Sinan ÇULUK
Şarl Hanri Saray-ı Hümayun Bahçıvanbaşısı |
Başbakanlık Osmanlı Arşivi'nde tasnif faaliyetlerinin
son yıllarda hızlanması ile yeni belge ve defter fonları araştırmaya
açılmaktadır. Bu faaliyetler neticesinde kültür tarihimize katkılarda
bulunabilecek çok mühim dokümanlar gün yüzüne çıkarılmaktadır. Yakın zamanlarda
açılan Yıldız Perakende Evrakı Saray Görevlileri (Y.PRK.SGE) fonunda bu
çeşitten bir belgeye rastladık. Yıldız Sarayı Bahçıvanbaşısı Charles Henry'nin
Bursa ve civarında yaptığı bilimsel gezi, Türkiye'nin botanik tarihinde
yerini alabilecek küçük çapta bir seyahat raporu[1] ile sonuçlanmıştır.
Charles Henry sarayda istihdam edilen bahçıvanbaşıdır.
Yıldız Sarayı'nda görevli bahçıvanların listesinin yer aldığı 1322 Zilkade 13
(19 Haziran 1905) tarihli bir defterde[2] "Yeni Soba ve Meyvelikde
Bulunan Bahçıvan Kulları" başlığı ile verilen listenin ilk sırasında onun
adını görüyoruz. Buna göre 1905 senesinde 38 yaşında bir Fransalı olduğu, 2
Teşrin‑i Evvel 1315 (12 Ekim 1899) tarihinde istihdam edilip beş yıldır saray
hizmetinde bulunduğu, rütbesine göre maaşının diğerlerine göre hayli yüksek
tutulduğu anlaşılıyor.
Saray ve kasırların bahçıvanlarının toplu listesinin
yer aldığı 1327.R.8 (29 Nisan 1909) tarihli diğer bir defterde[3] ise tanzim makamında beyzi bir
mühür içerisinde Arap alfabesiyle "Şarl Hanry Saray‑ı Hümâyûn Bağçevan
Başısı", Fransızca olarak "Charles Henry Jardinier en chef de S.M.I.
le Sultan Constantinople” ibareleri mevcuttur.[4] Henry’nin eliyle yazılmış olması
muhtemel Constantinople, le 29 Avril 1909 ibaresi listenin tam tarihini
tespit etmemize yaramaktadır. Prof. Dr. Turhan BAYTOP İstanbul Florası Araştırmaları
adlı eserinin "İstanbul Süs Bitkileri" bölümünde saray
bahçıvan-larından bahsederken Charles Henry'nin "A propos des
platanes" isminde bir makalesinden naklen, yukarıda verilen Fransızca
elkabı zikretmiştir. Fakat Ch. Henry hakkında bir malumat yoktur. [5]
Şimdilik hayatının değişik safhaları hakkında başka
belgeye ulaşamadığımız Charles Henry; Uludağ, Ulubat Gölü, İznik, Yenişehir,
İnegöl, Çitli Maden Suyu kaynağı ve Oylat kaplıcalarına bir inceleme gezisi
yapmıştır. Raporunun son cümlesindeki kayıttan anlaşıldığına göre bu gezi,
muhtemelen sarayda, buralardaki bitkilerin toplanmasıyla bir
"nebatat bahçesi" kurmanın mümkün olup olmadığının anlaşılması
maksadıyla gerçekleştirilmiştir. Rapor metni tarihsiz ve küçük boy bir
defterdir. Arşiv tasnif heyeti tarafından tahmini olarak Hicri 1325'e [Miladi
1907-1908] tarihlenmiştir. Özellikle bitki isimlerinin kaydındaki imla hataları
asıl metnin Fransızca yazıldığı, botanik terimlerine aşina olmayan bir
mütercimin çevirisi olduğu kanaatini uyandırmaktadır. Latince bitki adlarının
bu şekilde çeviri metne aktarılması sırasında epeyce hatalar olmuştur.[6] Aşağıda, akıcı ve sade bir üslup
ile yazılan metni sadeleştirmeden, Latin harflerine dönüştürerek veriyorum.
Metnin imlasına sadık kalınmış, bazı düzeltmeler köşeli parantez içinde
verilmiştir.
