geldiğinde Osman Fazlî Efendi’nin kabir yeri toprakla bir olmuş olduğundan yeri bu tarihlerde takriben seksen yaşlarında olan ve dürüstlüğü ile tanınan bir kadının ifadesine ve şahitliğine dayanılarak belirlenmiş, açılan kabirde şeyhin Celvetî işâretli mezar taşı bulunduktan sonra türbe inşaatı başlamıştır. Eskiden türbenin ceviz ağacından yapılmış çok güzel bir kapısı olduğu ve mezarın üzerinde de âyetler örülmüş bir örtünün bulunduğunu belirtilmiştir. Kıbrıs eserleri hakkındaki çağdaş kaynaklara göre ise bugün kabrin üzerinde çirkin bir sanduka ile onu saran yeşil bir örtü ve bir sarık vardır. Türbe içinde ise yanlış okunmuş yeni harflerle yazılmış bir kitabe parçası duvarda asılı durmaktadır.

Türbeyi ve külliyeyi 1975 yılında gezen ve kendisi bir sanat tarihçisi olan Oktay Aslanapa eseri şu şekilde anlatır: “Magosa da VIII. yüzyıldan kalma Kutup Osman Tekke ve Türbesi onarım plânlarında hemen ele alınması gereken bir eserdir. Yapı bir avlunun üç tarafı çevreleyen çeşitli mekânlardan meydana gelmektedir. Merkezden bir girişi vardır Girişin sağ kanadında kubbeli ve tonozlu mekânlar türbeye aittir. Bunun karşısında revaklar avluyu çevreler. Eyvan kemerleri çatlayan kubbelerde tehlikeli çatlaklar görülen bu yapı da Lefkoşa’deki benzerleri gibi önemli eserler arasındadır. Âcilen onarılması gereği uzmanlarca belirtilen eser maalesef ihmal edilmiş, yapı iyi niyetli fakat ehil olmayan kişilerce çok çirkin olarak tamir edilmiştir. Külliye yeniden ele alınıp ilmî metotlara uygun olarak tercihen T.C tarafından restore edilmeli ve hayatiyet kazandırılarak kültür hizmetlerinde kullanılır hale getirilmelidir.”

Yapıldığı tarihten son zamanlara kadar türbenin resmi görevli türbedârları olmuştur. Bunların sonuncusu Zeliha Hanım’dır. Bu hanım Tekke’nin yanındaki kirasız küçük bir lojman ve Evkaf Dairesi’nden aldığı 2-3 Kıbrıs Lirası gibi az bir para karşılığında bu hizmeti yıllarca yürütmüştür. Bu para kesilip lojmandan uzaklaştırıldıktan sonra da türbenin temizlik hizmetlerini fahrî olarak yürütmüş ve yakın zamanlarda vefat etmiştir.

İsmail Hakkı Bursevî’nin aktarımına göre şeyh, ortaya yakın uzun boylu, heybetli, sarıya çalar beyaz tenli, zayıf tenli, hafif sakallı, iri ve parlak gözlü, gözlerinde nûr-i ilâhî güneş ve ay gibi parlayan bir şahıstır. Yaşlılık döneminde gözleri zayıfladığı için gözlük kullanmaya başlamıştır.


ESERLERİ


Misbâhu'l-Kalb Şerhu Miftâhi'l-Gayb

Mir'âtu Esrâri'l-İrfân Alâ İ’câzi’l- Kur’an Fi Keşfi Ba‘zı Esrârı Ümmi’l-Kur’ân

El-Lâihâtü'l-Berkiyyât fî Keşfi'l-Hucub ve'l-Estâr An Vücûhi esrâri Ba‘zi’l-Ehâdîs ve’l-Âyât

Tecelliyât-ı Berkıyye

Risâle-i Rahmâniyye fî Beyân-i Kelimeti’l-İrfâniyye

Mektûbât-ı Osman Celvetî li-Tilmîzihî Şeyh İsmail Hakkı

Şerhu Fusûsi’l-Hikem

Hâşiye alâ Muhtasari'l-Maânî

Hidayetü’l –mütehayyirin

Fethu’l Bab

Hâşiye ale'l-Mutavvel

Hâşiye alâ Muhtasar-i Şerhi't-Telhîs

Hâşiye alâ Muhtasarî’s-Sa’d

et-Teftih li-Muallakâti Ebvâbi't-Tenkih

Gâyetü’l-Müntehâb

Hâşiyetu Muhtasar ala şerhi Telhicü'l-Miftah

Tahribat