24 Haziran 2012 Pazar

KAYNAR SU VE SUÇLARIN ŞAHSİLİĞİ KAİDESİ

Suçun oluşumundan bahsetmek için hareket (maddi unsur), tipiklik (kanuni unsur), hukuka aykırılık ve kusurluluk (manevi unsur) gibi dört unsurun varlığı gerekmektedir. Bu unsurlardan herhangi birinin oluşmadığı hallerde faili cezalandırmak mümkün değildir. Suçun unsurları, modern ceza hukukunun kabul ettiği evrensel bir norm halini almıştır. Anayasanın 38/7 madde ve fıkrası açıkça ceza sorumluluğunun şahsî olduğunu belirtmiştir.


Günümüzde “cezanın şahsiliği” ilkesi, klasik çağlardaki “cezada kolektif sorumluluk” ilkesinin yerine geçmiştir. Osmanlı hukuk düzeni, günümüzün modern hukuk anlayışının aksine suçlara bağlı cezaların şahsiliği ilkesini günümüzden farklı olarak yorumlamaktadır. Bir bölgede artan şekavet veya isyan gibi olayların önüne geçebilmek için, bir şehir veya kasaba halkının tamamını kefalete bağlayıp, “nezir hücceti” adı verilen bir belge alınırdı. O şehir veya kasaba halkından bazıları isyan veya şekavet hareketlerine kalkışırsa Başmuhasebe Kalemi’nde tutulan nezir hücceti gereği ne kadar tazminat tayin edilmişse, o bölge halkından bu para tahsil edilirdi. Bir anlamda toplumsal otokontrol mekanizması harekete geçirilmeye çalışılarak suçların azaltılması hedeflenirdi. Aynı şekilde bir kasaba, şehir veya köy gibi meskûn mahal yakınlarında cesedi bulunan bir maktulün katili tespit edilemezse, maktulün veresesi o yer halkının tamamından “diyet-i şer’i” talep etmeğe hak kazanırdı.


Bu anlattıklarımıza farklı bir zaviyeden bakmamızı gerektiren bir belgeye, Osmanlı Arşivi’nde İbnülemin Tasnifi evrakı arasında rastladık. 1653 yılında Ahi Bey oğlu Ahmet Çelebi ile karısı Osman kızı Eşme, Konya’nın Eflatun mahallesinde yaşamaktadırlar. Küçük kızları Sabiha, evlerinde ihtiyaçları için su kaynattıkları kazandan ayağına sıçrayan kaynar suyun tesiriyle birkaç gün içinde vefat etmiştir. Aile olayın kazaen olduğunu belgeleyerek diyete (kan parası) gerek olmadığına dair vaktinde kadıdan “fetva” talep etmiş ve almıştır. Buna rağmen ehl-i örf taifesinden Recep isminde biri, muhtemelen sipahinin görevlendirmesiyle olaya mübaşir tayin edilmiştir. Kızlarını kaybeden acılı aile ve mahallesi halkı, kazaen gerçekleşen bu hadise üzerine, bir de mahalli askeri otoritenin diyet talep etmesiyle daha da yıkılmış ve kadıya müracaat etmiştir. Ellerinde önceden alınmış ilamı delil göstererek, ehl-i örf taifesinin diyet talebiyle mahalle halkını ve ebeveyni rencide etmemesini te’kiden bir kez de konumuz olan bu hücceti almışlardır. Bir hukuk devletinin suçların şahsiliği veya umumiliği prensibine takılmadan adalet çerçevesinde hüküm yürütmesine dair güzel bir örnek olduğuna inandığımız, Türkçesi ile de ayrıca ilgi çekici olan belgenin fotoğrafı ve çevriyazısını sizlere sunuyorum.


BOA. İbnülemin, Adliye, Numara:66

Sebeb‑i tahrîr‑i kitâb budur ki,


Mahmiye‑i Konya mahallâtından Eflâtun Mahallesi sâkinlerinden Ahmed Çelebi ibn‑i Ahi Beğ ve zevcesi Eşme bint‑i Osmân nâm hâtun meclis‑i şer‘‑i hatîr‑i lâzımi't‑tevkîra gelüp takrîr‑i kelâm ve bast‑ı merâm idüp mahalle‑i merkûmede vâkî‘ sâkin olduğumuz mülk menzîlimizde bir kazgana su doldurup ba‘zı levâzımımız içün kaynatmak murâd eylediğimizde Sâbiha nâm sagîre kızımız zikr olunan kazganın yanına vardıkda kazgan‑ı mezkûrden ayağına kaynar su sıçrayıp yakıp birkaç günden sonra hasta ve sâhibetü‑firâş olup bi‑emri'llâh‑i te‘âlâ fevt oldukda ehl‑i örf tâ’ifesinden Receb nâm kimesne husûs‑ı merkûma ben mübâşir ta‘yîn olundum deyu yedimizde olan fetevâ‑yı şerîfeye mugâyir diyet nâmı ile ve âhar tarîkile rencîde ider ber‑mûceb‑i fetevâ‑yı şerîfe ta‘arruzdan men‘ olunması matlûbumuzdur deyu ibrâz idüp bi'l‑muvâcehe feth u kırâ‘at olundukda vech‑i meşrûh üzre mezkûrlerin mülk menzillerinde sagîre kızlarının ayağına kaynar su sıçrayup yakıp fevt oldukda valideynine ve mahallesi ahâlîsine diyet lâzime olmadığı mestûr ve mukayyed olmağın ber‑mûceb‑i fetevâ‑yı şerîfe husûs‑ı mezbûr içün mezkûrân Ahmed ve Eşme'ye bi‑hasebi'ş‑şer‘ nesne lâzım gelmemeğin ehl‑i örf tâ’ifesi bilâ‑vech‑i şer‘î mu‘âraza ve rencîde ve remîde eylememek üzre mâ‑hüve'l‑vâkı‘ bi't‑taleb ketb olundu. Hurrire fî'l‑yevmi's‑sâdis min Saferü'l‑Hayr an‑şuhûri li‑seneti erba‘a ve sittîne ve elf.

[6 Safer 1064 – 27 Aralık 1653]

Şuhûdü'l‑___________________________________________Hâl

Ya‘kub b. Pervane / Ali b. Mustafa / Ahmed Beğ ibn‑i Mehmed / Hekîm Mehmed Beşe bin Abdullah/ Muharrem Çelebi ibn‑i Ferruh / Ve gayruhum


"Arşiv Dünyası Dergisi, sayı 11, Temmuz 2008, s.119-120" de yayınlanmıştır.