METİN
Sâye‑i inâyet‑vâye‑i hazret‑i şehriyâr‑ı a‘zâmîlerinde
ahîren Brusa [Bursa] ve civârında icrâ eylediğim seyâhat‑i bendegânemde fenn‑i
nebâtâta â’id meşhûdât ve tedkîkât‑ı vâkı‘a‑i âcizânemi südde‑i seniyye‑i
mülûkânelerine ber‑vech‑i zîr arz ve i‘lâya ictisâr eylerim.
Keşiş Dağı
Brusa şehrinden çıkılup Gök deresi geçildikten sonra
Keşiş dağlarının ilk mâ’ilelerine tesâdüf ve Yıldız Kasr‑ı Hümâyûn'u yanından
mürûr edilir. Kasr‑ı hümâyûnu geçdikten sonra Keşiş dağında ilk yaylaya müntehî
olan yol sa‘be'l‑mürûr olup yolun tarafeyninde uzun kayın ağaçları ve
uçları keçi sürüleri tarafından yenmiş fındık fidanları müsâdif‑i enzâr
olur. Çiçekler etrâf bayırdaki çiçeklerin aynı olup anlar da adaçayı, şeftali
yapraklı çan çiçekleri, saksıgüzelleri, yabânî mineler,
muhtelif santorea, büyük yapraklı fizolardan ibarettir. Yaylaya
takarrüb edildikçe ilk çamlara tesâdüf olunur. Âsâr‑ı mütebâkıyyesinden
istidlâl olunduğuna göre vaktiyle [2][7] cesîm bir çam ormanı mevcûd imiş,
fakat yangınlar ve çobanlar tarafından icrâ edilen tahrîbât o kıymetdâr
ormandan eser bırakmamışdır. Ötede beride görülen birkaç dâne çam ağacı
da pek az zamân zarfında köylüler tarafından mahv edileceği şüphesizdir. Son
yangından beri devrilip kalmış ve çürümekde bulunmuş olan bir çam kütüğünü
misâha ederek otuzbeş metre boy ve kâ‘ide tarafında birbuçuk metre kutrunda
olduğunu gördüm. Böyle cesîm bir ormandan hükûmetçe hiçbir istifâde edilmeyerek
mahv olup gitmesi pek ziyâde ba’is‑i te’essüf olup el‑yevm mevcûd olan tek tük
ağaçların gâyet şiddetli bir muhâfaza ve nezâret altında tutularak ormanın
kısmen olsun tahrîbden muhâfazası mümkündür. Burada mevcûd nebâtât süpürge
otu, vaksinoyum [Vaksinyum], çay ağacı bir nev‘ sarmaşık,
ardıç fidanları ve verbazilkum olumpikum [Verbaskum
Olimpikum], turuncu çiçekli gâyet zarîf papatyalar, sular kenârında
öbek öbek alçenil [Alşemil] çiçeklerinden ibarettir. İkinci yaylaya
çıkıldıkça aynı çiçeklere tesâdüf olunur ise de ağaçlar gittikçe seyrekleşip
dere kenârında yosunlar arasında sarmaşık [3] ardıçlar,
beyaz çiçekli ve kokulu bodur defne [daphne] ağaçları câ‑be‑câ sarı
renkli canitan [canitiyane] çiçekleri, ahududu fidanları, parlak
renkli haşîşeler müsâdif‑i enzâr olur. Keşiş dağı zirvesine takarrüb
edildikçe sarılı mâvili menekşeler, dağ santoreaları, maki
cantiyaneleri, bodur süsen çiçekleri, cûyâb, kısa sâklı sinekkapan
otundan başka bir nebâta tesâdüf edilmez. Keşiş dağı tepesinden etrâfa medd‑i
nazar olundukda fevka'l‑‘âde bir manzara karşısında bulunulur. İstanbul şehr‑i
şehîri, Marmara Denizi, İznik, Apolonya gölleri ve etrâfı muhât olan dağlar
kâmilen görülür.
Apolonya
Gölü
Brusa'dan Apolonya gölüne kadar olan tarîk, kırk
kilometre tûlünde olup araba ile beş saatte gidilir. Yol fevka'l‑‘âde muntazam
olup tarafeyni mezrû‘ arâzîden mürûr eder. Ötede beride tesâdüf [4]
edilen cesîm meşe ağaçları vaktiyle bu havâlînin büyük bir orman olduğuna
delâlet eder. Apolonya kasabası aynı isimle müsemmâ gölün kenârında ve göle
doğru imtidâd etmiş bir arâzî üzerinde inşâ‘ edilmiş olup, mevasime göre burası
ba‘zan ada halinde bulunup, o zaman sahil ile muvâsalası eyyâm‑ı şitâda ahşap
köprü vâsıtasıyla temin edilir. Ahîren vukû‘a gelen bir yangında yüzlerce hâne
muhterik olmağla hükûmet‑i mahalliye yeni evlerin kasaba hâricinde inşâsını
tensîb idüp bu cihetle birbiri üzerine yıkılıp kalmış olan haneler kasaba
hâricinde daha seyrek bir hâlde inşâ edilerek eski, dar ve eğri büğrü yollar
genişletilmekde bulunmuştur. Göl pek büyük olup suları bulanıkdır. Kenârlarında
yüzlerce hektar arazi nenufar nebâtâtiyle mestûr olup, bataklığı çok
olduğundan havasının ıstmalı [sıtmalı] olmasına sebep olmuşdur. Göl dâhilinde
mevcûd küçük adacıklarda bazı harâbeler görülmekdedir. Kasabanın yakınında [5]
bulunup, Kız adası denilen küçük bir adacık serâpâ bodur beşparmak ağacı
fidanlarıyla mestûr olup, kesik ve koyu yeşil renkde olan yaprakları arasından,
koyu mâvîden açık mâvîye ve koyu kül renginden beyaza kadar, mütenevvi’
renklerde çiçekler görülmekde, dâhilinden sarıya mâ’il ma’i renkde olan bu
çiçekler mürûr‑ı zamânla tohumların birbiriyle imtizâcından işbu parlak ve
fevka'l‑‘âde nazar‑rübâ olan renklerin husûle geldiği anlaşılmaktadır. Bu
iklimde ber-vech-i ma‘rûz çiçeklerden ma‘da şâyân-ı dikkat bir çiçeğe tesâdüf
olunmaz. Adaların etrâfı bir nev‘ tüylü yapraklı ve dikenli arıyuptorum
[?] nebâtı ve gâyet açık penbe çiçekleri aşağıya doğru sarkan bodur
ağaçların üzerine sarmaşup dolaşan çenankom [Sinanhum] nebâtâtı
ile mestûr bulunur
İznik
Brusadan İznik'e giden tarîk seksen kilometre
imtidâdındadır. [6] Yenişehir’den mürûr eden yolun geçtiği arâzî gâyet
düz ve gölgesiz olup, sıcak havalarda pek ziyâde zahmet çekilir. Her ne kadar
ba‘zı ormanlara tesâdüf olunursa da her yerde olduğu gibi burada da ormanlar,
adem-i muhâfaza yüzünden ve koyun ve keçi sürüleri tarafından tahrîb edilmekde
bulunmuştur. Kısmen bataklık ve kısmen arâzî-i mezrû‘adan ibâret olan Yenişehir
ovası gâyet vâsi‘ olup yolun on kilometreden ziyâde hatt-ı müstakîm üzre
imtidâd etdiği görülür. Şehre muvâsalatım günü pazara müsâdif olduğundan
ticâreti oldukça mühim olduğunu gördüm. Pazarlarında her dürlü sebze, hubûbat,
koza, elbise ve ev eşyâsına müte‘allık edevât alınıp satılmaktadır.
Yenişehir’den geçdikden sonra Bilecik′e giden yol sağa terk edilerek İznik
yoluna sapılır ve bir müddet sonra yakında bulunan sırtlar aşılarak İznik
gölüne düşen mâ’ileye [7] inilir. Bayırlar küçük fidânlarla mestûr olup
enva‘-ı nebâtâtdan her yerde görülen kocayemişin diğer bir nev’i, parlak
yapraklı endrahte [andrahne] fidanları, açelyaya benzer sık
yapraklı defne ağaçları, tuhaf ofub [öforb] fidanları ve bir nev’
ayçiçeği müsâdif-i enzâr olur. İznik’e karîb olan dağ eteklerinde
şüphesiz bin seneden ziyâde ömürlü cesîm zeytun ağaçlarına tesâdüf
edilir. Eski bir sûr ile muhât olan kasabaya Yenişehir, İstanbul ve Lefke
nâmlarında üç kapıdan girilir. Bu kapılar gerek mevkî‘leri ve gerek âsârı el’ân
nümâyân olan nakışları ile cidden şâyân-ı temâşâdırlar. Kasaba pek büyük
olmayıp en mebzûl mahsûlâtı zeytun ve ipek böceğidir. Bundan başka civâr köy ve
kasabaların limânı makâmındadır. Eşyâ buradan küçük yelken kayıklarıyla gölün
diğer ucunda bulunan Pazarköyü’ne ve oradan da karadan Gemlik iskelesine nakl
edilir. İznik Gölü gâyet güzel ve cesîm olup etrâf [8] sâhillerinde
müte‘addid köyler vardır. Bu köyler sekenesinin yüzüne bakılırsa ıstmadan
[sıtmadan] sapsarı oldukları görülür. Bu ahâlînin etrâfda ve beşyüz metre
irtifa‘da miyasma te’sîrinden sâlim köy te’sîs edilecek güzel ve ıstmadan
ârî mahaller var iken bataklık kenârlarını intihâb etmelerine hiçbir ma‘nâ
verilemez. Kasabaya su nakl eden su kemerleri, serâpâ adiantum veneris
denilen serhasiyye fasîlesinden fujerler ile mestûr olup
çalılıklar arasında küçük siyah yemişli koton easter, mercan renginde
meyveleri sarkan ofure [öforb], fasîle-i şefeviyyeden sarı
ve beyaz çiçekli nebâtât, fuşya ve sâ’ireye tesâdüf edilir. Ormandan
hâli olan bayırlar pek kuru olduğundan nebâtâtın ziyâde müte’essir olduğu
görülür. Lefke tarîkının yakınında kısmen kırılmış büyük bir mermer taş görülür
ki yerliler berber taşı [9] diyorlar. Üç metre tûlünde bir mik‘ab
şeklinde olup dâhilen iki metre kadar yeri oyulmuş olan bu yekpâre taşın
nereden ve nasıl getirildiği insana hayret verir. Şekl-i hâzırına bakılırsa
eski bir lahid olduğuna şüphe yokdur. Yerlilerce hikâye olunduğuna göre bu taş
evvelce kasaba dâhilinde olup bir berbere dükkan hizmeti îfâ ediyormuş. Bir gün
bir peri kızı gelip taşı başına alarak dağa doğru götürür iken şimdi taşın
bulunduğu yerde bayıldığından taş da düşüp kırılmıştır.
Çitli ve
Olyat [Oylat]
Gördüğüm ve geçtiğim yolların en muntazam ve latîfi
olan Çitli tarikı dağ eteklerinden döne dolaşa geçerek İğnegöl [İnegöl]
kasabasına doğru fevka'l-‘âde güzel manzaralar peydâ eyler. [10] İğnegöl
kasabasının çarşısı gâyet cesîm ve kalabalık olup mağazaları hubûbât ve civâr
ormanlarından kat‘ edilen keresteler ile mâlamâl olduğu görülür. Çitli Ma‘den
Suyu menba‘ı İğnegöl′den yirmi kilometre mesâfede hem-nâmı olan karyenin
kenârında ve bir dağ eteğinde vâkî‘dir. İki sene evvel oradan geçmiş olan ba‘zı
kimselerin ifâdesine göre Çitli'de bir otel ve yiyecek ve içecek bulacağımı
ümîd etmekde iken bi'l-‘aks hiçbir şey bulamadım. Bir otel var ise de odaları
boş olup içinde bulunan me’mûrlar mümkün olabildiği kadar ziyâde mıkdar ma‘den
suyu şişeleri imlâ etmekden başka hiçbir şeyle meşgul olmuyorlar. Fakat
şişelerin tarz-ı imlâsı Çitli suyunun vaktiyle kazandığı şöhret-i hakîkıyye ile
mütenâsip ve kava‘id-i sıhhiyyeye muvafık bir suretde vuku‘ bulmadığı [11]
ma‘a't-te’essüf görülmüştür. Menba‘ yakınındaki cesîm meşe ağacı şayan-ı
dikkat bir hassayı haizdir ki o da palamutlarının dallara mülâsık olduğu
mahallerde âdeta yosun ile ihâtâ edildiği görülür. Çitli’den birkaç saat
mesafede dağ içerisinde Olyat mevkı‘inde gayet ziyâde mıkdârda nebe‘ân eden
sıcak ma‘den suyu mevcûd olup oraya giden ve banyo eden hastegânın ifâdelerine
göre pek ziyâde havass-ı şifâi‘yyeyi hâ’iz bulunduğu anlaşılmıştır. Bu ma‘den
suyu menba‘da kırk iki derece harâretle nebe‘ân eylediğinden soğuk su ilâvesine
yani havass-ı ma‘deniyyesinin ta‘dîline hâcet mess etmeden banyo icrâsı kâbil
olduğu hâlde bi'l‑‘aks Brusa kaplıcalarında nebe‘ân eden sıcak suların harâreti
ziyâde olmağla orada soğuk su ilavesine lüzûm görüldüğünden havass-ı
tabî‘iyyesi ta’dil edilmiş olur. Menba‘ın bulunduğu mevki‘ hâriku'l-‘âde bir
letâfet–i tabî‘iyyeyi hâ’iz olup [12] cereyân eden sular gâyet derin bir
vâdiye doğru akıp gitmekde ve etrâfı orman ile muhât bulunmakdadır. Fakat
te’essüf olunur ki bu orman da yakında mahv olmak tehlikesine ma‘rûz bulunuyor.
Çünkü bir tarafdan Emlâk-i Seniyye İdaresi kat‘ıyyat içün tâliplerine fürûht
eylediği halde diğer taraftan da muhacirler de bilâ-pervâ balta çalmakdan
çekinmiyorlar. Halbuki bu ma‘den suyunun havass-ı şifâ‘iyyesi mevki‘in
letâfet–i hâriku'l-‘âdesine inzımam eylediğinden burada sâye‑i muvaffakat‑vâye‑i
hazret‑i şehriyârîlerinde mükemmel bir kaplıca ve oteller binâ ve te’sîs
edilirse Avrupa'nın bu yoldaki olan mü’essesâtına ez‑her‑cihet tefevvuk edeceği
şüphesizdir.
Sıcak suyun cereyân etdiği uçurum dâhilinde gâyet
güzel buhûr‑ı meryem çiçekleri ve vakçineyum [vaksinyum] ve sâ’ir
küçük nebâtât mevcûd olup fakat bunlardan daha güzeli hemen kırk metre
irtifâ‘ında [13] gayet kalın ve düzgün gövdeli kayın ağaçları ile
otuz metre irtifâ‘ında ve iki buçuk metre çevresinde bu cesâmetde dünyâda hemen
emsâli mefkûd olan îf ağaçları (bir nev‘ çam) dır ki hiçbir kitâbda bu
cinsin böyle cesâmet peydâ etdiğine dâ’ir bir sarâhat görmedim. Fakat yazık ki
muhâcirlerin baltası bunları da tahrîb etmekde ve dünyada emsâli nâdir bulunur
böyle lâtîf bir ormanı mahv eylemekdedir.
Ber‑vech‑i ma‘rûz mevâkı‘‑i muhtelifede manzûr‑ı
âcizânem olan muhtelifü'l‑cins nebâtât ile bu iklîme mahsûs mükemmel bir
nebâtât bağçesinin te’sîsi kâbil olacağını hâk‑i pâ‑yi şâhânelerine arza ictisâr
eylerim ol bâbda ve kâtıbe‑i ahvâlde fermân şevketlü kudretlü pâdişahımız
efendimiz hazretlerinindir.
Bağçevanbaşı
Kulları
[Şarl Hanri]
* Başbakanlık Osmanlı Arşivi
[1] Başbakanlık Osmanlı Arşivi=[BOA] Y.PRK.SGE
11/22.
[2] BOA.Y.PRK.SGE 10/36
[3] BOA.Y.PRK.SGE 11/54
[4] Mührün görüntüsü EK-I'dedir. s.91
[5] Turhan Baytop İstanbul Florası
Araştırmaları, İstanbul 2002, s.91.
[6] Bu isimlerin okunmasındaki
katkılarından dolayı Sayın Prof. Dr. Asuman Baytop ve Prof. Dr. Feza Günergun'a
teşekkürlerimi sunuyorum.
[7] Metnin sayfa numaraları.
"Arşiv
Dünyası Dergisi, sayı 7, Ocak 2006, s.43-45" de yayınlanmıştır.
Belge
Görüntüleri